Cevahir ÖMÜRCAN: Yağmurun ardından toprak kokar toprak ise öfke!

Haberleri —

Şimdi durmuş dört bir yanında toprağın kokusu ve ıslak kanatlarında acemi yolcukları taşıyan serçelerin süzülmelerine aldırış etmeyen bir derinliğe kaptırmış kendini, gözleri ise en az serçelerin kanatlarındaki yağmur damlacıkları kadar titrek. İnsan tanırsa çabuk anlayıverir bu titrekliğin altına gizlenmeye çalışan öfkeyi ve bu ancak dökülecek kelimelerle kendisini dışa vurabilir. Dağlarda bir yağmur sonrasında ve tarifi imkansız toprak kokusunda, insanın en son yapmak istediği şeylerden birisi öfkeye konuşmak, öfkeyi konuşturmaktır!

Yağmur sonrası çoğu gerilla çocukluğunun gizinde ve şiir kokan tütünlerle, namusu terkisinde bir bardak çaya dönüştürür yaşamakta olduğu coğrafyayı. Fakat öfke dedim ya, durmaz yerinde ve sızlanmaz bir acelecilik içindedir, bunu giderebilmenin tek reçetesi ise konuşabilme, paylaşabilmenin mütemadi zamanlarındadır. Aklımda bu düşüncelerle yanı başına çömeldiğimde, belki ufukta bakışlar bütünleşir diyerek sessizliği bozmayacak bir şekilde selam verdim. Önümüzde uzanan derin vadinin kimi yerlerine sis çökmüş ve arada bir esen serin rüzgar, ağaç dallarında sararmış yaprakların üzerlerindeki damlacıkları gelişigüzel bir şekilde ortalığa savuruyordu. İşte bu selamıma karşılık vermek istediği anda yüzünü bana döndüğünde, bu savrulmadan kaynaklı yüzüne birkaç damla gelmişti ve hiç aldırış etmiyordu.

“Neyi düşünüyorsun böyle Toprak?” diye sorduğumda, bu gri tonundaki havanın bir yerlerinden başlayacakmış gibi gözlerini dört bir yana dağıttı! Ve sonrasında elindeki kurumuş odun parçasıyla toprağı eşeleyerek başladı kelimelerine. Bu anda anladığım kadarıyla yeni bir yolculuğun eşiğindeydik ve ben bir gerilla ile tekrardan ve sonunu hiç istemediğim, hiç bitmesin dediğim öykülere adım atacaktım. En azından ben böyle sanıyor ve içime yayılmış o dinginliğin arasına bu coşkumu yerleştirmeye çalışıyordum ki;

“Ankara caddesinden doğru yavaşça ve süzülürcesine yol aldığında, önce Belkahve önüne çıkar ve Orman çiftliği açıkça söylemese de, zeytin ağaçlarıyla sana hoş geldin dercesine Kemalpaşa caddesine bakar. Belkahve yüksektir ve kışın büyük bölümünde yağmur alır. Bazı zamanlarda kış iyice sertleştiğinde zirvelerine yağmakta olan karları birkaç günlüğüne misafir olarak kabul eder. Hemen altında kendisini bu tepeye dayamış ve orman çiftliğinin içindeki kızılçamların arasında bir mekanı tutturmuş Yeşil&Mavi restaurantı her daim yerindedir. Eğer zamanın varsa ve zamanın yanında biraz da şansın varsa burada bir salep içmek her zaman bir yolculuğun sonuna veya başlangıcına iyi gelir.

Buraların aşağılarında ise Bornova uzatır kendisini ve adının hepsini bilmesem de, sözü geçmekte olan Ova’nın başlangıcı burada olmaktadır. Sağ tarafında Manisa Caddesi’nin girişi başlar, Manisa’nın kendisi ise kendimi bildim bileli Belkahve’nin arkasına düşmektedir. Bu Bornova var ya, bu Bornova! Hemen hemen bütün caddelerinde ve çoğu sokaklarında hayatımın yirmi yılını yaşadım. Kirli sarı rengindeki okulları, günbatımında terlemiş sırtıma yapışan t-shortlerdeki oyunları ve kıvrılmış bir gömleğin kollarını, yani anlayacağın çocukluğumu, oyunlarımı ve yerinde duramayan gençliğimi bıraktım bu Bornova’da ben.

Bornova’nın ötesinde sağına Çaymahalle’sini, soluna ise Salhane’yi alarak körfeze doğru uzatır boynunu. Son zamanlarda körfezi ıslah ettiler de iyi oldu, yoksa öncesinde oradan geçene kadar bir elinle burnunu kapatman gerekirdi.

