editörden

Toplumsal hafıza denen olgu, toplumsal tarih kadar eski olmasına rağmen, kavram olarak pek de uzun bir geçmişe sahip değil. Zira „kolektif hafıza“ kavramı, ilk olarak Fransız filozof ve sosyolog Maurice Halbwachs tarafından 1920’li yıllarda kullanılmıştır. Halbwachs’a göre topluluklar bireylere, içine anıları bir yerlere yerleştirdikleri çerçeveler sunar ve anılar sanki bir haritaya işaretlenir gibi toplumsal belleğin kılavuzluğunda bireylerin belleğine yerleşir. Bir nevi birçok kişinin, genelde de bir toplumun hareketlerini, düşüncelerini ve duygularını etkileyen hatıratın tümüdür. Toplumsal hafıza veya kolektif bellek, kültürel geçmiş bağlamında güncel sosyokültürel olay ve olguları adlandırır, insanlara bireysel etkide bulunur ve ortak bilgiyi aktarır.
Toplumsal bellek söz konusu olduğunda üzerinde en çok durulan noktalardan biri, bu bilgilerin kuşaklar arasında nasıl aktarıldığı ve aktarılacağı sorusudur. Hafıza, hem sözle hem de yazınsal anlatımlarla aktarılır. Mesela Kürtler açısından yazınsal kaynaklar sınırlı iken, dengbêjlerin söylediği stranlar, çîrokbêjlerin anlattığı masallar temel sözlü kaynakları oluşturuyor.
Bu ortak öyküler bazen ise bir yerde gizli olup, keşfedilmeyi bekler. Bazen bir dağda, bazen bir taşta, bazen bir ağaçta, bazen de bir mezar taşında. Ki mezarlar, geçmiş kültürlere dair en önemli kaynağı oluşturuyor. Mezopotamya ise nice kadim ve yitik kültüre mekandı. Bugün bile Kürdistan dağlarında, hangi zaman ve halka ait olduğu bile bilinmeyen ne çok mezar ve mezarlık var.
O mezarlar geçmiş zamanlara ait olsa bile, bugünü anlatıyor, yarının yolunu gösteriyorlar. Onlar, toplumların ta kendisi. Bazı mezar taşlar bir veya iki, bazen üç kuşak öncesine ait. Bazıları yüzlerce yıllık bir geçmişten gelip bugüne ulaşmış. Bazıları daha da eski.
Mezarların tarihi, kuşkusuz kendi başına kapsamlı bir araştırma konusudur. Ancak bu sayımızda mezar gerçeğini toplumsal hafıza bağlamında ele almak istedik. İnsanlar, toplumlar mezarlara nasıl bir anlam biçer? Mezarlar ile nasıl bir bağ kurulur? Neden mezarlara ihtiyaç duyulur? Nasıl bir işlevi yerine getirirler?
Ve bir de mezarsız olanlar, sevdiklerinin yasını tutabilecekleri bir mezar taşı bile olmayanlar var. O kadar çoklar ki. Bu ülkenin topraklarına basmaktan korkarlar, kefensiz ve tabutsuz gömülen niceler incinebilir diye. Yıllardan beri, her hafta sorarlar kayıplarının akıbetini. Artık yaşamadıklarını içten içe bilseler de, ölü demeye varmıyor dilleri. Ki ölünün bir mezarı olur, değil mi...
Bir de toplu mezarlarda evlatlarının kemiklerini arayanlar var. Her kepçe daldığında toprağa, kırık kemikleri sızlayanlar var. Bu ülkenin haritasız dağlarına gömülenler var; onların anneleri, babaları, kardeşleri, sevdikleri var. Bir mezar umuduyla yaşayanlar var. Bir mezarı fazla görülenler var. Onların hafızaları acıyla yazıldı. Acıyla yazılıyor.
Bu sayımızdaki dosya ile bu gerçeğe de dikkat çekmek istedik. Hişyar Özsoy, Leman Yurtsever, Müslüm Yücel’in konuyla ilgili yazılarını, Etem Xemgîn ile söyleşiyi beğeniyle okumanızı dilerken, Jorge Luis Borges’in dizeleriyle bitirelim:
Şimdi neredeler, diye sorar ağıtlar-şiirler
Sanki hala varmışlar gibi
Dün olabilecek bir yerde onlar“
