Dört duvar arasındaki Azad


‘Azad’ filminin fikri ilk nasıl ortaya çıktı?
Film fikrinin gerçekte yaşanmış bir durumdan ortaya çıktığını söyleyebilirim. Yani, Azad’ın hikayesini yazdıran güncel gerçeklik şuydu; İstanbul’a göç etmiş bir annenin, işe gittiği için çocuğunu evde tek başına bırakmak zorunda kalışı ve apartmanda gürültü çıkardığı gerekçesiyle onun tek eğlencesi olan enstrümanını, erbaneyi çalmasına engel oluşu meselesiydi. Şahit olduğum bu gerçekliği önüme koyup üzerinde düşünmeye başladım. Buradan yola çıkarak temayı kafamda netleştirdim. Bu şekilde 8-9 yaşındaki bir çocuğun sıkıştığı dört duvar arasından dışarıya uzanışını resmetmeye çalıştım. Evde hapis hayatı yaşayan bir çocuk ile kentleşmeyle betonarme yapılar arasına sıkışıp kalan günümüz insanı arasında paralellik kurdum. Çocuğun içeride kurduğu dünya üzerinden ‘içerde olmak’ ile ‘dışarda olmak’ arasındaki diyalektiği sorguladım. Tabi göç eden bu ailenin Kürt olması, ‘ailenin dili’ ile ‘kentin dili’ arasında doku farkı, annenin hikayesi politik kodlar barındırıyor.
Kürt sinemasının bir çok imkansızlıkla var olduğu gerçeğiyle soralım; siz bu hikayeyi hangi koşullarda çektiniz?
Doğrusu sinemanın pahalı bir sanat olduğunu göz önüne alırsak, iyi bir hikayenizin olması o hikayenin filme çekilmesine yetmiyor maalesef. Bizim gibi bireysel çabayla sinema yapmaya çalışan insanlar için ekonomik koşulların zorluğu üretimi de kısıtlıyor. İlk olarak, yazdığım senaryo ile Kültür Bakanlığı Fonuna başvurup oradan cüzi de olsa bir para desteği aldım. Tabi bu para sadece filmdeki sanat ekibi ve görüntü ekipmanına yetti. Filmde gönüllü çalışan arkadaşlara rağmen, kendi birikimimden harcamak zorunda kaldım. Film tek mekanda geçiyordu. O yüzden bulacağımız ev çok önemliydi. Aylar sonra satılığa çıkarılmış boş bir ev buldum. Tam da senaryoda yazdığım gibi bir yapısı vardı odalarının. Ev sahibini zor da olsa ikna edip bir haftalığına boş evi kiraladım. Sanat ekibi, eskiciden kiraladığımız eşyalarla evin içini döşeyerek senaryoya uygun bir atmosfer yarattı. Eş dost ilişkisinin yanında kimi ekip arkadaşlarıma da internetten ulaşarak ‘gerilla usulü’ çalışıp kalabalık bir ekiple filmi dört buçuk günde tamamladık.
Her sette olduğu gibi, dört beş günlük bir süreçte çok yoğun çalıştık. Filmin baş karakteri Azad’ı sokakta bulmuştum. İlk defa kamera önüne geçiyordu. Çekimlerin başında çocuğun kameraya alışma süreci biraz uğraştırdı bizi. Ama daha sonra beklentimin üstünde bir oyunculuk çıkardı Azad.
Aklımda kalan final ile ilgili yaşadığım sorundu. Setin biteceği gün çok fazla çalıştık ve yorulduk. Final sahnesine geçtiğimizde saat sabahın dördüydü. Azad uyuyup kaldı. Onu uyandırsak da performansı düşecekti. Ertesi gün evi tamamen boşaltmam lazımdı. Eşyaları kiraladığımız eskici, eşyalarını istiyordu. Kameranın kirası bitmiş üstelik başka yere söz verilmişti. Bunların üzerine görüntü yönetmeninin başka bir projede çalışması gerekiyordu ve anne rolünü oynayan oyuncumuz da uçak biletini ayarlamış il dışına çıkacaktı. Oysa film için final sahnesi hayati bir önem taşıyordu. Bu şekilde hızlıca geçiştirilemezdi. O gece finali çekemeyeceğimizi anladım. Arkadaşlarla bir toplantı yapıp, ‘ya dört günlük emeğimiz çöpe gider, ya da final sahnesini yarın çekeriz’ deyip seti paydos ettim. Ertesi gün şansımın yaver gitmesi ve arkadaşların fedakarlığı sayesinde tüm olumsuz şartlar olumluya evrildi, dinlenmiş bir şekilde final sahnemizi rahat rahat çekip filmi bitirdik. Demek ki, umut imkansızlıkları da imkanlı hale getirecek kadar büyük bir enerjiymiş dedim.
Filmlerinizde Kürt çocuklarının dünyası, onların yaşayışıyla toplumsal ve politik gerçekliklere dolaylı bir şekilde dokunuluyor. Çocukların gözünden bir anlatı tesadüf mü yoksa bir tercih mi?
Bilinçli bir tercih olmadığı kesin. Belki tesadüf belki bilinçaltı. Zaten sinemada bir tema belirleyip hadi ben bunu çocukların gözünden anlatayım demek olmaz. Öykü yazmak ya da yazdığın öyküyü senaryolaştırmak çok hissi bir şey. Tabi Kürt çocukları savaştan en çok etkilenenler... 13 kurşunla katledilip terörist ilan edilen, yaşı büyütülüp ağır ceza mahkemelerinde yargılanan, hapishanelerde tacize tecavüze uğrayan onlar. Dolayısıyla öykülerimizin içinde onların gezinmeleri ve Kürt sineması özelinde ayırt edici bir noktada yer almaları çok normal.
SUNA ALAN
LONDRA
