DOZWAR QAMIŞLO: Ağrı İsyanı'nın direniş 'abidesi': Reşoyê Silo

Haberleri —

İlkokul-lise zamanlarında Türk-ulus devletinin hafıza/kimlik inşa etme ritüelleri olan 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim gibi 'bayramlar', sıklıkla Ağrı’da Abide olarak adlandırılan küçük meydanda gerçekleşiyordu. Meydanın bulunduğu yerde ise iki tane asker mezarı vardı. Orada ülkenin önemli şehitleri yatıyormuş! Garip olan tarafı, devlet için yapılan anma ibadeti bittikten sonra bir de dini bir vecibeyi yine kendileri yaptırıyordu: "Ülkemizin kurtuluş savaşında ölen şehitler için..." 

Küçücük yaşta akıl sır erdirmek zor ama yine de garip geliyordu insana. Belki de devletle sorunun ırsi olarak geçmesinden kaynaklanıyor, kim bilir! Belki de eve çanak bağlayıp Medya TV izlemekten, bilemiyorum. 

Neyse işte, bir süre sonra, 'büyüyünce', orada yatan şehitlerin hikayelerini de öğrenmiş olduk. Onlar, devletin mezarsız bıraktığı Ağrı İsyani direnişçileri tarafından vurulan ordu mensuplarıymış. 

Hikâye burada bitmiyor...

'Abide' adını alan meydan ise Ağrı İsyanı'nın öncülerinden Reşoyê Silo, eşi Zeyno ve arkadaşlarının kafalarının kesilip ibret olsun diye asıldığı yermiş.

Bu vahim durum, devletin Kürdistan’da yaratmak istediği makul kişinin hafızasının nasıl ters yüz edildiğini tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyordu. Sömürgecinin sömürgeyi insanlıktan çıkarmak adına yaptıkları karşısında kendi hafızasına ve tarihine sahip çıkma veya o hafızaya ait olma arzusu ise bu hikâyenin peşinden gitmemizi sağladı. Devlet ne zaman bir yeri yakıp yıksa, biz Reşoyê Silo ve arkadaşlarını hatırladık.


Reşoyê Silo kimdi? 

Bugünkü Van'ın Erçiş ilçesinin Hecî Kaş köyünden olan Reşoyê Silo, küçüklüğünde medrese eğitimi alır. Bu sırada Ehmedê Xanî’nin eserlerinden etkilenir. Kürt milliyetçiliğinin güçlendiği alanlardan biri olan medreseler, ayrıca dönemin önemli mobilizasyon alanlarındandır. 1924-25 yıllarında vuku bulan ve geniş bir coğrafyaya yayılan Şeyh Said öncülüğündeki isyan, dönemin medreselerinin etki alanının ne kadar geniş olduğunu da göstermektedir. Şeyh Said İsyanı 1925’te bastırıldıktan sonra Türk Devleti, 1926 yılında Şark Islahat Kanunu ile isyana katılanları ve yeni bir isyan başlatma ihtimali olan aileleri sürgünlere gönderme kararı alır. Ancak Reşo ve sonra Ağrı İsyanının önde gelenlerinden olacak birçok kişi, dağlara çekilerek sürgüne direnir. 

Reşo'nun siperi, Zilan Dağları'dır. 1929 yılının ortalarına gelindiğinde İhsan Nuri Paşa’nın talimatı ile Ağrı İsyani için sürgünden kaçanlar ve dağlara çekilenler, örgütlü bir güç olarak bir araya gelir. Reşo ve arkadaşları, bu alayın içerisinde, Erciş grubunda yer alır. Savaş başladıktan sonra İhsan Nuri Paşa tarafından Geliyê Zîlan bölgesine gönderilip, orada örgütlenme çalışmalarına katılması istenir. 

Geliyê Zîlan, Erciş, Muradiye ve çevresindeki birçok baskına katılan Reşoyê Silo, kısa sürede bütün Kürdistan'da bir efsane olur. 1930 yılının Eylül ayında isyan bastırıldıktan sonra Reşo, yanındaki savaşçılar ile beraber tekrar Zilan Dağları’na çekilir. Bu dönemde İran ve Suriye’ye geçme şansları olmasına rağmen o dağları terk etmezler. Hatta şimdi Serhat bölgesinde "Birçîbûna welatê we ji têrbûna welatê xelqê şêrîntir e" (Ülkemizde aç kalmak, yabancı ülkelerde tok olmaktan yeğdir) sözünün o dönemde Reşo tarafından söylendiği aktarılır. 

