Dünya Kadın Yürüyüşü: Ya özgürlük ya hiç!


Dünya Kadın Yürüyüşü (DKY) 15 Ekim'de Portekiz’in başkenti Lizbon’da “Bedenimiz, emeğimiz ve toprağımız için yürüyoruz” şiarıyla binlerce kadının yürüyüşüyle sona erdi. 6 Mart 2015'te Rojava Kadın Devrimi'ne atfen Nusaybin’de Kürt Kadın Hareketinin ev sahipliğinde başlayan kadın yürüyüşü, Lizbon’a vardığında sekiz ayda 20 ülkeyi aşmış, 13242 kilometre yol yapmıştı. 30 kadın sürekli hareket halinde olan karavanda yolculuk halindeydi. 400 kadın örgütü sekiz ay boyunca kadın yürüyüşü için çalıştı. 30 binden fazla kadınla aktif eylemler yapıldı. 20 ülkede 70 ana noktada 200 etkinlik, 180 sanatsal aktivite, 89 yürüyüş gerçekleştirildi. 1000’e yakın kadın yürüyüş boyunca aktif olarak çalıştı.
Lizbon’da finali gerçekleştirilen DKY'de öncelikli olarak 8 aylık deneyimin paylaşıldığı çalışmalar damgasını vurdu. Farklı ülkelerden bir araya gelen yüzlerce kadın oldukça renkli görüntüler oluşturdu. Portekiz final için özellikle seçilmişti. Hem Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biri olması itibariyle hem de kadın eksenli muhalefete güç katmak açısından dünyanın dört bir tarafından gelen kadınlar Lizbon’daydı.
Yoksulluğun kadınlaşması
Kentin en yoksul mahallesinden başlatıldı ilk günün yürüyüşü. Mahalle, daha çok Portekiz sömürgelerinden gelen yoksul siyahların oturduğu, çoğu da evsiz olan ve ev hakkı için mücadele eden insanlardan oluşuyordu. Sömürge ülkelerden gelen kadınlar ise en dipteki sınıfı temsil ediyordu. Daha çok kreş üzeri çocuk bakıcılığı ve temizlik işçileri olarak örgütlenen kadınlar içinde bulundukları koşulları dile getirdiğinde, aslında geçmiş zamanın çıplak köleliğinin modern köleliğe dönüşmüş halini ifade ediyordu. Kadınlar bir tek bu alanlarda iş bulabiliyor ve ayakta durmaya çalışıyordu. Sokakta küçük bir gözlem bile sınıfsal çelişkinin aşırı yoksullar ve zenginler olarak ayrıştığını fark edebilirdi. Kadın hareketleri tarafından “yoksulluğun kadınlaşması ve yoksulluğun kadın hali” olarak kullanılan tanımın karşılığı Lizbon sokaklarında rahatlıkla görülebilir durumdaydı.
Kadın için dünyada barış, evde savaş demek
Üç gün boyunca süren etkinlikler kapsamında birçok atölye çalışması gerçekleştirildi. Kürdistan atölyesinden tutalım, emek hareketi ve kadının görünmeyen emeği, göçmen sorunu, kadına dönük şiddet gibi birçok ana başlık ele alındı. Yine savaş ve kadın konusu da önemli bir gündem olarak tartışıldı.
En çok Mozambik’ten gelen Dünya Kadın Yürüyüşü'nün Sekreteryası Grassa Samo'nun yaptığı konuşma dikkatimi çekti. Grassa, savaş gerçekliği içinde kadının durumunu oldukça yalın anlattı. Genelde Afrika özelde de ülkesi olan Mozambik üzerinden bir kadın tanımlamasına gitti. Mozambik sömürge bir ülke ve uluslararası şirketlerin hakimiyetinin olduğu bir alan. Grassa kadınların savaşta da “barışta da” sistematik olarak savaş gerçekliğini yaşadığına dikkat çekti. Yani silahlar bir ülkede susabilirdi. Adına barış da denilebilirdi. Ancak bu kadınlar için bir barış değildi. Çünkü “dünyada barış evde savaş” demekti. Kadın sömürüsü sistematik olarak her koşulda devam ediyordu ve kadınlar bu manada sürekli bir savaş halindeydi. Silahlar sustuğunda kadınlar için savaş bitmiş olmuyordu. Aile, toplum, militarist yapı, geleneksel dayatımların hepsi kadına karşı bir savaş haliydi.
Sadece coğrafyalar mı sömürü alanı?
