Dêrsim’in kayıp halleri

Haberleri —

Dêrsim, coğrafyasıyla, tarihsel geçmişiyle, Kürt halkının yüreğinde acının da, umudun da simgesi. Doğasının güzelliği kadar sömürgeci, katliamcı zihniyetin yaşattığı zulmün acıları, Kızılbaş Aleviliği’nin acıyı bal eyleyen masumiyetinde; dokunulmazlığında, bir çığlık gibi yaşanmışlıklar, yaşanacaklar demlenirken bir tanımsızlığın sıralarla örtündüğü, sözün dilde, yürekte dağ dağ, yol yol estiği, aktığı halleri umudun özlemine dönüşür.
Dokununca incinen, dokunuldukça yakan kerametleriyle, sulara, dağlara yansıyan, görünen, görünmeyen, pirleriyle, mürşitleriyle semahta dönen yüreklerin insan halleri. Dêrsim, Kürt halkının, Dêrsim Aleviliğin, zalimlerin zulmünden geriye kalan bir toplamın kendisi. Yüzleşmenin, yüzleştirmenin, arınmanın, tövbekarlığın dara duruşu. Böyle olunca da ateşin ateşten çemberi içerisinde, bir sönmeyen, titreyen alevi. Zalime yar olmamışlığın yeterliliğinde kendini unutma halleriyle sevdalanmanın taşınmaz yükü.
Her yıl onlarca Dêrsim toplantısı, paneli, sempozyumu, anması yapılırken Dêrsim bir kayıp tarih, Dêrsim bir kayıp halk. Su gibi, ateş gibi, yerin, göğün, kuşun, kurdun, ağacın, çiçek çiçek dolaşan kelebeğin kanatlarındaki dayanılmaz fırtınanın titreyen hali. Dahası dünyevi hallere sığmayan sırlarıyla, kimin ne anladığı, ne gördüğü; kimin neye, nasıl, ne kadar dokunduğuyla yeniden kurma, bozma, yapma-yıkma halleri. Bilenin de, bilmeyenin de, görenin de, görmeyenin de buluştuğu ama bu buluşmada Dêrsim’in olmadığı bir acayip zulmün hali…
Dêrsim-Kızılbaş-Alevilik felsefesinde, her insanda bir güzel öz vardır, her sözde bir doğru işaret vardır, diyerek Dêrsim sabırla izlese de, dinlese de, sabrın bir damla ile taşma anı da vardır. Ve taştığı o anlardır ki, Dêrsim’i Dêrsim yapar. Kendini evrende, evreni kendinde arar. Kürt olmanın kadim tarihinde nice imparatorluklara bu coğrafya beşiklik yaparken, ne zalimliğe ne zalimin zulmüne boyun eğmemiştir. Herkesin iştahını kabartan; doyumsuzluğu kışkırtan dört dağ arasındaki tarihin hem kendisi hem de şahidi olmuştur. Kirlenmeyişin mazlumluğunda zulmün mağduriyetine sığınmanın lüksünü yaşamanın o berbat rahatlığına tenezzül etme tehlikesiyle karşı karşıya olunduğunu görmenin bedelini de göze almadan elde edilemiyor.
Osmanlı’nın Yavuz’undan bugüne kadar, Aleviliği ve Kürtlüğü bitirmeyi amaçlayan ve varlığını bunun üzerine kuran, sürdüren inkar-imha zihniyetine karşı direnme gücünü geçmişinden aldığı kadar bugün de imha ve inkara karşı direnen ve mücadele eden Kürt halkının mücadelesinden de aldığını izan ve vicdanla fark ettiği kadar kendini temsil edebilecektir, misyonunu oynayabilecektir.

Zalimin tuzağına düşme...

