Dışı yoksul işi zengin: TAGORE

Haberleri —

‘’Yanlış gücünü arttırıyor diye asla doğruya dönüşemez’’ diyen, dünya edebiyatının en büyük zirvelerinden biri olan Hint şair Rabindranath Tagore doğumunun 150. yılında tüm dünyada anılıyor.
Çok yönlü bir insan olan Tagore (şair, romancı, düşünce insanı, ressam ve müzisyen) 1913 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan ilk Asyalı’dır.
Hayatın her anında insanlığın kardeşliğine inanan Tagore, 1915 yılında İngilizler tarafından kendisine verilen ‘’Sir’’ asalet unvanını yine bu ülkenin gerçekleştirdiği Amritsar Katliamı’nı protesto etmek amacıyla 1919’da iade etti ve dünyevi kazanımların manevi değerlerin önüne geçemeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Tagore’nin Hindistan’ın kültürel rönesansında önemli bir rolü vardır. Sanat ve eğitim reformcusu olarak da bir misyon sahibidir. Kendisinden önce edebiyatta yenilik yapmış olanlar olmasına rağmen, kendisini tutuculuktan kurtaran ilk şair ve yazar olarak bilinir. Adına ‘’çağdaş’’ denen bu uygarlığın bir çeşit vahşet olduğunu söyler;
‘’Demir zincirlerle geldiler,
Tırnakları kurt pençelerinden keskin...
Geldiler, insan avcıları,
Gözleri karanlık ormanlardan daha kör.
Uygarlığın vahşi açgözlülüğü
gösterdi utanmaz acımasızlığını”

***
İngiliz yönetimi altındaki Kalküta’da doğdu. Daha 11 yaşında iken inzivaya çekilip kendini yetiştiren Tagore, 17 yaşında Londra’ya giderek edebiyat kültürünü geliştirdi. İlk şiiri ‘’Sabah Şarkısı’’nı yazdığında şiddetli eleştirilere maruz kaldı.
Hindistan’ın İngiliz sömürgeciliğinin boyunduruğundan kurtulması için büyük çabalar sarfetmiş ve bunu barışçıl bir üslupla yapmıştır. Edebiyat alanındaki başkaldırısını yeterli bulmayıp gençliğin yetiştirilmesi amacıyla bir okul kurdu. Onun çabaları, Batı ve Hint geleneklerini kaynaştıran üniversitelerin oluşumuna yol açtı. Eğitim, Tagore için kurtuluşun mayasıydı. Ama eğitim, milleti kökünden uzaklaştırmamalıydı. Ona göre batının teknolojisi, tıbbı, bilimi alınmalıydı kültürü değil. Her millet kendi kültürünü yaşamalıydı. Dışarıdan gelen unsur milleti ancak taklitçi yapardı. Oğluna yazdığı mektuptaki şu ifadeler onun dünyasını tanımlar niteliktedir: ‘’İyilik ve kötülük kavramlarını aklından çıkarma, başkalarının sözleri, eylemleri seni etkilemesin. Modern dünyanın göz alıcı yapaylıkları seni bozmasın. Yalın ve düz bir yaşam sür, zenginin sarayına da, yoksulun kulübesine de gönül rahatlığıyla, açık alınla gir. Hindistan’ın dışı yoksul içi zengindir ona göre yaşa.”
***
Hayatı tam ortasından kavramış, acıda olgunlaşıp yaşamı derinden yaşamıştı; ‘’Ben bu küçük dünyamda yaşıyorum ve onu küçüklerin en küçüğü yapmaktan korkuyorum. Beni kendi dünyana yükselt ve bırak, neyim varsa hepsini memnuniyetle kaybetme özgürlüğüm olsun.”
Özgürlük kavramının yarattığı güç, çocukluğundan başlayarak Tagore’ye esin kaynağı oldu. Hindistan o dönemlerde kargaşa içindeydi. İngiliz egemenliğinden kurtulmaya çalışıyordu. Halkın umutları, devletin güvenlik güçlerince şiddetle bastırılıyordu. Ozan bir kenara çekilip düş dünyasında yaşayamazdı. Yaşamdaki çirkinliği, haksızlığı, adaletsizliği, savaşın korkunçluğunu görmüş, ama ne insanlara ne de doğaya olan inancını yitirmemişti.
‘’Güçlünün suç işlemesini önlemeye gücü yetmeyen adaletin tek başına için için ağladığını gördüm, Genç çocuklar gördüm, koşup kederli başlarını
acı içinde amansız taşlara vuran.”
***
Hint felsefesinin ve kast sisteminin derinlerine inmiş ve kastı eleştirmişti. İngilizlerin üstün olduklarını kabul etmemekle birlikte kan dökülmesine de karşıydı. Gandhi ile bir bütünün iki parçası gibiydiler, ikisi de vatanlarına düşkündüler. Gandhi’nin tabiriyle büyük kılavuzdu Tagore. Yüzyıl sonrasında da kılavuzluğu hala devam ediyor.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.