Demokratik siyaset, inkarcılığın kalktığı ortamda olur

Türkiye'de demokrasi ve demokratik siyaset konusu tartışılıyor. Aslında bu konu on yılların tartışmasıdır. Türk devleti sürekli Türkiye'de demokrasiden söz ediyor ama ne içeride ne dışarıda siyasi çevreler ve toplum Türkiye'de demokrasi olduğunu kabul ediyor. Kuşkusuz demokrasi ve demokratik siyaset olgusu da bir mücadele konusudur. En otoriter rejimlerde bile bir demokrasi mücadelesi vardır. Demokrasi, toplum olmanın gereği toplumsal yapıda her zaman vardır. Bu nedenle demokratik kültür, demokrasi isteği her koşulda kendisini ortaya koyar. Demokrasi mücadelesi aynı zamanda demokratik siyaseti var etme mücadelesidir. Bu açıdan demokrasi mücadelesinin varlığı ve belli düzeyde demokratik siyasal mücadele imkanlarının bulunması, o ülkenin demokratik olduğu ya da demokratik siyasetin esas alındığını göstermez.
Demokratik siyaset esas olarak demokratik olan ülkelerde var olur. Demokratik olmayan ülkelerde ise demokrasi mücadelesi verilerek demokratik siyasetin hakim olduğu ve sorunların demokratik siyasetle çözüldüğü demokratik bir ülke yaratmak hedeflenir. Zaten demokrasi mücadelelerle sağlanır. Sert mücadeleler ve ağır bedellerle temel haklar kabul ettirilir. Demokrasinin var olduğu söylenen ülkelerin böyle bir tarihi vardır. Bu açıdan temel hakların kabul edilmediği bir yerde demokrasiden ve demokratik siyasetten söz edilemez. Dolayısıyla "Başka mücadele yöntemlerine gerek yoktur, gelin demokratik siyaset yapın" demek, toplumu aldatmak anlamına gelir.
Türkiye'de demokrasi ve demokratik siyaset nedir, bu nasıl gerçekleşir, bunları gerçekten irdelemek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kürtlere, sosyalistlere ve İslamcı kesimlere karşı sürekli bir baskı uygulanmıştır. Bu üç kesim içinde en fazla baskıyı ise Kürtler ve sosyalistler görmüştür. İslamcı kesimlerin bir kısmı baskı görürken, diğer taraftan diyanetle İslam dini devletin hizmetine koşulmaya çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bu politikalarına karşı en fazla da yine Kürtler ve sosyalistler direnmiştir. Bu direnişin karşılığında ağır bedeller ödemişlerdir. İslami kesimler de zaman zaman takip ve baskılarla karşılaşmışlardır. Ancak bu baskı düzenine en fazla Kürtlerin muhatap olduğu genel kabul görmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti o düzeyde Kürt düşmanlığıyla şekillenmiştir ki, Kürt’e yaklaşan yanmaktadır. Kürt’e yanaşılmaz ve Kürt karşıtı olunursa Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşam hakkı bulunabilir. Eskiden emniyet müdürlüklerinde "Her türlü suçu kabul edebiliriz ama bölücülüğü asla!" diye dövizler bulunurdu. Zaten pratikte bunlar görülmüştür. Öyle ki, Türkiye'nin ilk yasal sosyalist partisi Türkiye İşçi Partisi (TİP) lideri bölücülükten tutuklanmıştır. Türkiye'de sosyalistler Kürt sorunuyla ilgilenmenin en zor iş olduğunu bilmektedirler. İslamcılar içinde de en tehlikeli görülenler Kürt sorunundan söz edenler olmuştur. Çünkü Türk devletinin en temel amacı, Kürtleri kültürel soykırıma uğratıp Türkleştirmektir. Türk devleti bu amaca ulaşmak için şeriatı da, Kürtsüz sosyalizmi de kabul eder. Ancak içinde Kürt olan bir şey kendisine yararlı olsa bile kabul etmez. Türk devletinin Kürt düşmanlığı bu düzeydedir. Nitekim on yıllardır ve halen de Kürtler yararlanır diye demokratik adımlar atmıyor; demokratik bir ülke haline gelmiyor. Eğer Kürt sorunu olmasaydı, köklü demokratik adımlar da atabilirdi. Ama Kürtlerin yararlanabileceğini bildikleri için demokratikleşme adımları atmıyorlar ya da demokratik görünen her yasanın ortasına "ancak" koyarak kaşıkla verdiklerini kepçeyle alıyorlar. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Kürtler yararlanır diye gerçek demokratikleşme adımı atmayacakları Türkiye tarihinde yaşananlardan açıkça anlaşılmıştır.