Kızılbaş Alevilik ahlak ve felsefesinde kendini bilmeme, kendini inkar etme, düşkünlüktür. “Aslını inkar eden bizden değildir” diyen Düzgî Bawa’nın Zel’in, Munzur Bawa’nın, ocaklarının pirlerinin ve mürşitlerinin duasını ve immetini de alamaz. Şimdi, siyaset adına, gün ve gelecek adına, Alevilik adına, sol adına kimliğine, inancına sahip çıkmama, zalimin zulüm tuzağına düşme değilse nedir? Dêrsim, tarihiyle, Yavuz’dan bu yana ki Alevi katliamlarıyla ve 1938 katliamı ile yüzleşmemiştir. Yüzleşme, zalimin zulmünün acılarıyla demlenmeyle, masumiyeti mağduriyetle toplayarak sevdalanma ile unutmuş gibi yapıp celladına güç getirmediğinde affetmenin o dayanılmaz hafifliğine sığınıp kendini aldatmayla olmuyor. Ve en kötüsü de, zalimine sığınma halidir. Oysa yüzleşme, geçmişine sahip çıkarak ayın zulmü bir kez daha yapamayacağını zaliminin, celladının yüzüne haykırabilme gücüdür.
Cumhuriyet devletinin katliamcı asimilasyon zihniyeti, bölerek, parçalayarak önce fiziki yöntemlerini devreye soktu. Yeri de göğü de teslim almak istedi. Bunu başaramayınca asimilasyon denilen faşizanlığın en berbat yöntemleriyle ruhları işgal etmeyi denedi. Öyle bir kıvamına getirir ki, halkı kendi kendinden, kimliğinden, inancından, dilinden, kültüründen alıkoyar; kuşkuya düşürür. İşgal ettiği yerde, katlettiği halktan ayartmacıları kendi yerine bekçi olarak diker. “Biz kimiz, nereden geldik?” sorusunu dolaşıma sokar. En aptalca sorular anlamı, algılamayı muğlaklaştırır, grileştirirken zalim zulmünü sinsice görünmez kılar. Oysa bu coğrafyanın kadim halkının kimliğinin sorgulanması, sömürgeci zihniyetin idrakini da, haddini de aşar. Ancak faşizan yöntemi dillendirmekle öyle kolayca sökülüp atılmıyor.

Dêrsim tesadüfen seçilmemiştir

Bugün hala panellerle, sempozyumlarla Dêrsim’in kimliği ve inancı tartışılıyor ve tartıştırılıyorsa, asimilasyonun faşizan yöntemlerinin başarısını görmemiz gerekiyor. Devletin bin bir hileyle çalıp çırptığı, diktiği; giydirmek istediği gömleği yırtıp atma yerine solundan, sağından eklemeler, yamalar yapmak, giymeye rıza göstermek hem ayıptır hem de günahtır. Bu durum, kendi geçmişini bilmeme, kimliğine, inancına, diline, kültürüne yabancılaşmanın kendisi olmuyor mu? Kendini bilmeme hali zalimini tanımama haline dönüşmüştür. Bundandır ki, kendini ararken zalimin maskelenmiş haliyle karşı karşıya geliyor.
Dêrsim araftadır. Ya maskeyi çekip indirecek ya da kendine yabancılaşmanın dayanılmaz günahıyla, vebalıyla baş başa kalacak. Tam da sahte Kürt ve Alevi açılımlarının tasfiye zihniyetinin açığa çıkarıldığı bir dönemde bu açılımların kenar süsü üniversiteler ile onların yerli ayartmacıları bilimsellik makyajı ile Kürt ve Alevi kimliğini “var mı, yok mu” noktasında yeniden tartıştırarak faşizmin inkar ve asimilasyon politikalarının devreye sokmak istiyorlar. Bu politikaların uygulama alanlarından biri olarak Dêrsim tesadüfen seçilmemiştir. Dêrsim, Kürtlüğün de, Aleviliğin de merkezi konumundadır.
Bu anlamda Tunceli Üniversitesi, Dêrsim’de asimilasyon zihniyetinin öncü karakolu gibi çalışmaktadır. Cumhuriyet devletinin zulmünün ustalığını ilan eden iktidarının gücünü arkasına alarak Gülen Cemaati’nin faşizan ırkçılığı ile Türkçülüğün ve İslamiyetin Sünni-Hanefi mezhebinin misyonerliğini yapmaktadır. Gülen cemaati bu grileştirilen havada temelini attığı anaokullarından öğrenci yurtlarına, dershanelerinden kolejlerine kadar, hepsinin ikinci, üçüncü katlarını atmaya başladı bile. Her biri bir tuzak, her biri bir haram lokma. Bu bitirme, bu soykırım kaçtır çalmadan kapıyı giriveriyor içeriye. Zalime beddua da istememiş, afsun da kar etmemiş.
Seyid Rıza ve arkadaşları, katledilen kadınlar, çocuklar, binlerce Dêrsimli bir kez daha, Dêrsim’in tam da ortasında katledildiler. Zulmün açtığı; iyileşmeyen, kapanmayan yaraya arkadan dolanarak zulmün yeniden saplandığı andır. Erdoğan o ana “bu bir katliamdır, tamam ama özür dilemek gerekiyorsa ben de özür diliyorum” diyerek mühür bastı. Her şey bir kirletilmiş söz müydü? Dêrsim’de zulüm bir kez daha faşizan yüzünü trajik-komik, acıtan, güldüren yöntemle boyamış oldu.

