Devrim, defrim ve Rojava


İranlı düşünür Asef Bayat, Marksistlerin ünlü dergisi New Left Review’e gök gürültülü bir yazı yazdı geçen yıl. Fakat gök gürültülerinin her zaman yağmura dönüşmemesi kabilinden Bayat’ın yazısı da Tarık Ali’nin cevabı dışında entelektüel bir fırtına koparamadı. Yine de Bayat’ın yazısı, kafası karışık devrimcileri simgeleyen cinsten olması ve Kürtlerin devrimini görmek yerine havaya ıslık çalan stereotipleri simgelemesi bakımından el alınmayı hak ediyor. Özetle, Bayat, Arap isyanlarıyla devrim çağının geri döndüğüne dikkatimize çekerken, ezilenlerin neden “devrim” ektiği halde “reform” biçtiğine kafa yoruyordu. Ona kalırsa karşımızda duran şey devrim değil fakat devrimi andıran bir devrimsi reformculuk. Yazar “revolution” kavramını linguistik bir dil hareketi ile “refolution”a dönüştürdüğünde karşımızda yeni bir politik duruma ek olarak yeni bir kavram da çıkmıştı. Türkçeleştirirsek eğer olan biten devrim değil sadece “defrim”.
Yazının kışkırtıcı olduğu açık. Ne var ki, bu sözcük oyunlarına aşinayız biz. Timothy G. Ash, Polonya ve Macaristan’ın Sovyetik kamptan liberalizme meylini alkışlarken bu kavramı ortaya attığında tarihler 1989’u gösteriyordu. Yalnız, Ash bu kavramla olan biteni alkışlarken, Bayat “rejimi devirmek yerine kitle hareketlilikleri ile rejimin kendisini reforma zorlamasını“ müstehzi bir çemkirmeyle karşılıyor. Aslında orta Avrupa’daki dönüşümlerin köklü bir ekonomik ve toplumsal bağlam üzerinden “liberal” olana göz kırptığını hatırladığımızda günümüzde daha çok twitter ile simgelenen Arap orta sınıfların köklü ekonomik dönüşümleri hedeflemeksizin orta sınıf karakteriyle uyumlu biçimde “literal” kaldıkları gayet açık. Fakat yine de Bayat’ın söylediklerinin tınısı, 1968 devrimleri için “yeni efendi arayışı“ yorumunu yapan Lacan’ı andırdığını söylemek mümkün.
Mamafih devrim fikrinin kendisinin on dokuzuncu yüzyıl siyasal kurtuluşçuluğun icadı olduğu bir gerçek. Devrimden beklenilenin bir tür siyasal mesihçilik olduğu da tartışmasız. Hal böyleyken şimdilerde “revolution” diye google’da bir tarama yaptığımızda karşımıza ilk çıkan şeyin bir bilim kurgu dizisi olması zaten yeterince sinir bozucu. Daha alt sıralarda bilgisayar oyunlarına verilen isim olarak karşımıza “revolution games”in çıkması ise çıldırtıcı. Ve nitekim ilk sayfanın son sırasında “revolution votka bars”ın çıkması şakadan oldum olası hazzetmeyen devrimciler için tam bir kabus. Gerçekten popüler kültürde devrimin bir tüketim aperatifi olarak kullanılmasına alıştık artık. Fakat herhalde üzerinde düşünülmesi gereken temel şey, bu durumların da gösterdiği üzere devrim denen şeyin muarızları tarafından bile sorun olarak görülmek yerine eğlenceli kültürel kitchlerle karşılanıp sisteme dahil edilmesi.
Buna rağmen on yıl önce David Harvey, dünyanın haline bakıp “Komünist Manifesto”nun her zamankinden çok şimdi lazım olduğuna dikkatimizi çekerken bunun bir temenniden ibaret olmadığını Arap isyanları gösterdi. Arap isyanları ile birlikte devrim fikrinin en azından entelektüel içki masalarından sokağa inmesine sevinebiliriz belki de. Ne de olsa İran devriminden bu yana Kürtlerin güçlü devrimci çıkışlarını görmezden gelen entelektüeller çoktan devrim dükkanlarını kapatmıştı bile.
