Darbeci kemalist ordu, sivil diktatörlük ve Kürtler

Haberleri —

Darbe girişimini de, yaşanan askeri ve sivil darbeyi de, bilmem kaç kişinin tutuklanmasını da, darbe uzmanı kesilip bu kadar acemice darbe yapılamayacağı yorumlarını da, Genelkurmaydan kalkışmanın kimlerin içinde, kimlerin dışında olduğunu da, MİT’in ne kadar basiretsiz kalıp istihbaratın “enişteden” alınmasını da ve hatta OHAL’in ilan edilmesini de her gün saatlerce yorumlamaktan vazgeçip kendi gündemimizi oluşturup kendi gündemimize dönmeliyiz.

“Yaşandı bitti” kabilinden değil ama oldukça öğretici bir ders olarak bakmalı yaşananlara... KCK’nin “Demokrasi Bloku” önerisidir artık gündemimiz... “Kalkışma” gecesi İmralı ile ilgili çıkan spekülasyonlara bakıp Kürt Sorununun en önemli aktörü Öcalan’ın sağlığından duyulan endişedir dönüp dönüp hesabını sormamız gereken... Yarası henüz kapanmayan Cizre’dir, Sur’dur, Silopi’dir, Şırnak’tır, Nusaybin’dir dilimizden düşürmeyeceğimiz ve hesap soracağımız konu... “Hurşit Külter Nerede?” sorusudur haykırmamız gereken... Ve elbet Kürdistan’a Statü’dür yaşamımızın ana gündemi...

Yine de adettendir herkesin gündemine icabet etmek. Ayıp olur darbe girişiminin ardından bir şey yazmamak. Laf olur, “korktu” derler! İcabet için gerekçe çok anlayacağınız. Ama durum buyken bile esas odaklanmamız gereken gündeme bağlayarak çıkmak isterim işin içinden... “Askeri postallarla, kravatlıların gündeminden Kürtler nasıl bir gündem oluşturmalı?” bunu irdelemeye çalışalım.

Darbe girişimi okumaya, özellikle de toplumun dikkatlerini çekmek istedikleri noktadan başlayalım. Sizin de dikkatinizden kaçmamıştır. Darbenin müsebbipleri olarak tüm objektifler Gülen Cemaatine, diğer adıyla Hizmet Hareketine çevrilmiş durumda... Cadı avını meşrulaştırmak için meselenin özünden saptırılarak bu noktaya döndürülmesi şüphe götürmez. Oysa ki meselenin özünün bu olmadığı objektif okuyanlarca çok net görünüyor. Özellikle Kürdistan’da birlikte Kürt’ün kanını birlikte dökmekten zevk alan iki suç ortağının bugün itibariyle birbirlerine karşı kan kustuklarına tanık oluyoruz. Şu an ipleri elinde bulunduran ortak eski suç ortağını hem maddi hem manevi olarak yok etmeye yemin etmiş. FETÖ aşağı, FETÖ yukarı... İşledikleri günahlar şu an bir tarafın burnundan fitil fitil geliyor. Bu kesin! İnanıyorum ki, tarih diğer ortağın günahlarının da bedelini mutlaka ödetecektir.


AKP ile Gülen’in altın çağı!

Son olarak bu darbe girişimin FETÖ tarafından yapıldığı yorumu, AKP, Saray ve onlara bağlı havuz medyasının toplumu sürüklemek istediği bir algı operasyonundan öte değildir. Buna inanmak, kuyrukçuluktur, saflıktır, akli melekelerden uzak bir düşüncedir. Ancak yönetenlerin istediği bir sonuçtur. Oysa ki Cemaatin bunu yapacak ne gücü, ne organizasyonu ne de liderlik edecek kadar rütbelisi mevcuttur. Yaklaşık 40 yıldır devleti içten ele geçirmeye çalışan Cemaat, o günden bu yana devlet ile hep barışık olmuştur. AKP döneminde de “altın çağını” yaşamıştır. Ancak yollar ayrılınca tarihinin en büyük darbesini de yemiş oluyordu. Bu fikir Cemaatin girişimin içinde olmadığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Cemaat darbenin esas liderleriyle ittifak halinde olmuş, ancak yalnız bırakılmıştır. Bu da “cadı avına” zemin yaratmıştır. Bu cadı avı, Hizmet Hareketini dev gücünden arındırarak, Türkiye’nin alelade cemaatlerinden biri yapacaktır. Marjinalize edecektir.