Cemaatin usta tuzakları

Guguk kuşu galiba en özgür kuştur. Zamanının büyük bir bölümünü uçarak yaşar. Baharla yuva yapmaz. Ama baharda diğer kuşlar gibi yumurta yapar. Yumurtalarını diğer kuşların günlerce emek vererek yaptığı yuvalara bırakır. Yumurtalarını bıraktığı yuvaların sahiplerini seçip seçmediğini bilmek zor. Nesillerini hala sürdürüyorlarsa, demek ki bir bildikleri var. Guguk kuşunun bıraktığı yumurtalardan günü gelince yavrular çıkıverir, günü gelince guguk kuşu olarak uçuverir. Anlaşılan her şeyden haberdar olan Gülen Cemaati, guguk kuşundan da haberdar. Her taşın altından çıkmasının nedeni yoksa nasıl açıklanır? Bu sinsi yeraltı, yerüstü faaliyetleri bazen bir birine dolanınca, çok bilmenin, çok yanılmanın gazabından da kurtulamaz. Yetiştirdiği strateji uzmanları Gülen’in sızıp gizlendiği taşa basınca da ağlama halleriyle yakalanıveriyor.
Cemaatin faşizan asimilasyonun öncü karakolları, kendince, Kürt ve Alevi çocuk avını, öyle 38 Dêrsim katliamı yöntemleriyle; kaçırarak, el koyarak, sonra kayıp vererek yapmıyorlar. O, tekçi, inkarcı devlet zihniyetinin süpürgeciliğini sessizce yapar. Usta bir avcı becerisiyle tuzaklar, yuvarlar kurar. Dêrsim, bu tuzakların, bu yuvaların kuşatmasında. Parasız anaokulları, kursları, burslu üniversitelerden aşlı, işli vaatleri devreye sokmuş durumda. Guguk kuşunun bırakacağı yumurtaları bekler. O, kendini akıllı sanır ya, Kürt çocuktan Türk, Alevi çocuktan Sünni-Hanefi çıkarmanın marifetini gösterecek; kendisini de “seçilmiş” ilan edecek. Anlaşılan guguk kuşunun yumurtasından ne kurt ne de karga çıkmadığının idrakine ulaşmamış. Bu asimilasyoncu faşizan yöntem, 38 Dêrsim katliamı sonrasında, sürgüne gönderilenler üzerinde on yıllarca denendi, YİBO’larla denendi, deneniyor. Bu yöntemde hala ısrar ediliyorsa, Dêrsim’linin dönüp Dêrsim ile yüzleşmesi gerekiyor.
Dêrsim’in temel sorunu, nerede durmak, sorunu değildir. Durduğu doğru yerde ne yapma, nasıl yapma, sorusuna yanıt vermektir. Gelinen bu aşamada geç kalmışlığın eşiğine dayatılan faşizan yönteme ve yönelime karşı sorumluluk adına birbirine çarpma, birbirine dolanma sorunu yakıcı bir hale gelmiştir. Yaratılan değerler ve inançlardan öteye mevcut farklılıklar kutsanmış; bencillik, benlik, kibirliliğin sınırlarına, tuzaklarına dayanmıştır. Oysa Kızılbaş Alevilikte, ne ahlakı ne de inançsalı kabul görmeyecek, kaldırılamayacak bir durumdur bu. Kendine yabancılaşma, kendini inkar etme, darda durarak da arındırılmayacaktır.