Özel savaş demokrasisi
Şu anda Türkiye'de İslam maskeli bir hükümet bulunmaktadır. AKP iktidarı ilk yıllarda klasik iktidar bloklarıyla karşı karşıya geldi. Aslında 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi İslamcı kesimleri sistem içileştirme çabaları gösterdi. Ancak hem Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi siyasal mücadeleyi keskinleştirdiği için, hem de İslami kesimle Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı şiddetli bir mücadeleyi sürdürmeyecekleri ve teşhir olacakları için İslamcı kesimlerin sistem içine alınmasında bir gecikme yaşandı. Ancak Önder Apo yakalanıp PKK tasfiye olduğu düşünüldüğünden 2002 yılında AKP iktidarının önü açıldı. 1 Haziran 2004 yılında gerilla hamlesi gelişince AKP iktidarı çok zor duruma düştü. İktidara geldiği süreç Kürt Özgürlük Hareketi'nin tasfiye olduğu düşünüldüğü süreç olduğundan 2007 yılına kadar hem devleti hem de demokrasi güçlerini oyalama politikasını izledi.
2007 yılında AKP ile Genelkurmay anlaştı; AKP Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı mücadele edecek ve kültürel soykırımı ortadan kaldıracak adımlar atmayacaktı. Bu temelde Kürt karşıtı olmak kaydıyla İslamcı kesimler sistem içine alınacaktı. Zaten Türk devleti uzun zamandır Kürtleri yalnızlaştırma politikası izliyordu. Bu nedenle Kürtlerle ittifak yapacak her kesime yumuşak yaklaşım gösteriyordu. İslami kesimleri sistem içine alarak Kürtleri tümden yalnızlaştırmak hedeflenmiştir. Nitekim 2007 yılından bu yana AKP hükümeti Kürtlere karşı hem psikolojik savaşı hem de asker ve polis saldırılarını arttırmıştır.
Şimdi bu AKP Kürt Özgürlük Hareketi'ne "Silah bırakılsın, demokratik siyaset yapılsın" diyor. Kendisi Kürtleri yalnızlaştırmak ve Kürtleri bastırmak için sistem içine alınmış ya, Kürtlerin de kendi kültürü ve kimliğiyle siyaset yapıp haklarını savunabileceğini söylüyor. Bir taraftan demokratik siyaset yapılması çağrısında bulunurken, diğer taraftan sabah akşam "kimlik siyaseti yapmaya karşıyız" vaazı veriyor. Hala Kürtlerin varlığı anayasal ve yasal güvenceye kavuşmamışken demokrasiden ve demokratik siyasetten söz edilebiliyor. Bir zamanlar Demirel "Yollar yürümekle aşınmaz" derken, şimdi de AKP’liler ''Gelin Meclis'e 20-30 milletvekiliyle katılın, milletvekili olmanın nimetlerinden yararlanın'' diyor. Kürtlerin varlığını kabul etmeyen Meclis'e gelin demokrasicilik oyunu oynayın diyor.
Türkiye Cumhuriyeti anayasal ve yasal olarak Kürt düşmanlığını, Kürt karşıtlığını, Kürt’ü yok sayma politikasını bırakmamıştır. AKP hükümeti döneminde de inkar, imha ve kültürel soykırım politikasında özü değiştirmeyen, sadece psikolojik savaşı güçlendiren bazı adımlar atılmıştır. Çok teşhir oldukları dil ve kültür alanında kültürel soykırım politikasını engellemeyen bazı yumuşamalar yapmışlardır. Ancak hala Meclis'te Kürdistan denilemiyor. Kürtlerin özgürlüğünden ve özerkliğinden söz edildiğinde protesto edilerek etnik siyaset yapmakla suçlanıyor. Dolayısıyla Türkiye'de demokrasiyi 20-30 milletvekilinin koltuklarda oturması olarak gören bir özel savaş demokrasisi anlayışı vardır. Nitekim Kürtler biraz örgütlenip siyaset alanında etkili olmaya başlayınca hemen binlerce siyasetçiyi zindana atarak siyasi soykırım yapmaktadırlar. Gösterilerde her gün genç ve çocuk öldürülmekte ama bunların tek birinin bile katili cezalandırılmamaktadır.
