Dr. Ayhan KAVAK: DİRENİŞ

Acılarla yoğrulmuştur coğrafyam. Yağmuru emen çorak toprak gibi sinesine gömer acısını. Kader diye kazıtmak isterler alınlara. Toplumun sinesinde yitiklere karışmaya yazgılatmak isterler. Yüzlerdeki kırışıklıklar kıvrımlı bir nehir olup akar. Taşınan, acı bir sudur nehirde. Olağandan sayılır. Oysa acılara tanıklıklarla kavrulur yürek. Kavrulan kavurmasını da bilecektir bir gün. Kavrulanın ayağa kalkışıdır bizi ilgilendiren...
Anlatılan acılar katık yapan insanların, senin destanındır!
Ufkun ardını son kez görebilme uğruna, donakalmış bakışlarla düşerken toprağa; yüreğe işlenen nakış misali, anıların dayanılmaz kütlesiyle göverir içimizde onur.
Ol kavlimiz, adı onur insanların yadigarıdır bize. Acı olan yerde son sözü söyler onlar. Acıların damıtılmasında şavkıyan güneştir onlar, harlar umutları...
Kanayan yüreklerde parıldayan yıldızlar donatır yolculuklarda. Yolculuklardır zamanın hafakanlarından kopup gelen...
Bulutları ardından yitip giden zamanda mündemiçtir öykümüz. Kıranlardan geçen insanların gök kubbede yankılanan yakarışlarında vücut bulur başkaldırı. Bir yanım direniş, öte yan da ihanettir şecerede. Kırgın sözcükler yetmez anlatmaya, kifayetsizdir. Zulüm sarmıştır yedi düveli. Vahşetin tarihsel etimolojisini bilmeden söylenecek her söz ezbere kaçar. Zilletten illetliler değildir anlatılan. Düsturu dürüstlük olanların efsanesidir kadim topraklarda. Destek Yürekli Dağ Aslanlarının, ölümün gölgesindeki yaşam felsefesidir bu. Yüksek yarlardan dalga dalga yayılan nağmelerde karşımıza çıkar. Kulak verelim artık ezgiye:
"Bir söz söylemeye geldim
Ve onu şimdi söyleyeceğim
Bugün benim tek başıma yaptıklarım
Yarın yankılanacaktır yığınlardan
Şimdi neler söylüyorsam tek yürekten
Yarın söylenecektir, binlerce yürek tarafından!"
Evet, evet işte böylesi nida ile haykırır Halil Cibran. Ve direnenlere tercüman olur söze gelen. Meşale olup aydınlatır dünyayı...
Tarihin karanlık sayfalarında ışıktır onlar. Topraktan geldik, çamurdan karıldık mitlerde. Çamurun içinden ışıldayan yıldızlara bakma cesaretini gösterenlerin yiğitliğidir, boşluk duygusunda anlamlanan...
Dünyaya geldiği ilk andan başlayarak hayatı algılama uğruna yıkıcı tanıklıklar eşlik eder ona. Esaretin doğurduğu acılarla zamanından önce büyür, ateşin ve güneşin çocukları. Dayatılan insan kirlenmesine inat, soylu düşüncelerle bezenmişlerdir, ısıtır içimizi. Onlar bataklıkta açan lotus çiçekleridir...
Bireysel öykülerdir şekillendiren bizi. Aidiyet ve kültürel yaşantılar da harmanlar öykülerimizi. Egemenlik sürdürüyorsa şayet kahramanlık miti; şahsi hayatlar başarısız ya da başarılı yiğitlik destanlarında anlatılır kültürde. Elbette dinsel bir mitin başat olduğu bir harsta da, kurtuluş veya göreve bağlılık ilişkilerine göre ölçülür yaşamın anlamı. Coğrafyamızın katmanlarında da iç içe girer, bütünleşir her şey. Bütünlük hakikat olur özgür yaşamda...
