Direniş kazandırır - Zeki AKIL

Türk devleti Kürt soykırımını sonuca götürmek için 9 Ekim’de Rojava’ya saldırdı. 9 Ekim gününü bilinçli bir şekilde tercih ettiler. Ancak 9 Ekim 1998’de Önder Apo’yu Suriye’den çıkararak gerçekleştirmek istediği Kürt hareketinin ve halkının tasfiyesi üzerine kurduğu komplo sonuç vermedi. Önder Apo’nun sürece müdahalesi ve hamleleriyle Kürtler daha da örgütlendiler, bilinçlendiler ve Ortadoğu’da bir güç oldular. Suriye iç savaşında da iradelerini ortaya koyup sürece müdahale ettiler ve Rojava devrimini gerçekleştirdiler. Dêrazor’dan Rakka ve Tepqa’ya kadar Kuzey-Doğu Suriye’yi demokratik bir yönetime kavuşturdular. Arap, Kürt, Süryani, Ermeni, Türkmen bütün halkları, inançları, kültürleri özgürleştirdiler. Herkes özgüven kazandı ve kendisi olmaya başladı. Bu sosyal ve toplumsal kazanımların yanında DAİŞ’i koalisyonla birlikte yenilgiye uğrattılar. Dünya insanlığına büyük bir katkı sundular. Bölgenin ve halkların başına bela olan DAİŞ kara belasını darbelediler.
Türkiye devleti Rojava’da gelişen bu devrimi sahiplenip destekleyeceğine DAİŞ, El Nusra gibi hangi karanlık odak varsa hepsiyle birleşti, onları Kürtlerin üzerine saldı. Israrla bir Kürt-Arap savaşını çıkarmaya çalıştı. Sınırsız, kontrolsüz bir Kürt düşmanlığı gözlerini karartmıştı. İşte bu zihniyetle adeta bütün dünyayı karşısına alarak huzur ve istikrarın olduğu Kuzey Suriye’ye NATO ordusunu soktu. Kürt halkını tarihsel ve kültürel köklerinden, topraklarından söküp atarak bir soykırım hareketi düzenledi.
Özellikle Girê Spî ve Serêkaniyê’yi seçmesi de tesadüf değildi. Bu iki bölgede Arap nüfusu daha fazlaydı. Bu bölgelere saldırıp Kürtlerle birlikte hareket eden Kuzey Suriye’deki Arap toplumunu Kürtlerden uzaklaştırmaya, Kürtleri yalnızlaştırmaya çalıştı. Coğrafik olarak oldukça geniş ve ovalık olan bir bölgeyi NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı savunabilmek açık ki çok zordu. QSD’nin elinde hava savunma sisteminin olmadığını biliyorlardı. Havadan ve karadan yoğun saldırılarla, tank ve top atışlarıyla bölgeyi insandan arındırarak katliamlar eşliğinde hızla istila hareketi başlattı.
NATO’nun ikinci büyük ordusu ama son yıllarda görüldüğü gibi Kürt hareketi ve halkına karşı karadan savaşma gücünde değildir. Bunun için mayın tarlasına sürülen eşekler gibi Nusra, DAİŞ artıklarını toplayarak savaşa sürdü. Ancak istediği gibi hesabı yürümedi. Özgürlüğü tatmış, öz iradesini kazanmış, toprakları üzerinde kendisini yönetmeye başlamış bir halkın ve insanların nasıl büyük bir güç olabileceğini tam hesaplayamadılar. Bu saldırı Suriye ordusuna karşı yapılmış olsaydı, bir gün bile direnemezlerdi. Hakeza diğer komşu ülkeler de öyle. Ancak QSD güçleri büyük bir inanç, irade ve kararlılıkla herkesin korktuğu ve yüz çevirdiği NATO ordusuna karşı göğsünü siper etti. Zaten uçaklar olmasaydı karadan bir adım bile ilerleyemezlerdi.
Savaşın bölgede bir felakete yol açacağını, DAİŞ sonrası bölgedeki kazanımların tehlikeye gireceğini bütün dünya Erdoğan’a ve Türkiye’ye söylediler. Ancak gözlerini kan büründüğü için bütün bunları bir kenara attılar. Sonuçta Suriye’deki bütün dengeler değişti, tam bir kaos ve kargaşa ortamı doğdu. Rusya’nın girişimleriyle QSD ve Şam yönetimi anlaşarak Suriye ordusunu sınır hatlarına getirerek Türk işgalinin durdurulması için bir mutabakat sağlandı. Ancak Rusya bu bu mutabakatı aktifleştirmedi. Hep Erdoğan’ın ağzından çıkacak sözlere baktılar.