Kürt varlığı tanınmadan
demokratik siyaset olmaz
Türk devleti Kürt inkarına dayalı sistemini değiştirmemiş, Kürtlerin haklarını tanıyarak Türkiye'yi demokratikleştirmemiştir. Kürt sorununun çözülmediği bir Türkiye demokratik görülemez. Demokratik olmayan bir ülkede ise demokratik siyasetten söz edilemez. Türkiye ne zaman Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü tanırsa o zaman demokratik olur ve demokratik siyaseten söz edilebilir. Bu durum gerçekleşmeden Kürtlere "Gelin demokratik siyaset yapın" demek, Kürtlerle dalga geçmektir. Türkiye hala demokrasinin ve demokratik kültürün hakim olduğu bir ülke değildir. Farklı kimlik ve kültürlerin varlığını kabul eden bir ülke değildir. Katı ulus-devlet yapısı korunmak istenmektedir. Her gün tek millet, tek vatan ve tek devlet diyen bir zihniyet hakimdir. Demokrasi anlayışları da Demirel’in "Bul 276’yı, kur Hükümeti" demesinden bir milim ileri gitmemiştir. Böyle bir ülkede 20-30 milletvekili soykırımcı sistem içinde ne yapabilir ki! Hele gerillanın var olmadığı, Türk devletinin kendisini rahat hissettiği bir ortamda 20-30 milletvekili hiçbir şey yapamaz. Bunu da Türk devletini tanıyan herkes bilir.
Türkiye'de şu anda Kürt milletvekilleri kısmen dikkate alınıyor ya da üzerlerine gidilmiyorsa, bazı söylemlerine tahammül ediliyorsa bu, Özgürlük Hareketi'nin gücü ve gerillanın varlığından kaynaklanıyor. Çünkü hala Kürtlere karşı bir özel savaş yürütülüyor. Kürtler aldatılarak kültürel soykırımcı sistem içine sokulmak isteniyor. Bu nedenle Kürt milletvekillerinin ve demokrasi güçlerinin Kürtlerle ilgili bazı söylem ve taleplerine tahammül ediliyor. Anayasal ve yasal olarak Kürtlerin varlığının tanınmadığı bir ortamda Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadelesi zayıflatılır ve gerilla gücü tasfiye edilirse Türk devleti çok açık biçimde anayasanın ve yasaların inkar zihniyetine göre hareket edecektir. Bu gerçekliği görmeden kendilerinin demokratik siyasal mücadele yürüttüğünü sananlar devekuşu gibi kafasını kuma gömenlerdir. Türk devletinin rasyonel hareket edebileceğini düşünenler kendilerini kandıranlardır. Milliyetçi, inkarcı zihniyetin rasyonel düşünme gibi bir gerçekliği olamaz.
Türk devlet sistemini anlamadan demokrasi ve demokratik siyaseti doğru tanımlamak mümkün değildir. Türk devleti zor ve baskı sistemini Kürtleri kültürel soykırıma uğratma üzerine kurmuştur. Dolayısıyla başka alanlarda anayasa ve yasalar ne olursa olsun Kürtlerin varlığı kabul edilmeden Türkiye'nin değişmesinden, demokratikleşmesinden ve demokratik siyasetten söz edilemez. Demokrasinin olmadığı bir yerde kimse demokratik siyaset var, gelin sorunlarınızı demokratik siyasetle çözün diyemez. Daha doğrusu Türk devleti politika değiştirip Kürt sorununu çözmezse, özellikle Kürtlere çağrı yaparak Türkiye'de demokratik siyaset var diyemez.
