DILZAR DÎLOK: Bir tas sudur gerilla

Derwêşê Evdî, Edulê’nin elinden bir tas su içmeyi tüm ömrüne bedel saymış mıdır bilemiyoruz ama bizler bu destanları böyle yüce anlam damlalarıyla anıyoruz. Öyle biliyoruz onları. Çünkü onların bir farkı olmalı. Ve bu öyle bir fark ki, bizlerin sıradan deyip geçtiği anlar, onların yüreğinin süzgeçinden yüce anlamlara dönüşmeli.
Kimine göre evrenin ilk maddesi, kimine göre pek değeri olmayan hatta üzerine düşünmeye bile değmeyecek bir madde. Kimine göre arınmanın gerçekleştiği bir evren parçası, kimine göre ise tüketildiği anda anlamını kaybeden bir kullanım nesnesi… Kiminde hırçın, kiminde duru… Kim ne anlam verirse versin, şu bir gerçek ki, su akış demektir. Evrenin ilk maddesi olarak sayılan dört elementten en çok rüzgârı severim ama rüzgârın arındırıcı olmadığını da bilirim. Su arındırıcıdır. Hareket, dinamizm, yaşam, evrensel varoluşa katılmak, evren gerçekliğiyle ortaklaşmaktır. Duru bir gerçekliktir su, temizliktir. Özgürlüğe benzeyen yüzme ve uçma eylemine bir yataktır. Kimi zaman hayat kurtarıcı, kimi zaman can alıcıdır. İki uç gibi görünse de, su yaşamsaldır. Varlığıyla dünyanın dörtte üçünü doldurmuş olan, aynı gerçeği bedenlerimize izdüşürmüş olan bir gerçekliktir.
Bir tas su nedir ki, kahve değil ki kırk yıl hatırı olsun. Şarap değil ki maşuğun güzelliği ile birleşip aşığın aklını başından alsın. Hepi topu bir tas su. Bir tas su ama öyle bir tas su ki, her bir zerresine evrenin tüm anlamları gelip doluşmuştur. Bundandır maşuğun elinden içilecek bir tas su, hiçbir şeyin yerini tutmaz. Kimbilir, Mecnun’un, çöl zamanlarında, aşkının onu çöllere taşıdığı zamanlarda, onu susuzluktan ölmekten kurtaran şey, Leyla’nın elinden içtiği sulara dair seraplardır. Kimbilir Ferhat, su getirmek için dağı delerken, düşünde hep dağı deldiğini, suyun geldiğini ve o sudan bir tası Şirin’in elinden içtiğini görmüştür. Kim bilir, Mem alev alev yanarken Zîn’in aşkıyla, onu ateşte serinleten bir tas sudur Zîn’in elinden içtiği. Belki de Dörtler alevler arasında “ateşe su dökmeyin, su döken haindir” derken kendi hakikat yollarının onlara sunduğu sularla serinletmekteydi yüreklerini. Bizim onların ateşine dökeceğimiz su onların yüreğini serinletmeye yetmeyecekti.
Bir anlamda her aşkta bir yangın, âşıkla maşuğun her buluşmasında bir su serinliği vardır.
Bir tas su imgesinin yüreğimde yer edindiği zaman, 2000’li yılların başına rast gelir. Bir bahar günü, bir Newroz kutlamasında aldım elime ben o bir tas suyu. Şehit Argeş (Şefik Yaktın) arkadaşın sunumunu yaptığı etkinlikte söylediği her bir söz anlamlı ve yürekte yer ediniciydi. Ancak bir tas su imgesi o zamanın adı oldu bende. Şöyle demişti: “Newroz, tasek ava zelal e, Derwêşê Evdî, ji destê Edulê vedixwe!”
Bu sözü duyduğum an, içinde bulunduğumuz baharın tüm çiçekleri, çiçek yapraklarının serinliğine doluşan tüm duyumsamalar, doğaya, insana, toprağa ve her şeye dair olan tüm aşkların bir tas suyla buluştuğu duruluklar taşındı yüreğime. Ortadoğulu yanmaların, savaşların, aşkların, acıların ve yaşamın anlara yerleşen anlamlarının, bunlarla örülen tüm yanmaların bir tas suyla serinlemesi imgesi, çöl ortasında yüreğime damlayan bir vaha gibiydi.
O günden sonra, her bahar gününde, her yeni başlangıç zamanında, her yeni doğumun arifesinde bir tas su imgesini koydum baş ucuma. Duru bir tas su, tüm başlangıçları kendi serinliğinde yıkayacak, arındıracak, yangınları söndürmeden serinlik yaratacak güçteydi. Ve bu gücü gerillanın her adımında, her anında, gerilla yaşamının her parçasında görmenin mümkün oluşu, aynı serinliği her an yaşayabilme şansını da yaratıyor.
Gerillada öğrendim, çok ses çıkaran gürül gürül akan sular aslında çok büyük olmayan, kendi minik bedenini taşlara çarpa çarpa akıtan sularmış. Büyük sular ise kendi büyüklüğüne güvenden olsa gerek sessiz sessiz akıyorlar. Gece yol yürüyüşlerinde gürültüsüyle nasıl geçeceğim diye düşündüren suların minik bedenlerini görünce doğayı daha iyi tanıma şansını gerillada bulduğum için büyük bir sevinç duymuştum. Tabii büyük bir suyun kenarına geldiğimde dahi sesini duyamamış olduğumda da aynı hisse korkuyla karışık bir halde kapılmıştım.
Suları öğrenmek, doğanın birçok parçasına dair bilgilenmeyi de yaratıyor. Bilgilerin çokluğunun önemli olmadığı, öz bilginin yaşam anlamıyla ortaklaşarak, düşünceyle duygu harmanlanmasını yaratarak anlama kavuştuğu gerçeğini bir kez daha kanıtlıyor. Suları bilmek, her akışta bir su duruluğu görmeyi mümkün kılıyor. Her insanda sudan bir parça görmek, onun bir evren parçası olduğunu bilmeyi ve onun yüreğine yerleşen akışı duyumsamayı mümkün kılıyor. Her bir tas su, hakikat âşıklarının bizlere sunduğu anlamlı yaşama isteminin bir damlası oluyor. Yüreğimizin ırmaklarına karışıp akarak okyanuslara meylediyor.
Böyle zamanlarda bir tas su olmak istiyorum. Bir tas suyun anlamını kavramaktan çıkıp, o bir tas suyun kendisi olmak istiyorum. Amaçla aracın, yol ile yolcunun, su ile akışın bir olduğu, aynılaştığı bir an’da, o aynılaşmanın tam merkezindeki anlamı duyumsamak istiyorum. Ve böyle zamanlarda bir gerillanın elinden, bir gerilla gülüşüne katılan, bir başka gerillaya sunulan bir tas su olmanın, evren gerçeğiyle en anlamlı bütünleşmelerden biri olduğunu seziyorum.
