Dirbêsî’den Tarlabaşı’na bir hikaye

Yönetmen Fırat Yavuz çektiği, ”Rajêr Dikare Biaxive?/Madun Konuşabilir mi?” belgeseli Suriye savaşından dolayı yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalan Medine ile Naci çiftinin hikayesine odaklıyor.
Orta yaşlarında olan Medine ile Naci, bir zamanlar kendi köylerinde refah ve huzur içinde yaşamaktadırlar. Suriye’de başlayan ama sonu bir türlü gelmeyen savaş, onları topraklarından alıkoyacaktır. Yolculukları Rojava’nın Dirbêsî kentinin bir köyünde başlayıp, önce Türkiye sınırının amansız ve kaçak yollarından, ardından Şemdinli mülteci kampından geçer.
En sonunda ise Tarlabaşı’nın kozmopolit mülteci hayatında bu yol son bulur. Burada günde 14 saat gibi epey ağır koşullarda midyecilik yaparlar. Hiç görmedikleri bir şehirde, hiç bilmedikleri midye kabukları arasında şimdi yaşama tutunmaya çalışacaktırlar.
Belgeselin Yönetmeni Fırat Yavuz, mültecilikte yoğun bir korkuyla yaşandığını ve bu korkunun mülteciyi toplumdan tecrit ettiğini söylüyor ve belgeseli bu tecridin hikâyesi olarak görüyor.
İçeriden bir bakış
Yavuz, madun (alt) olmanın ve madun edilmenin sınırı olmadığını ve herkesin fırsatını bulduğu anda bir yanındaki kesimi ötekileştirebileceğini söylüyor. Yavuz, bu sınırsızlık halinin olaya her zaman dikkatli bir bakış ile bakmayı gerektirdiğini ekliyor.
Bianet’in haberine göre Türkiye’de mültecilik olgusunun diğer tüm sorunların üzerine çıkan bir mesele olduğunu belirten Yavuz, Türkiye’de öteki düşmanlığının had safhaya çıktığını ve Suriye halklarına ağır düşmanlık beslendiğini söylüyor. Yavuz, Kürt sinemacılar olarak dışarıdan bir bakış açısından ziyade içeriden bir bakış açısıyla olayı göstermek için belgeseli çektiklerini belirtiyor.
Tarlabaşı’na kamera doğrultmak
Belgesel, Tarlabaşı’nda geçiyor. Yavuz, Tarlabaşı’na bir kameranın girmesinin zor olduğunu söylüyor.
Tarlabaşı’nın önemini şöyle açıklıyor:
“Tarlabaşı şehrin orta göbeği ve oldukça kozmopolit bir bölge. Örneğin, Okmeydanı’nda da bir kesim insan var ama belli bir ağırlıkta popülasyon var. Tarlabaşı’nda ise Asurîler, Türkmenler, Süryaniler, Kürtler, Lazlar var. O kozmopolitlikten biraz yararlanmak istedik. Bir de Okmeydanı o kadar tehlikeli bir bölge değil. Çetelerin cirit attığı Tarlabaşı’nda bu zor dönemde bu konuyu yarmak istedik esasında. ‘Orayı biraz açalım, yıllar sonra Tarlabaşı kamera görsün’ dedik. Aslında biraz derdimiz oydu.”
Antifaşist bir sinema yaratmak istiyoruz
Antifaşist bir sinema yaratmak istediklerini söyleyen Yavuz, bu sinema anlayışını şöyle açıklıyor: “Antifaşist sinemayı keskin söylemlerle değil, herkesin hikâyesini kendisinin anlattığı, madun bakış açısıyla sürdürmeyi düşünüyoruz. Çünkü Türkiye’de kadraj ne kadar siyasal olursa olsun ya da belli sorunları anlatırsak anlatalım oryantal bir kameradan çok fazla öteye gidemiyoruz. Biz bu oryantal noktayı ne kadar bozabiliriz, o egemen alanı nasıl azaltabiliriz noktasında işe yaklaşıyoruz.’’
Belgeselin Yapım-Yönetim Asistanı Hüseyin Yıldız, Beyoğlu’nda sıklıkla gezilmesine rağmen iki sokak ötede nelerin yaşandığını kimsenin bilmediğini belirtiyor. Yıldız, entelektüel bakış açısı ile değil madunların bakış açılarıyla seslerini duyurmaya çalıştıklarını söylüyor.
Biz de buranın Kürtleriyiz
Belgeselin Görüntü Yönetmeni Emin Doğan ise çekim aşamasının zor geçtiğini ekliyor ve şöyle anlatıyor:
“Zordu çünkü konuşmak istemediler. Onları konuşturmak bizi biraz zorladı. Tabi onların da dünyasına girdiğiniz zaman aslında yabancı insanlar değil. Sadece Suriye’nin Kürtlerinden. Biz de buranın Kürtleriyiz. Çok da bir farkımız yok. Belki biz buraya kendimizi daha ait hissediyoruz. Onların buraya alışma süreçleri, tutunmaları daha zor. O süreci yansıtabilmek, çekebilmek gerçekten çok zor.”
KÜLTÜR SERVİSİ