Reşo ve yanındaki savaçılar, birkaç ay boyunca devlete karşı dağlarda savaşmaya devam eder. 1931 yılının kışında devletin ağırlık verdiği, sonraki isyanlarda da kullanacağı 'köy boşaltma' pratiğidir. Zilan bölgesinde bulunan köyler boşaltılmış, Reşo, eşi Zeyno ve yanındaki birkaç savaşçı, Tendürek Dağı’ndaki Devetaş mevkiine çekilmiştir. Bir gün erzak için bir köye gönderdiği milisler dönmeyince kendisi giden Reşo, askerlerin pususuna düşer. Askerler ile çatışmaya girer; ancak silahı tutukluk yaptığı için esir düşer. Bu süreçte eşi, bulunduğu mevzide kendisini beklemektedir. Reşo'yu esir alan askerler, ertesi gün eşi Zeyno’yu almak için bulunduğu mağaraya gider. 

Reşo’nun teslim alındığını gören Zeyno şaşırmıştır. Reşo’ya, "Hani sen Emer ailesinin yiğidiydin? Ne oldu, neden teslim oldun?" diye sorar. Reşo, "Zeyno," der, "Ben teslim olmadım, tüfeğim bana hainlik etti. Yoksa teslim olmazdım, bensiz mi savaşacaksın?" 

Askerler Reşo'ya, teslim olurlarsa ikisinin de affedileceğini söylese de sonuç böyle olmaz. Reşo’yu oracıkta öldürüp kafasını keserler. Sonrasında Zeyno'yu da aynı şekilde öldürüp kesik başları ve bedenleri birkaç gün ilçelerde ve şehirlerde gezdirdikten sonra ilkokul ve liselerdeki Kürt çocuklarına devletli ve dinsel ibadetlerin yaptırıldığı Abide’nin oraya asarlar. 


'Muhayyel Kürdistan...'


Ağrı İsyanı bastırıldıktan sonra 19 Eylül 1930 tarihli Milliyet gazetesinde bir karikatür yayımlanır. Bir mezar taşı üzerinde, ”Muhayyel Kürdistan burada meftundur!”  yazmaktadır. Ancak 1978'de başlayan dalga ile aynı yerde, bu kez PKK gerillaları tarafından yapılan bir mezar, gerçek tarihin simgesi olarak kendisini kurmuştur: "Hayali sömürgecilik burada meftundur." 

Bu olay gerçekleştikten sonra Ağrı’daki yaşlıların kendi aralarında konuştuklarına tanık oldum: Rivayet edilir ki Reşo ve Zeyno’nun kesik kafaları şehir merkezine asıldıktan sonra iki tane asker nöbet tutmak için burada bekler. Ancak yaşanan bir hadiseden sonra askerlerden biri, orada hayatını kaybeder. Diğeriyse birkaç gün sonra korkudan ölür. Hayatta kalan askerin, "Kesilmiş olan kafaların kendi aralarında konuştuklarını duyduk. Zeyno Reşo’ya, 'Sen merak etme, bizim kanımız yerde kalmaz; elbet bir gün bunun hesabı sorulacaktır' diyordu" diye anlattığı söylenir. Olayın gerçekliği tartışılır ancak halk gerçekliğinde PKK’nin tekabül ettiği yer ve anlam, tam da dökülen kanın ve kesilen başın hesabının sorulmaya başlandığı yerdir. Zira toplumdaki tarihsel hikayelerin kurulduğu anlamsal zemin, yok edilen halk  gerçekliği ve özne olamayıştan ayrı ele alınamaz.  


Reşoyê Silo'nun mirası ve bugün

Nusaybin’de Zamani Çakmak’ın, Sûr’da Çiyager’in ve Mahsun’un son kurşunu kendisine saklaması, onurlu bir ölümü onursuz yaşama tercih etmeleri de, tarihsel hakikat dışında neyle açıklanabilir? Nitekim bu savaşçılar, kendileri için bir son olmayacak olan öldürülmeyi bile düşmana bırakmıyor; kendileri gerçekleştiriyordu. Ölüm halinde bile özne olmak! Cizre’de ölümsüzleşen Ali Ercan Bişkin’in bize ve sömürgeciye anlatmak istediği başka ne olabilirdi?

Reşoyê Silo'nun hikayesine de buradan bakılabilir: O, bir mirastı; direniş mirası... Ama o miras, gereğince özneleşmemiş bir halkı anlatıyordu. PKK, o mirasa yaslandı; ama Reşoyê Silo'nun, Ağrı İsyanı'nın hatırasını, kendi öznelliğiyle yaşamı inşa eden Kürdistan'la buluşturdu.

İnşa edilen geçmiş hakikati kurduğu gibi, tarihsel anlatı içinde nesne, Kürt'e bir direniş ile beraber öznelliği de atfetmiştir. Bu öznellik, sembolik bellek mekânı olan bir mezardan yoksun kalan direnişçilere bugünden bir armağandır. Zira hak mücadelesi, bir yerde tarihten de hesap sormak değil midir zaten? Tarihe sahip çıkmak, bir yerde buraya tekabül eder. "Geçmişe sahip çıkılmazsa eğer, tarih ölülerimizi bile mezarlarında rahat bırakmayacaktır."

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.