Bu darbe girişimi, FETÖ’nün eseri değilse bunu kim yaptı? Bir kere bir noktada mutabık olalım. AKP, statükocu bu devletin temel kodlarıyla oynamıştır. Bu oynama neticesinde demokratikleşmemiş, kendi hegemonyasını oluşturmuştur. Laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin dokusuyla oynamak, Ulusalcı kemalist çizgide ciddi bir rahatsızlık yaratmıştır. Kendini devletin esas sahibi sayan ve partiler üstü bir pozisyonda kabul gören Ordu’nun özünden saptırılması darbe girişimlerine zemin hazırlamıştır. Devletüstü, icazet sahibi, Atatürkçü Ordu, AKP’nin elinde kimliksiz, hüviyetsiz, ne idüğü belirsiz “ümmetçi” bir yapıya bürünüyordu giderek. Anlı, şanlı, attığım attık, kestiğim kestik koskoca Türk Ordusu, AKP’nin elinde bir şamar oğlanına dönüşüyordu adeta...

Bu noktayı iyi okumak gerekiyor. Zaten püf noktası da bu oluyor kalkışmanın. Dolayısıyla bu kalkışmanın veya darbe girişiminin esas sahiplerinin, orduyu eski günlerine, eski kimliğine kavuşturmak isteyen ve AKP’nin politikalarından rahatsızlık duyan Ulusalcı Kemalistlerin olduğu söylenebilir. Ordunun vatanın yegane bekçisi olduğuna inanan ulusalcıların da kendi aralarında ayrıştıklarını ama bu darbe girişiminde bulunanların NATO yanlısı Kemalistler olduğuna dair inancım tamdır.


Kemalistler ve yarım kalmış darbe

Kemalist kesimlerin belli bir süre AKP ile kol kola yürümüş olmaları, statükonun en “en yılmaz bekçisinin” ordu olduğu gerçeğini değiştirmez. Nihayet gelinen bu aşamanın bardağı taşıran son damla olduğunu söylemek mümkündür. Bu kesimin ordu ve devlet içinde halen çok güçlü olduğunu unutmamak gerekiyor. Aradan on yıllar bile geçse ordunun ve devletin bu realitesinin değişmeyeceğini görmek gerekiyor. AKP’nin 14 yıllık iktidarı ve hegemonyası bizi yanıltmamalıdır.

Böylesi bir belirleme yaparken, bu darbe girişiminin de başarısız olduğunu söylemek doğru olmaz. Bu darbe girişimi başarısız değil yarım bırakılmış bir darbe girişimidir. AKP ve Erdoğan’ın siyasi iktidarının devamı karşılığında ordunun yukarıda bahsini ettiğimiz özüne dönmesi şartıyla yarım bırakılmış bir girişimdir. Bu aynı zamanda bir süredir ortadan kalktığı söylenen askeri vesayetin yeniden etkili olacağının da sinyalleridir. TSK’nın en önemli gücü olan 1. Ordu Komutanlığı Erdoğan’ı koruma sözü vermiş ardından darbe için ittifak kurdukları Cemaatçi unsurları yalnız bırakarak arkadan hançerlemişlerdir. Bu anlaşmanın en önemli göstergelerinden biri de cumhuriyetin en köklü kurumlarından biri olan CHP’nin “idam”da bile yan yana durmasıdır. Ama bu hamur daha çok su çeker. Daha çok adam yutar bu kaos...


Ne askeri darbe, ne diktatörlük!

Bunların hepsi hoş güzel de, bundan sonra ne olacak? Kürtler ne yapmalı? soruları bizim için en can alıcı yönüdür olayın... Darbelerden tarih boyunca en büyük zararı gören halk olarak Kürtler’in, AKP ve Erdoğan ile klasik bir köylü intikamcılığına girmeden askeri darbeye kesin tavır almış olması önemlidir. “Ne askeri darbe, ne diktatörlük” sloganı Kürtlerin duruşunu ortaya koyan en yalın ifadedir.