Bilmemezlik Dêrsim’e sığmıyor

Dêrsim, sol yelpazeye sığmayan onlarca siyaset ve bir o kadar da kendi olmamanın, birlik olmamanın çelişkilerinden sızan sistem partileriyle yan yana olmak Dêrsim için hem ayıp, hem günahtır. Zalimle mazlumu, kurt ile kuzuyu ayırt edememenin bilmezliğine sığınma durumları. Mevcut siyaset karmaşası, hilesi, bilmemezlik Dêrsim’e sığmıyor. Mazlumla zalimin yan yanalığı Dêrsim’i kirletiyor, incitiyor. 38 Dêrsim katliamından bu yana kendisiyle yüzleşmeyen Dêrsim’i, zalimler bu yüzden terk etmedi. Bugün de yerleştiler, yerleşiyorlar. Cumhuriyetin kurucu partisi (CHP) başta olmak üzere, diğer sistem partileri, kuzu postuna bürünmüş kurtlar misali, Dêrsim’in içine sızmayı başardılar. Bunların yaptığı kuşatma tam başarılı olmayınca, Gülen cemaatini devlet edip yedekleyerek kuşatmayı tamamlamak istiyorlar. Acıdır ki, zalimlerin paylaşamadığı Dêrsim, zulmün karanlığını geceden sanıyor.
Dêrsim, katliamlarla, sürgünlerle dört bir yana göçertilmişken, mülteciliğin mültecisi; bir yere sığmayan, yerleşmeyen; bir gün mutlaka doğacak güneşin şafağında dönüşe sevdalanma hali. Bir bitmeyen, süre gelen, süre giden bekleyiş hali. Geride bırakılan ne varsa dondurulmuş. Taşınmaz günahın, günahkarlığın yükü. Dokunulmaz bir emanet. Munzur’dan bir yudumluk su, Zel’den bir demet zembül, Düzgî Bawa’dan bir tadımlık teberîk, yüreğe basılan Dêrsim olmuştur.
Dêrsim, egemenlerin, sömürgecilerin topyekün saldırıların hedefi durumundadır. Dêrsim bir savunma halidir. Pir Sultan’ın siyaset günlerinin gelip çattığı onların toplamını yaşıyor. 70’inde Sayid Rıza karanlıktan aydınlığa yürürken inkarcının, katliamcının yüzüne “ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu; ama size boyun eğmedim bu da size dert olsun!” haykırışı bugün Dêrsim dağlarında yankılanıyor. Siyaset ateşten top gibidir, bir de kirletilmişse hilelerle örülmüşse, tutmasını bilmeyenin yalnız elini yakmaz, geçmişini alt üst eder. Geleceğini karartır.

Tunceli Üniversitesi’nden ters yüz...

Dêrsim’de ve dört bir yana dağılan Dêrsimlilerin, her yıl siyaset adına, sorunları çözme adına her yıl sayısız paneller, sempozyumlar, anmalar yaparlar. Bu da bir yerde sorunları, olguları ve algıları kendi durdukları yerden tartışmak, ayrışmak, yeniden belirlemek ancak çözüm noktasında bazılarının ortaklaştığı, bazılarının ayrıştığı birçoklaşma hallerinden öteye gitmemiştir. Bu sempozyumlardan bir tanesi de yakın zamanda Avrupa’da her yıl olduğu gibi bu yılda Dêrsim Demokratik Aleviler Birliği ve Dêrsim’i Yeniden İnşa Birliği ortaklaşarak gerçekleştirdiler. Basından izlemeye çalıştım. Anlamlı tartışmalar ve sonuçlar ortaya çıkmıştır. Dêrsim topyekün saldırı ve kuşatma altında olunca, sorunların tümünü tartışmak, çözüm ve karara ulaşmak kolay olmadığı açıktır; ancak temel sorunların, ayrıştırılması ve yöntem belirleyici rol oynar. Geçmişi ve günceli buluşturmayan, tartışmalar ve sonuçlarda pratikleştirme kolay olmuyor.
Tunceli Üniversitesi’nin gerçekleştirmiş olduğu sempozyum Kürtlüğü de, Aleviliği de hedeflemiş, ayrıştırmış, ters yüz etmiş ve sistemin, iktidarın yarattığı Kürt ve Alevi kimliğine sığdırmayı bir kez daha denemiştir. Bu inkarcı, asimilasyoncu, rezil faşizan yöntemleri ve zihniyeti teşhir etmeden buna alternatif ne yöntem ne de çözümlerden bahsedebiliriz. Muhalif olmak doğru yerde durmak her zaman yeterli ve sonuç alıcı olmayacağı gibi bir yerde kendini aşmayan tartışmalar, kararlar tekrar düşüp, sorunu çözmekten öteye, derinleştirir ve meşrulaştırır. Sorunlarla birlikte yaşama alışkanlığına dönüşür.
Bu anlamıyla da Dêrsim’e dair yapılan panel, sempozyum ve festivallerde giderek ortaklaşmaya başlayan yeniden varlık sorunlarının merkezileştirme yanılgısına karşı son otuz yıldır verilen demokratik ve özgürlük mücadelesi bunun en doğru yanıtı değil midir? Halk olarak varlığının inkarına karşı tarihten bugüne kadar yaşanan kahramanlıklar, ulaşılan sonuçlar ve ödenen bedelleri nasıl tanımlayacağız, nereye koyacağız. Özel kimliksel ve inançsal değerlerimizi ve dillerimiz, Dêrsim’i Dêrsim yapan özelliklerimizin kapitalist modernitenin inkar ve asimilasyonu tersyüz ederek, süsleyerek, bireysel özgürlükler olarak sahte cazibesiyle toplayarak, ayrıştırma, parçalama, sömürgeci inkarcı zihniyetin can simidi oluyor.

Niçin rolünü oynayamadı?

