Derin bir ‘argo’ lügatı: Pani miçi panga! (*)

Hayat, susuz da koşabilen atlar gibidir. Gider, gider, gider... Dereleri geçer, tepeleri aşar, dönüp arkaya baktığınızda -ki serüvencinin, göçerin en belalı efkarıdır, bu labirentte dönüp arkaya bakılmaz- hayatın ince bir iplik gibi süzüldüğü görülür.
Hayat susuz da koşabilen bir at gibidir. Birden durur. Ve kopar ip. At ölür! Bunca koşmaya başka bir dil gerekmez zati. At ölür, yazgısı bu. O at onca yoldan sonra sağlam kalacak değil ya, ölmelidir! Sapasağlam varsa bile menzile, sahibi olan er kişi, bu atın kendini pikniğe kadar götüremeyeceğini bilir, tek kurşunluk bir sese bırakır yazgıyı.
Hayat ağızda kurumuş dil olur bazen. Süslemek için edebiyat gerekir: Şiir bazen, bazen film, replik bazen de...
“Sen ağzını ilave edince atlara/ Birdenbire oluyor bu, şaşırıyoruz/ Korkunç bir güzellik halkların havasında/ Birden ötesine geçiyoruz varmak istediğimizin/ Ayır ayırabilirsen, hangimiz kadın hangimiz erkek...”
Cemal Süreya bu. Tanıdınız. O susuz koşmaktan yorulmayan ama tam da “küt” ve “Kürt” diye kalabilen şair. Hayatın yorgunu. Garibi falan... Ama şair. Çokça besler argoya da kaçan işlerimizi, düşlerimizi. Dilimiz ağzımıza sonradan ilave olduğunda ve biraz yakışıksız, kibirli durduğunda ona dönüp “heyhat, imdat” dediğimiz adam.
Dağınık yazıda dil ve üslup sorunu:
At öldü, şair öldü, ilave dil ağızda büyüdü. İyi şeyler çıkmıyor şimdi. Ihh, hıh tipi sözler; anlaşılmaz ve bu dünyaya ait değil. Argo deyip çıkalım merdivenleri. Belki yedekten ilave bir güç lazım ama itelim bakalım kendimizi yokuşa. Yok, sürelim. En iyisi sürülmek. Sürgüne kılcallarımızda yer var. İlkel tarihin kavimler göçünden mavi ve kırmızıdır sürgünlüğün rengi. Alışığız özcesi. Taş taş üstüne koymuşken daha, çadırdan kapıya terfi etmişken bir yüzyıl, bahçe diye belleyip suvarmışken üç beş ağacı, dalları taze fasulyeler yetişmişken kapı önünde ve alışmışken bir iki kuşak yerleşikliğe... Mavi ve kırmızı olarak çoktan çizilmiş. Baba yadigarı değil nasılsa hayat. Rengin ne sorusuna tarih arayan adamlar, çizeni bilmem ama mavi-kırmızı damarlar geçer sürgünlüğümüzün ortasından. İyisi mi tut o renklerin ucundan kendine kendin gibi bir tarih yarat!
Atlas şahidim olsun ki, şair bile bilmezdi bu kadarını. O mavilerden yorgan yapıp örtünürken, kırmızılardan ruj yapıp öpüşürken, tarih bir argo tufanı gibi geçti üstümüzden ve üstelik ilave bir dili sallayarak düşlerimize... “Korkunç bir güzellik” inmiyor halkların havasına. Aksine, korkunç bir adilik havalandırıyor halkların havasını. O rengahenklik mavi-kırmızı, satır arası bir keder.
Dağınık yazıda ilave dil örnekleri: Birgül Ayman Güler’e argo sesleniş
Pani miçi panga, abla! Alkışlayanın kalmadı arkanda. Sizin kırmızı-mavi devir geçti, renkleri sıralama işi başkalarında. Sizin kırmızı-mavi (beyazdır aslı) hayat, küçük adımlarla yeşilin binbir tonuna kesti. Sizin valde çeşmesi kurudu hepten. Sizin cumhuriyet hakikaten voyvo artık. Gel ikna ol, az üzül. Sinirlerine de hakim ol yücelik standartlarınızın altında. Şimdilik standartlara uygun olarak ilave dilinle yaradana sığınmış gözükmektesin. Sizin bitirim yeri yorduysa seni, bargeleyebilirsin es-es arzulu akademik ruhunu... Sözlük tavsiyesi: Irkçılıktan gına geldiği yerde zorlama memuriyetten haşlama dillerini. Onu da terbiye edecek uygun bir halk bulunmazsa bile küçük bir kamu idaresi tahsis edilir mutlaka.
Dağınık yazıda son gibi bir şey:
Hayat susuz da koşabilen atlar gibidir. Gider, gider, gider... At ölmez, ama sürücüsü uzun yollardan geçmiş sıska bir ölüdür!
(*) Pani miçi panga:
Dalavere, tuzak (argo)
Bargelemek: İstirahat etmek
Voyvo: Yahudice çürük yumurta
Yaradana sığınmak:
Öfkelenmek falan…
Valde çeşmesi: Anadan/
aileden gelen para anlamında…
Bitirim yeri: Paraların temizlendiği
kumar mahalli