Kürt Siyasal Hareketinin bu tip durumlarda koyduğu tavır ve öngörü Kürt halkını kazançlı kılmıştır. Suriye iç savaşında herhangi bir tarafın rüzgarına kapılmadan, Kürtleri merkeze alan siyasi hamleleri ile Rojava Devrimini yaratmıştır. Benzer bir örnek de Gezi Direnişi için verilebilir. her ne kadar vakti zamanında Kürt Hareketinin “nötr” kaldığına dair eleştirilerde bulunmuşsam da, bugün itibariyle yanılmış olduğumu itiraf etmeliyim. Kürt Hareketinin o dönem radikal bir tavır alması iki yanlıştan birini tercih ettiği anlamına geleceğini ve dolayısıyla namluların Kürtlere çevrileceğini görmek gerekiyor.

Aynı durum 15 Temmuz darbe girişimi için de geçerlidir. Girişimin hemen akabinde KCK’nin yayınladığı deklarasyon dikkate almaya değerdir. Yol göstericidir. “Demokrasi Bloku Kurulmalı“ önerisi üzerinde sol sosyalist güçler düşünmeli ve birleşmelidirler. Öcalan’ın daha önce dikkat çektiği “Demokratik unsurlar büyütülmezse darbeye davetiye çıkarılır” minvalindeki değerlendirmesi bu blok tarafından AKP iktidarına karşı itici bir güç haline getirilmelidir. Dikta rejim yerine ülkenin ihtiyacı olan demokrasiyi getirmek iktidarı ona zorlamak, ülkenin çoğulcu zihniyetini ortaya çıkarmak açısından önemlidir. Blokun en dinamik gücü elbet yine Kürtler olacaktır. Türkiye sol-sosyalist ve demokrasi güçlerinin tavrı önümüzdeki süreçte biraz daha netleşecektir. Zira halen askeri darbelerin, sivil darbelerden daha ilerici olduğunu savunan “solcularımız” az değildir.


Yeniden müzakere sürecini başlamalı

Ülkede bir baskı rejimi yaratıp, korku salan Erdoğan ve AKP iktidarının bu tecrübeden nasıl bir sonuç çıkaracağı da üzerinde önemle durulması gereken hususlardan... Tek Adam yönetimi yaratan Erdoğan’ın bu girişimle büyük bir korku yaşadığını gözlemlemek mümkün... Bu korkunun Erdoğan’ı daha temkinli ve aklı selim hareket edeceğine dair umut beslediğimi vurgulamak isterim. Bu darbenin son olmadığını, demokrasinin halkla ancak sokaklarda yaratılacağına dair düşüncelere sahip olmasını bu tecrübeye bağlıyorum. Sırça köşklerde, kapalı kapılar ardında, halka rağmen bir şey olamayacağını bilince çıkarması umut vaat eden bir gelişmedir. 

Darbeye karşı demokrasiyi savunabilecek en örgütlü güç kuşkusuz Kürtlerdir. Bu nedenle AKP ve Erdoğan’ın zerre kadar aklı kalmışsa bu güç ile dayanışmak, ortaklaşmak ve güç birliği yapmak zorundadır. Bunu bir temenni olarak değil, bir zorunluluk olarak vurgulama gereği duyuyorum. Açık ve net ifade ediyorum. AKP ve Erdoğan, darbe benzeri, demokrasi dışı tehlikelere karşı ülkeyi kaosa sürüklemek istemiyorsa, Kürtlerin bu örgütlü potansiyeliyle ortaklaşmak zorundadır. Demokratik unsurları büyütmek için Kürt Siyasal Hareketi ile yeniden müzakere sürecini başlatmak zorundadır. Başka da bir seçeneği de olmadığından bu süreç kaçınılmazdır. 


Hüseyin Bardakçı

 huseyinbardakci@hotmail.com

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.