Deli!..

Piyes sayısız defa sahnelendi. Bildiğim kadarıyla, iki defa sinemaya uyarlandı. "Deli Deli Küpeli" adındaki sinema versiyonunu Kemal Sunal canlandırmıştı.
Cevat Fehmi’nin hikayesi, dağlar arasında sıkışmış, kış ayları boyunca yolları kapanan, dünya ile ilgi ve ilişkisi kesilen bir kasabada geçer.
Kasaba, aslında yabancısı olmadığımız, geleni alkışlarıyla ilah düzeyine çıkaran, gideni yuhalayan Ortadoğu kültüründe bir ülke, yani 27 Mayıs darbecilerinin eline geçmiş Türk devletidir.
Kasaba genellikle kaymakamsızdır. Çünkü, kimse bu geri kalmışlıkta kalmak istemiyor, her gelen bir süre sonra, yolunu bulup kaçıyor.
Havaların kar dökmeye başladığı bir kış eşiğinde, genç bir adam çıka gelir. "Ben Kaymakamım" diyerek makama oturur. Sonra çıkar, çarşı, pazar dolaşır.
Hayret ki, kimsenin kalmak istemediği kasabayı sevmiş ve benimsemiştir.
Fakat, kasaba gücü olanın tahakkümünde, kibar hırsızlar, soyguncu, rüşvetçi, dolandırıcıların, yine kibarcasıyla "yolsuzluklar"ın cenneti, dokunulamayan "kanunlar" diyarıdır.
Kimsenin hukuk ve haktan zaten haberi yok.
Kaymakam kendi hukukunu yürürlüğe koyarak işe başlar. Bu "teklik"tir. Kasaba zaten tek millet, direkte tek bayrak, sokaklarında tek dillidir. Kaymakam üstüne tek söz ve kararı ekleyerek işe girişir. Eskileri atıp, yeni kibar hırsızlar, soyuncu ve rüşvetçi, dolandırıcılar yaratır. Aynı zamanda, suçlu kovalayıp yakalayan polis, jandarma, suçlayan savcı, yargılayıp hüküm veren yargıç, hapishanede gardiyan, hem de daimi olarak mağdurdur.
Bir kış böyle geçer. Kar ve buzlar çözülüp, yollar açılınca, bir gün, "ben yeni Kaymakamım" diyen, ak pak giyimli, genç bir adam çıka gelir. Herkes eski Kaymakamı arar, fakat ortalıkta yoktur. Yeninin geldiğini duyunca kasabadan kaçmış, kaybolmuştur.
Çünkü o, gerçekte tımarhaneden kaçmış bir delidir…
Şizofren haller ve onların iktidarı, böyledir. Sözüne aykırı söze izin yok, öne çıkan olursa haindir. O tek adam ve tek kişik devlet olarak hainleri cezalandırandır.
Karşıtlarına, "onlar" deyip yürüdükçe, yandaşlarca alkışlanır. O da, alkışçılardan, yeni kibar hırsızlar, soyuncu ve rüşvetçi, dolandırıcılar yaratır.
Deli, aptallaşma değil, bir ruh hastalığıdır. Deliliğin bir türü olan şizofreni de, elbette aptallık değildir. İçlerinden aptalı kadar, kurnazlık dehası, büyük entrikacı, üstün zekalılar da çıkar ve çıkmaktadır.
Toplum nabzının nasıl tutulacağını, kitleleri hangi narayla büyüleyip, peşlerinden sürükleyeceklerini bilenler…
Ortadoğu'da yaşama biçimi, bu yöneyle zeki hastalar cennetidir. Halk, başka türlüsünü görmediği, birey olma özgürlüğünün varlığından da haberli olmadığından, çetesiyle başları tutan ve "teklik" üzere dümdüz giden kamçılı şizofren tapınmayı hak eden kutsal adamdır. Uğrunda efelenip yollara çıkılan, önünde yerlere yatılan.
Hele hele din, iman diyor, kameraların eşliğinde camiye gidiyorsa, tutmayın halkı, onun kölesi, kulu, ağzından çıkacakların esiri olur. Babalanmalarıyla tımarhanelik olduğunu her an sergilese de, o yaşadığı sürece, değişmezlikle başlara baştır.
Irak’ın Saddamı gibi. Bu tipler, düşünme tembeli halkı yorma yerine, adına düşünen ve karar veren olarak belirirler.
Saddam, aynı zamanda toplum imamı, halkını cennete götüren "imanlı" rehberdi. Halkının yararına düşman icat ediyor, onları tek tek sıraya koyup savaşıyor, İran cephesini ölüm tarlasına dönüştürdükten sonra, dönüp iç düşman Kürtlere zehirli gazlarla saldırıyor, kan görmek isteyenlerin zevki tavsayınca, komşu Kuveyt’e giriyor, sonra peşinde televizyon kameraları, sokakta namaz kılma gösterisine çıkıyor, kitleler de onu "savaşların babası" diye kutsiyordu.
Çünkü, her şizofrenin iktidarını besleme gıdasıdır ırkçılık, soven aşı ve din pazarlayıp, bilmeyenlere sevabına satma. Sattığı din ise gerçek değil, nasıl olsa kimsenin bilmediği yerde, kendi uydurduğudur.
Örneğin, durup dururken ülkelerinin bayrağını yeniden keşfe çıkıyor, birileri yan bakmışçasına, başında nöbete durmuş gibi yaparak, "tek bayrak" diye naralanıyor, o zaman, toplumun geri kalmış alt tarafları cezbeye geliyor, çıkarlarına bekçi duruyordu.
Bayrak, narasının en büyük üstatlarından biri de, bir şizofren ve gelmiş geçmişler arasında en ünlü Mafya imparatorlarından olan Al Capone’du. Bir İtalyan göçmeni Al, törenlerde etkin ve önemli devlet görevlilerinin gözünü boyamak için, Amerikan bayrağını öper, başına koyarak tapınır, sonra, gelene, gidene göstermek için bürosunda dikili tuttuğu, aynı bayrağı, ayakkılarını silme bezi olarak kullanırdı.
Bunların hasta adam oldukları, normal hallerinde zor anlaşılır. Arızalarını ele veren başlıca özellik, gülüşleridir. Aşağılık duygusu hastalığına da düçar oldukları için, gülüşü bile kendilerine çok görür, utangaçlıkla sırıtırlar, örneğin. O an yüzleri çarpıklaşarak kızarır, hırlayan kurt misali üst dudakları yana savrulur, yukarıya çekilir. Onlara kurt gülüşlü denmesinin sebebi budur.
Ortadoğu, hep çetesini oluşturmayı başaran deliler cennetiydi ve cennet olmaya devam ediyor.
Halkın buzlaşmış beyni çözülünceye kadar da, devam edecek.