Dêrsim Kürt coğrafyasının tarihinin kimlik ve inançsal değerini, özünü bugüne taşıyan temsiliyetidir. Bunu sorun olarak gören ya tarih algısında yöntemsizlik, eksiklik, yanlışlık vardır ya da inkarcı zihniyetin kazmada, örmede bıkmadığı tuzak ve hilelerine ramak kalan sınır boylarında muhalif olma, solcu olma, Dêrsim’i sevme adına, romantik hallerine sevdalanmadır. Dêrsim Kurmanc-Kirmancî dilleriyle Alevilik inancının değerleriyle, merkezi konumdadır. Bu özelliğiyle kendini biricik kılmanın, dokunulmazlığından yerelleşmeye koyarak misyonunu oynayamaz. Bu çoklu yapısı üzerinden bir kez siyaset kayınca da, sorunları çözen değil de, sorun üretmeye dönüşebilme tehlikesi yaşar. Dêrsim’de siyaset bu tehlikeli, kulvarda kendini tekrar etmeyi aşmamaktadır.
Dêrsim’in bu merkezi özelliğinin kendinden ibaret algılandığından, bu algılamalar üzerinde tanınmalar yaptığından, aynı dinsel ve inançsal özelliği yaşayan, Palu, Siverek, Hani, Lice, Piran’ın Kirmancî (Zazakî) dilini, yine Maraş, Sivas, Malatya, Adıyaman, Varto’daki halkımızın Alevilik inanç ve kültürel değerlerini nasıl algılanıp, tanımlanacak. Merkezi misyon birleştiren, bütünleştiren, bir öncülük sorunudur. Temel sorun Dêrsim’i Dêrsim yapan bu özelliğinin neden, niçin rolünü yeterince oynayamadığıdır.
Dêrsim özgürlüğüne, kimliğine, diline, kültürüne, inanç değerlerine bağlı kalmıştır. Direniş geleneğini de bunun üzerinden yükseltmiştir. Bu gerçeklikle yüzleşmenin tam da zamanı değil midir? Paylaşılamayan, acı ve mağduriyet halleri; paylaşılan direniş özelliği dillerinde, Alevi inancında öncü misyonuna ulaşarak birleştirici, özgürleştirici mücadele birliğidir.

Yarın bugündür

Paylaşılan, paylaşılamayan bu çokluk da bu yokluk da kayıpmış gibi arayışlar ayıptır, günahtır. Geçmişimiz ve geleceğimiz yanı başımızdaki dağlarımızda saklı değil midir? Her karış toprağında dünün bugünün kahramanlıkları kadar, dünün ve bugünün katliamlarında buluşan dedelerin ve torunların adlı-adsız kahramanların hüzünlü buluşması değil midir? Bütün bu gerçeklik yerli yerine konulmadan zaman-mekan olgular, algılar doğru tanımlanmadıkça Dêrsim’i tartışmak, Dêrsim’in sorunlarına yanıt olmak zordur.
Dünyanın bin bir halleri tartışmalarının sığmadığı bir bilinir bilinmezliğin, kibirliğin, bencilliğin yerelleşmiş hali; oysa Munzur Bawa Mezopotamya’ya bin yıllardır akmıyor mudur? Can katarken can olmuyor mu? Dêrsim bundandır ki, bu çoklukta bu yoklukta çekilmiştir dağlara. Kapitalist modernitenin mülteci hallerine düşmenin en berbat yabancılaşmanın aynısı oluvermiştir. Munzur’un sesini boğan barajlar kıyılarındaki kendi unutmuşluğun çıplaklığı. Bundandır ki bir halkın kimliklerinin, kültür ve inançsal kutsallığının kök hücresi koruyucusu ve taşıyıcısı kadın, çocuk ve gençlik inkarcı, tekçi, katliamcı sistemin hedefindedir.
Sempozyumlar, paneller, festivaller Dêrsim hallerinin herkesin durduğu yerde gördüğü kadarıyla yeniden oluşturulan tanımlar ve kurumlar sonuç bildirileriyle sonlandırılırken, dönüverilir bir önceki zamana. Yakılan, yıkılan yüzlerce köyün, kutsal mekanların, ziyaretlerin özlemle beklediği buluşma günü bir gün mutlaka geriye dönüş umutlarını yeniden yarına ertelemiştir sessizce. Oysa söylenecek sözün de, yapılacak işin de tam zamanıdır. Yarın bugündür. Kendi kayıp hallerimizle yüzleşerek Dêrsim’i sevmenin, sevdalanmanın doğru tanımını da yapmış olacağız.

AYSEL DOÐAN
Elbistan E Tipi Cezaevi

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.