Beri yandan 2008 finans krizinin sosyal patlamaları beraberinde getireceği belliydi az çok. Fakat bunun “rejim patlamasına” dönüşeceğini pek az kişi öngörmüştü. İsyanlar söz konusu olduğunda bazıları bundan liberalizmin restorasyonu veya Ortadoğu’yu keşfi sonucu çıkartırken, Bayat gibileri ise sonuca bakıp refolution/devrimsi reform tabiri kullanmayı yeğliyor. Devrim anlarında neticeye odaklanmak fikrinin problemli olduğu ortada. Zira bu halin muhafazakarlığın pragmatizmini ve kapitalizmin kar dürtüsünü andırdığı tartışmasız. Sonuca bakıp, isyanın eski düzeni yerle bir edip yeniyi inşa etmesini dilemek tipik bir 19.yy. mesiyanik tavrı. Yine de Bayat, Arap ayaklanmalarının muhasebesini yapıp hiç değilse Mısırlıların eskiyi yıktıkları halde yeniyi beleşçilere kaptırmasını sorgularken haklı.
Buna rağmen Bayat’ın yazısı entelektüel bir egzersizden öteye gidemiyor. İşin gerçeği Bayat olan bitene ne devrim ne de reform diyebiliyor. Hem ondan hem ondan kolaycılığı ona belli bir düşünce konforu sağlasa da esaslı bir teorik zemin sunmuyor. Bu şekilde bir bakış açıkçası R.Willams’tan refere ettiği “uzun devrim” kuramıyla da pek uyumlu değil. Zira devrimsi bir reformu “uzun devrim” trabzanına dahil etmek kolay değil. R.Williams uzun devrim derken “yapım aşamasında devrimlerin bir süreç işi olduğunu, hatta belki eksiksiz olarak gerçekleştirilmesi, kapsamından ve tahmin edilen dönüştürme derinliğinden dolayı daha uzun olabileceğine dikkatimizi çeker. Bu haliyle uzun devrim teorisi hem yüzyıllık genel Kürt mücadelesini örnekler hem de son otuz yıllık Kürt devrim mücadelesini. Fakat yine de Williams’ın, “Gerçek anlamda uzun devrimin başarısı için gerekli olan şart, muhakkak bir kısa devrimdir” belirlemesini Bayat pek dikkate almaz. Williams’ın uzun devrim teorisinin ön şartı olan “kısa devrimi” görmek için Bayat’ın yaptığı gibi Sandinista devrimine kadar gitmeye gerek yok, Rojava’ya bakmak yeterli.
Ezcümle Bayat, dikkatimizi dönemsel devrim tarihine çekerken haksızlık yapıyor. Anti-kolonyal karşı koymalar, İslami uyanışlar ve Marksist-Leninist devrim hareketlerine dair dünyadan devrim örnekleri veren Bayat’ın kaleminin Kürtlerin mücadelesinin uzağından bile geçmemesi hayli enteresan. Hele aktüel bir devrime sahne olan Rojava’ya gözlerini kapamanın haklı bir açıklaması olamaz herhalde. Bu, bir yönüyle Avrupalıların günahlarını bir kalemde sayarken Ortadoğu rejimlerinin Kürtlere kan kusturmasını görmezden gelen tipik üçüncü dünya aydını refleksi. Arendt, süreçleri kesintiye uğratan neredeyse spontane hareketleri dahi devrimci sayarken Bayat’ın Rojava’yı anmaktan bile kaçınması anlaşılır gibi değil.
Üstelik Rojava, Bayat’ın şekvacı olduğu tarzda eskinin yıkılmasıyla yetinmeyip, yeniyi de devrimci bir gelenekte inşa ettiği, yani defrim değil devrim yaptığı halde. Ne yazık ki, bu sadece Bayat’a has bir tutum da değil. Bayat’ı yanıtlayan Tarık Ali de Kürtlerin direniş geleneğini hatırlamazken, Arap isyanları için Suriye’ye zoom yaptığında Rojava onun da kadrajına girmez. Tarık Ali, Bayat’ın Avrupa emperyalizminin yüz yıllık müdahalesini es geçtiği yolundaki eleştirisi sonuna kadar haklı. Ne var ki bölge devletlerinin hegemonya siyasetlerini görmezden gelmesi de Tarık Ali’nin eksikliği. Hele Britanya’nın Filistin müdahalesini diline dolayıp Sir Percy Cox’un Kürdistan’ı Ortadoğu’ya gömmesini anmaması ayrı bir talihsizlik. Hülasa Kürdistan söz konusu olduğunda Avrupalı şarkiyatçı yazarların hala Ortadoğu devrimci aydınlarından daha özgürlükçü olduğunu görmek hazin.