Afrika’da sadece altın, elmas ya da başka madenleri bulmak için coğrafyalar sömürülmüyordu. En fazla da kadın bedenleri sömürü alanıydı. Çok uluslu şirketler paravan mafya grupları oluşturuyordu ve bu gruplar kadınları fuhuşa zorluyordu. Fuhuş sektörü de sömürüyle birlikte derinleştirilip yaygınlaştırılıyordu. Üstelik fuhuşa zorlananların ise çocuk kadınlar olduğunu özellikle dile getiriyordu Grassa. Sıcak savaşın yaşandığı dönemlerde kadınlar her türlü tecavüze, şiddete ve kırıma maruz kalıyordu. Ancak savaşların kadın üzerinde yarattığı etkilerin halen bile tüm dünyada irdelenmeyen bir konu olduğuna özellikle dikkatimizi çekiyordu. Savaş ve kadın, üstü örtülü bir alandı. Örneğin bir kadının askeri bir araca bindirilmesinin bile kendi başına nasıl bir şiddet olduğunu kendi ülke koşularında anlattı Grassa. Savaş içinde erkekler sadece silahlarını değil cinselliği de bir silah olarak kullanıyordu. Bu durum militarist kültürün en açık ifadesiydi. Mozambik’te kadınlar halen cadı denilerek yakılıyordu.
Kadınlara dayatılan cinsel kölelik geniş olarak dile getirildi. Birçok örnek üzerinden kadının yaşadığı sorunlara dikkat çekilen tartışmalarda sadece mağdurluğu değil aynı zamanda direnen kadın gerçekliği de öne çıkarıldı. Ancak daha güçlü kadın örgütlenmelerinin kadın dayanışmasıyla sağlanabileceği sıklıkla dile getirildi.
İktidarcı kültürün kadındaki etkileri
Bir diğer dikkat çeken husus da kadınların sadece sosyal alanlarda dayanışma örnekleri gösterdiğini, ancak siyasal alanda kadınların rekabet kültüründen kendilerini arındıramadıklarını ve bunun da kadındaki ataerkil ve iktirdarcı kültürün etkileri olarak vurgulanması önemliydi. Kadınlar başka bir dünya sunmak istiyorsa önce kendini ve tüm kadınları sevmeliydi. Çünkü dünya böyle güzelleşecekti. Grassa’nın konuşmaları yoğun alkışlar arasında son buldu. Ancak Grassa kalabalık salonda konuşmasını bitirirken sık sık “özgürlüğe kadar yürümeye devam edeceğiz “ sloganını attırması da ayrıca coşkuyla karşılandı.
Sorun ortaksa direniş de ortak olmak zorunda
Portekizli kadın aktivistin dünyanın savaşlarla nasıl militarize edildiği üzerine kurduğu konuşmasında “bu dünya ya feminist olacak ya da olmayacak, ya özgür olacağız ya da olmayacağız” demesi, yüzlerce kadının yoğun alkış ve sloganlarıyla dakikalarca eşlik etmesini sağladı. Feminist hareketlerin parçalı oluşu, fikir ayrılıklarının giderilmesi gerektiği, bütün dünya kadınlarının şiddet ve ezilmişlikte yaşadıkları ortaklığı neden örgütlenmedeki ortaklığa dönüştüremediklerini, kadın hareketlerinin bu durumu sorgulayarak işe başlamaları gerektiğini dile getirmesi oldukça önemliydi. Çünkü hiç kimse tek başına dünyayı değiştiremeyecekti. Sorunlarımız ortaktı, direnişimiz de ortak olacaktı. Ya hep birlikte özgürlüğü örecektik ya da hep birlikte batacaktık. Yalnız mücadele ediyorsanız ve dünyanın başka bir coğrafyasında kadınlar ezilmeye devam ediyorsa, bu kendi başına özgürlük olmayacaktı. Özgürlük zincirleme bir halka gibi herkesin geleceğini birbirine bağlamıştı. Çünkü kadın dünyanın en büyük ezilen sınıfıydı ve kurtuluşu da birlikte mücadeleden geçiyordu.
Filistinli kadın aktivistin İsrail’i bir erkeğe, Filistin’i ise bir kadına benzetmesi dikkat çekiciydi. Filistin’in kaderiyle kadının kaderi aynıydı. İkisi de birlikte özgürleşecekti. Çünkü onlara göre İsrail ataerkilliğin kendisiydi.
Jin jiyan azadî!
Bütün etkinliklerde Kürt Kadın Hareketi adına konuşmalar yapıldı. YPJ tüm kadınların yıldızıydı. Kürt kadın hareketi deneyimleri dikkatle dinlendi. Kadınlar tarafından onlarca soru soruldu, tartışıldı. Hatta Lizbon Üniversitesi'nde bin kadının bulunduğu geniş salonda Kürt Kadın Hareketi temsilcisinin yaptığı konuşmadan sonra “Jin Jiyan Azadî” sloganının atılması ve bütün kadınların eşlik etmesi ise ayrıca anlamlıydı. Anlaşılıyordu ki kadınlar artık bu sloganı biliyordu. O sloganı biz atar atmaz, aynı anda yüzlerce kadının da hiç zorlanmadan tekrarlaması duygulandırıcıydı.