İnkar politikası hiç değişmedi
Demokrasi ve demokratik siyaset Kürtler açısından ancak mücadele ile elde edilecek olgulardır. Kürtler on yıllardır mücadele ederek demokrasi ve demokratik siyaset için belli zeminler yaratmışlardır. Demokrasi ve demokratik siyasetin kazanılacağı birikimler yaratmışlardır. Ancak hala somut olarak Kürtler için temel haklarının kazanılacağı demokrasi ve demokratik siyasetten söz edilemez. Kuşkusuz mücadele ile kısmi demokratik siyasal mücadele imkanı bulmuşlardır. Ancak tam demokrasi ve demokratik siyaset anayasal ve yasal bir güvenceye kavuşmamıştır. Bu açıdan Türk devletine karşı her alanda mücadele sürmek durumundadır. Çünkü demokrasinin olmadığı, Kürtlerin varlığının tanınmadığı bir soykırımcı devlete karşı her türlü direniş meşrudur. Dolayısıyla gerillanın varlığı da, direnişi de meşrudur. Çünkü bu direnişlerini meşru kılmayacak bir Türkiye ortada yoktur; Kürtlerin varlığını ve haklarını kabul eden bir demokrasi yoktur.
Türk devleti Kürt inkarı üzerine şekillenmiştir. Türk devletinin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel politikası da Kürtleri kültürel soykırıma uğratma sistemine hizmet etmektedir. Bu açıdan kültürel soykırımdan vazgeçilmezse, Kürtlerin varlığı kabul edilmezse demokrasi ve demokratik siyasetten söz etmek demagojidir, toplumu aldatmaktır. Türk devletinin karakterini bir tarafa bırakarak yapılan konuşmalardır. Türkiye, antidemokratik ve baskıcı sistemini sürdürmek, Kürtlerin varlığını yok sayarak Türkleştirmek, yani tek millet yaratmak istemiyorsa, yani Kürtlerin varlığını tanıyıp özgür ve demokratik yaşamlarını gerçekleştirmesini kabul ediyorsa o zaman demokrasiden ve demokratik siyasetten söz edebilir. Aksine demokrasiden ve demokratik siyasetten söz etmek Kürtleri yok sayan sistemi meşrulaştırmaktır. Hiç kimse mevcut inkarcı sistemi meşru kılamaz.
İnkarcılığın kaldırıldığı da yalandır. Hala anayasa ve yasalarda Kürtlerin varlığını kabul eden tek bir cümle yoktur. Kürt kökenli vatandaşlar vardır; eskiden olduğu gibi tek tek Kürtler vardır. hala Kürt İdris vardır, Kürt Hasan vardır ama bir toplum olarak Kürtler ve hakları yoktur. İnkar, ancak Kürtler bir toplum olarak anayasa ve yasalarda tanınır, toplumsal hakları kabul edilirse kaldırılmış olur. Yoksa Kürt var demek ama gereklerini yapmamak Kürtlüğü yok etmenin yeni bir yöntemi olmaktan başka bir anlam taşımaz. Nitekim Kürtler şimdi de Kürtlükten söz edilerek ama hakları tanınmayarak yok edilmek istenmektedir. Eski ile yeni inkarcılık arasındaki fark budur.
Kürtlerin varlık-yokluk sorunu vardır. Varlık-yokluk sorunu olan bir halk hakkında karar verme kimsenin insafına bırakılamaz. Eğer demokrasi ve demokratik siyasetin varlığından söz edilmek isteniyorsa Kürtlerin hakları tanınsın ve Kürt sorunu çözülsün. Yoksa demokrasi anlayışı milletvekili sayısıyla sınırlı olanların insafına sığınılamaz. Demokrasiyi milletvekili sayısı ile sınırlı gören bir zihniyet ve sistemin olduğu ülkede 30-40 milletvekilliğiyle ne demokratik siyaset yapılır ne de Kürt sorununu çözülür; aksine böyle bir ülkede milletvekili sayısı fazla olan parti "ben çoğunluğum, benim dediğime boyun eğeceksin" der. Zaten şimdiye kadar bu yapılmaktadır. Türkiye Meclisi 50-60 yıl önce hangi zihniyetteydiyse şimdi de esas olarak öyledir. Sadece Kürtlerin mücadelesi karşısında özel savaşı, psikolojik savaşı yeni yol, yöntem ve araçlarla çeşitlendirmişlerdir.