Bütün dünya Türkiye’ye tepki gösterirken, işgali kınarken onlar adeta fırsatçılık yapıp ellerini ovuşturdular. Kürtlerin katliamı pahasına Türkiye’den çıkar sağlamaya, onları ABD’yle karşı karşıya getirmeye uğraştılar. Türkiye’nin işgalini normalleştirmeye ve meşrulaştırmaya çalıştılar. Çok ilginçtir ki QSD’yle anlaşma yaptığı halde ve bolca Suriye’nin toprak bütünlüğü edebiyatına sarıldığı bir ortamda Suriye’nin sınırını korumak için Suriye ordusunu harekete geçirmediler. Rusya bu süreçte son derece olumsuz bir rol oynadı. QSD’yle yapılan sınır mutabakatını özerk yönetimi ve QSD’yi tasfiye etmek ve teslim almak için kullanmaya başladılar.
ABD Türkiye’nin Suriye’ye girişine yol verdi. Ancak içerden ve dışardan gelen tepkilerden sonra bazı girişimlerde bulundu. Amerika Kongresi ve kamuoyunun baskısıyla Türkiye üzerinde kısmen baskı kurmaya çalıştılar. 17 Ekim akşamında da Ankara’yla yapılan görüşmeler sonucunda QSD’yle Türk devleti arasında bir ateşkes yaptıklarını duyurdular. Türkiye hiçbir koşulu kabul etmeyeceğini, 440 kilometrelik bölgeyi tamamen temizleyeceğini her gün dünyaya ilan ediyordu. Ancak savaşçıların kahramanlığı, halkın yurtseverliği ve direngenliği, uluslararası kamuoyunun soykırım gerçeğini kavraması bu sonucu yarattı. Türkiye tarihinin en büyük deşifrasyonu, teşhiriyle karşılaştı. Bu da Kürt halkının mücadelesinin en büyük kazanımlarından biri oldu.
Bütün Kürdistan’da, yurtdışında Kürt halkı Türk devletinin imhacı, soykırımcı karakterini çok iyi anladı. Ulusal birlik yönünde büyük mesafeler kaydedildi. Bu on günlük tarihi direniş siyasi ve ulusal çapta büyük sonuçlar doğurdu. Direniş ve birlikle bütün zalim ve zorbaların durdurulabileceği, insanlığın vicdanını ve manevi değerlerini tümüyle yitirmediği görüldü. Rojava direnişi adeta bütün dünya insanlığının vicdanını uyandırdı. Mevcut haliyle sağlanan ateşkes ne kadar uygulanır, nereye kadar gider bilinmez.
Ancak açığa çıkan ve bilinen gerçek Kürt halkının ve dostlarının direnişi olmasaydı ne bu faşistler durduruldu ne de dünya böyle devreye girerdi. Washington bu girişimleriyle ve ateşkeste oynadığı rolle prestijini biraz kurtardı. Putin’in ve Şam’ın inisiyatif almaması bunda rol oynadı. Aktif ve etkin rol oynayan ABD ve müttefikleri oldu. Rusya sinsice bir leş kargası gibi Kürtlerin cesetleri üzerinden nasıl çıkar sağlayacağıyla meşgul oldu. Nasıl ki Efrîn’de Erdoğan’la anlaşarak soykırıma ortak olduysa aynısını Kuzey-Doğu Suriye’de yapmaya çalıştı. Kürtlere bir düşmanlığı varmış gibi görülüyor.
Halbuki imparatorluk ve Sovyet geleneği, çok halklı ve kültürlü büyük bir devletin bu kadar dar ve kör bir pragmatizme saplanması anlaşılır gibi değildir. Rus yönetimi kendi halkına ve dünya toplumlarına karşı ahlaki bir sorumluluk duymadan, açıklıktan uzak Erdoğan’la yaptığı gizli anlaşmalar temelinde yol almaya devam ediyor. Halbuki bu siyasi ataklığı ve inisiyatifi ele geçirip ABD’nin önüne geçebilirdi.