6 Martta Nusaybin’de başlayan Dünya Kadın Yürüyüşü'nün ev sahipliğini yapan Belediye Eşbaşkanı Sara Kaya ise unutulmadı, sıklıkla dile getirildi. Türk devletinin darbe hukukuyla tutuklayıp cezaevine konulduğu Sara Kaya şahsında tüm siyasi tutsaklar için özel bir çağrı yapıp selamladılar.
DAİŞ’in elinde bulunan Êzîdî Kürt kadınlar da unutulmadı. Tüm dünya kadınlarının ortak sorunu ve direniş alanı olduğu belirtildi.
Kadın kırımı kavramı sahiplenildi
Diğer dikkat çeken bir husus da Kürt Kadın Hareketi tarafından kullanılan kadına dönük şiddeti tanımlayan cins kırımı kavramının da artık birçok kadın örgütü tarafından sahiplenilip dile getirilmesi oldu. Kadın kırımı kavramının uluslararası literatüre girmesi için öncelikle kadın örgütlerinin benimsemesi ve söylem olarak da dile getirilmesi önemli bir aşamaydı.
Dünya Kadın Yürüyüşü, Ankara Katliamı'nda yaşamını yitiren barış şehitlerine adandı.
Kadınlar vardır
Son gün sokaklarda yapılan yürüyüş ise oldukça canlıydı. Binlerce kadın ataerkilliğe, sömürüye, cinsiyetçiliğe ve her türlü şiddete karşı öfkesini dile getirdi. Zaman zaman bağırdı, zaman zaman koştu, zaman zaman da avazı çıktığı kadar slogan atarak “ben de varım” dedi. Kadınlar gelecek yıl ekim ayında Mozambik’te yeniden bir araya gelmek için “mücadele edelim, mücadeleyle kalalım, özgür yaşayalım” diyerek, bir sonraki buluşma için ayrıldılar.
Gençleşen feminizm
Dünya Kadın Yürüyüşü'nde belki de uzun zamandır görmek istediğimiz bir fotoğraf vardı. Genelde birçok etkinlikte gördüğümüz feminizmin “yaşlı kuşağı” bu sefer gerçekten de değişmişti. Evet, 70’lerin ve 80’lerin kadın mücadelecileri vardı ama genç kadınların daha ağırlıkta olması umut vericiydi. Hatta karavanda bulunan kadınların çoğu genç kadınlardan oluşmaktaydı. Gençlerin sayıca da fazla olması kadın hareketinin kuşaklar arası kimlik kazanmasında ve kendini geliştirmesinde belirleyici bir rol oynayacaktı. Genç kadınların her şey ama her şeyde kalkıp konuşmaları, cesurca cins çelişkisini ve yaşadıkları sorunları dile getirmeleri anlamlıydı. Demek ki kadın hareketi “yaşlı” kalmayacak, kendini “gençleştirecekti”.
2015 yürüyüşünün öğrettikleri
8 ay boyunca karavanda yolculuk yapan kadınların anlatımları da oldukça değerliydi. Çünkü kadınlar uğradıkları bütün ülkelerdeki gözlemlerini, öğrendiklerini, yaşadıklarını paylaştılar. Kadın olmaktan kaynaklı zorlukları dile getirdiler. Karavancılara göre kadının en büyük düşmanı milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyetçilikti. Çünkü ırkçılar için en büyük düşman kadınlardı. Çünkü kadın mücadelesi ırkçılığın karşı kutbuydu.
Yine kadınların tarihinin görünür olmamasından, kadın tarihinin yazımından, jineolojiden, kadın biliminden, kadın kırımının vardığı düzeyi adım adım yol aldıkları ülkeler şahsında dile getirdiler. Tabii sadece ataerkilliği sorgulamadılar, aynı zamanda kadınlar olarak kendi içlerindeki deneyimi de paylaştılar. Sekiz ay boyunca kadın komünü olmanın, birlikte yaşamanın, her şeyi ortak paylaşmanın, mülkiyetçi olmayan bir topluluk olarak birlikte mücadele eden bir kızkardeşler topluluğu yaratmanın mutluluğunu dile getirdiler. Kadınlar birlikte en zor olanı başardıklarını gururla kelimelere döktüler. Binlerce direnen kadını, kadın kooperatiflerini, 'Başka Bir Dünya Mümkün' diyen alternatif hareketleri, ortaklaşmacı yaşamın nasıl örgütlenmesi gerektiğini, kapitalizmin tüketici yaşam tarzını dile getirmeleri oldukça çarpıcıydı. Kosova’da komünal ekonomiyi hedefleyen helva ve sebzeli makarna kadın kooperatifinin tanıtımı ise epeyce alkış aldı.