Ol hikaye bundan içredir! Direnişin şah damarı halkımızın sel olup taşmasıdır bu! Aşk uğruna, sevda uğruna söylenen bir kilamdır, dengbêjlerin dilinde...
Bir bahar vakti rayiha kokulu dağlarımızın şahikalarında Zerdüşti gecelerde, zifiri karanlığı ışıtan ateşin cevherinde saklıdır direniş! O direniştir ki Zerdüşti gelenekten mirastır bize. Ana cevherdir evlatlarına kalan. Ve dillenir erdemin kitabesinde.
Tarih anlatır onları. Söylenir yaşam dehlizlerinde: Ahura Mazda, haberci melek Kişetra aracılığıyla Zerdüşt'e gönderir kelamı. Ve der ki "Sana ve halkına emrediyorum, silahlarını iyi saklasınlar! İyi saklasınlar ki yenilme, boyun eğme ve kölelik alçaklığını göstermesinler!" İşte aslolan budur bin yıllardan miras kalan tılsımlı sözcükler...
Işık herdem bırakır ardında gölge. Zamanın acımasız çarkında kargışa uğradı ışık. Zulmet, aldanma ve yalansızdı insanlığa. "Zeka, ışık ve doğru düzen"in yaratıcıları, "yalnız hakikat kalacaktır" şiarıyla isyana durdular, kutsal topraklarımızda...
Bir kez uçmaya ererse, asla tırtıl olmaz kelebek! Titrek kanatlarla rakkase kesilir. Çağırır bizi kavgaya. Kavga mayalanmış hamura işarettir. Yazgısı pişmeyedir biline. İşte o kelebeklerin ürkek danslarında surete bürünen hınzır bir çocuk gülümseyişidir direniş!
Direnişin olduğu yerde kendine yer bulmayan umutsuzluktur! Umutsuzluk nihayet olur türkülerimizde. Komünal, mağdur ve madunların ayağa kalkmasıdır anlatılan. Reva görülen yoksulluk, yoksunluk ve yoksanmaya karşı 20. yüzyılın son çeyreğinde, gözleri berrak bir gölge bakan Güneş'in hayallerinin vücuda gelmesiyle ana damarıyla buluşmuştur direniş!
Tarihin dipsiz kuyularında unutturulmaya çalışılsa bile, aydınlatır günümüzü direniş! Halaya duran canların ölüme zılgıtlarla gitmelerinin sevdasında buluruz direnişi. Varsın akrep ve çiyanlar katliam ve kıranlarla yerle yeksan ettiklerini sansınlar. Kanlarıyla ülke topraklarımızı sulayan özgür yaşam ağacının yeniden yeşermesinde gizemlidir ol sevdamız...
Dedik ya, Zerdüşti gelenekte saklıdır cevheri. Xsenephon'un "Anabasis" adlı kitabında da karşımıza çıkar, sesin söze dönüşmesi. Bir anekdotla analım onları, ana tanrıçaların özgürlüğe tutkun eyleminde bizi direnişe çağıran yaşanmışlıktaki çığlıktır:
Grekler, paralı asker olarak savaşırlar Persperle. Ardından sonuçsuz kaldıklarında geri çekilirler. Mezopotamya'dan Karadeniz'e ulaşmaya çalışırlarken yolları engin yaylalarımızdan geçer. Karduka'da sırtını dağlara vermiş bir geçitte kurulu yerleşim yerine ulaşırlar.
Kardukalılar yabancı savaşçılara karşı direnirler. Son erkek neferine değin cenge tutuşur yangın yürekliler. Tek tek düşerler toprak ananın bağrına. Geriye kadınlar kalmıştır bebeleriyle. Bir yanı uçurum olan zirvelerde halaya durur kadınlar. Uçuruma yönelir govend. Halaybaşı tilililier eşliğinde bırakır kendini yardan. Ardından gelen halaybaşı olur. Ve böylece sırayla bırakırlar...