Körfez'den sağa girersen önce Bayraklı’ya, sonrasında da Karşıyaka’ya yolun çıkar, daha da devam edersen Çiğli’ye, sonrasında da Menemen’e . Yok, yolunu sola çevirirsen öncesinde Alsancak’a, sonrasında Konak’a varırsın. Burada artık deniz seninle konuşmaya başlar, beyaz köpüklü dalgalarını kıyılara vurdukça, sanırsın ki seninle bir şeyleri paylaşmak istiyor. Alsancak içinde Kordonları ve kordon boylarında faytonları ile bir gün batımı kadar sıcaktır ve neon lambalarının arasına gizlenmiş bir hüzündür aslında! Sabit müdavimleri ise bir bankanın ATM’sinde yaşayan Osman ile Kıbrıs fiehitleri caddesini tepeden tırnağa dolaşan Sedo’dur. Diğerlerinin hemen hemen hepsi ya bir randevuya gelmişlerdir, ya da bir başka randevuya yetişmeye çalışmaktadır. Her kes Osman’la, Sedo’yu deli zanneder, ama öyle değildir. Her ikisi de en az Alsancak kadar dışa vurur bütün doygunluklarını hepsi budur, bunlarda insanı inan hiçbir zaman deli yapmaz.

Konak’ta önce iskeledeki vapurlar ve arada bir çıkardıkları sesler dikkatini çeker yabancıların. Alt taraftan öteye geçerken işportacıların tezgahları sıralanmıştır ve neyi alıyorsan ya yarı fiyatınadır, ya da ikincisi yanında bedavadır. Bu alt geçişin karşısında her zaman genç bir kızın utangaçlığında durmakta olan saat kulesi çıkıverir karşına. Ben ne zaman buradan geçsem kulenin yelkovanı üçte olurdu, akrebi ise dokuzun üzerinde. Sanki saati bölen ve zamanı paylaşan iki kılıca dönüşüverirdi yelkovan ile akrep. Attığın her adımda güvercinler sağından-solundan uçarlar ve sen istesen de, istemesen de yanına gelen bir kız çocuğu bozuk Türkçesiyle ve kirden siyahlaşmış ellerindeki çikletlerle “abi bir sakız alsana” derdi.

Konak’ın önünde Kemeraltı vardır, arka tarafında ise tümsekte Kadifekale durmaktadır. Sanki her akşam güneşin batışını selamlar bir halin içindedir ve geceleri öteden beri yasadışı gösterilerin değişmeyen adresidir. İşte bu Konak’ı geçtiğinde Varyant’a çıkarsın, yol burada denize ulaşmaya çalışan devasa bir yılan gibidir ve kıvrım kıvrımdır. Çıkış esnasında ne kadar çok sağa gidersen, denizi ve üzerindeki martıları o kadar çok görür ve rahatlarsın. Varyant’ın ortasında Öğretmenevi, aşağılarında kalan Orduevi’yle dertleşir gibi durmaktadır.

Bu Varyant’ın sonrasında ise İnönü Caddesi gelmektedir. Hani bu son günlerde adı sıkça tekrarlanan cadde var ya, işte orası.

O İzmir’de (Smyrna’da diyebilirsin, gerçek adı budur) Zafer mahallesinin duvarlarında “Yaşasın 15–16 Haziran Direnişi” yazar, Karşıyaka’ya herkes “kaf-sin-kaf” dese de, Yamanlar’da her zaman birkaç keko vardır ve “Çal Bîri min” dercesine isyana hazırdır her biri. Mevlana’da aranan öğrenciler, Çamkule’de devriye gezen Terörle Mücadele her zaman vardır. Ama benim aklım ‹nönü caddesinde ve yapılan saldırılardadır. İşte ben bunları düşünüyorum” demişti. Onun anlatımlarından İzmir’deki gezintimin sonuna ulaşmıştım ve aklımın bir köşesinde Osman ile Sedo, diğer köşelerinde yasadışı gösterilerle Kadifekale vardı. “Bunlar bilinçli olan şeyler, ben biliyorum oraları ve inan hiç hoşuma gitmiyor” diyor. Gözlerim semalarda karabulutlar toplanıyor, birazdan yağmur kendini bırakacak yavaşça kalkıyoruz.

Sonrasında da Bayramiçi’den haberler geldiğinde, ben ile Toprak göz göze geliyoruz; “Biga çoğu zaman denizin maviliğindedir ve Evreşe yolları da söylendiği gibi taştan değildir” diyorum. Toprak ise sadece bana bakıyor ve gözlerinin içine beni anladığına dair bir bakış yerleşiyordu.  

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.