ELİF YILDIRIM: 'Evinize dönün'

Haberleri —

Sıradan bir Basel sonbaharı, bildik mesai sonrası yorgunluğumu atamadan, alışveriş için markete girdim. Migros bir çok ülkede şubeleri olan bir marketler zinciridir. Basel’de her zaman uğradığım Migros şubesi aynı zamanda dünyanın küçük bir prototipidir.  Kasadaki Tamil, ekmek reyonunda karşılaşıp selamlaştığım İtalyan komşum, kasa kuyruğunda bana  gülümseyerek  bakan Suriyeli kız çocuğu... İşte hepsi bir arada yaşarken gözlerimin görüp alıştığı, gönlüme yakınlaşan ‘yabancı’ tanıdıklarım benim.  Yabancılığımızı tanışarak eritiyoruz. O ‘yabancılık’, ‘ötekilik’ ve ‘ayrımcılık’  duygusunu yaratan aşılmaz dağın, aslında tanımamak olduğunu anlamışlığımın tarihi, mültecilik tarihimle paraleldir.

 
Gölün balıkları olmak

Küçük bir gölette başka göllerden toplanıp getirilmiş balıklar gibiydik en başta. En başta bazılarımız gölün suyunu soğuk bulduk, bazılarımız ise çok sıcak.
Bir arada yaşamaya alışmak çok zordu. Gölün yerli balıkları yeni gelenleri istemiyordu, hatta önce gelenler sonra gelenleri de istemiyordu.  Birlikte yaşayabilmek için kolonileştik önce, tanıştıkça, tanıdıkça açıldık ve yakınlaştık birbirimize.
Şimdi birlikte çalışıyoruz, birlikte eğleniyoruz. Hepimize yabancı bir kültüre eşit şekilde yakınlaşırken, diğerlerinin kültürlerini ve bakış açılarına yakınlaşıyorum, ve kendime de yakınlaştığımı gözlemliyorum . Kendimi daha iyi tanıyorum, dünya üzerindeki  yerimin bilincine varıyorum. Migros’ta aynı raflardan alışveris yapıp, aynı kasada ödeme yapmak gibi bir şey entegre olmak. Her gülümsemenin ve selamlaşmanın bana verdiği duygu budur burada:  Bütünün bir parçası olmak.

Tibetli çocuklar
Başkalarını izlerken gözlerimiz aslında kendi  yaşamımızı tanır, kendimizin parçalarını toparlarız ‘yabancı’ olanlardan...
İşte o sıradan mesai gününde de kafamda aynı duygularla kasaya geldim. Sizi bilmem ama ben genelde önünde uzun kuyruklar olan kasaları severim. Sıranız gelene kadar gözlem yapabilirsiniz, düşünebilirsiniz. Önümde memur olduğunu düşündüğüm bir İsviçreli satın aldıklarını banda dizmiş kasada sırasını bekliyor. Onun önünde muhtemelen öğrenci olan bir genç kız kasada ödemesini yapıyor.
Arkamda biriken kuyrukta,  üç ve beş yaşlarında iki Tibetli çocuk var. Hınzır hınzır sepetten aldıkları mallarını önümdeki adamınkilerin yanına diziyorlar. O güzel Asyalı gözlerinde iyi iş başaranların gururu seziliyor. Akıllarınca annelerine yardım ediyorlar ve hatta neredeyse alışverişi bitirmiş edasındalar. İsviçreli memurla göz göze gelip gülümsüyoruz. Belli ki adam da aynı şeyi düşünmekte. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri, seslerinden çınlayan anlamadığımız dilde yankılanan coşku, mesai yorgunluğumuzu silecek bir gülümsemeye dönüşüveriyor bir anda. Çocukların annesi gelip anadillerinde sevimli bir sesle onları uyardığında kendi eşyalarını hemen sepete geri topladılar bizim yaramazlar. Annelerine sorular soruyorlar. Soru sorma yaşındalar, sabırla cevaplıyor anneleri. Benim sepetteki aldıklarıma bakıyorlar, meraklı yaşlarındalar çünkü.
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir çocuğun olması gerektiği aşamadalar. Merak ediyor, soruyor, dünyayı tanımak istiyorlar. Ve kasa sıralarındaki dünyanın çeşitli yerlerinden onlarca insanın eğlencesi şu an bu çocuklar. Bana aslında ne kadar benzer olduğumuzu hatırlatıyorlar. Başkalarını izlerken gözlerimiz aslında kendi  yaşamımızı tanır, kendimizin parçalarını toparlarız ‘yabancı’ olanlardan...
Anneleri biraz tedirgin, sıradakileri rahatsız etmeme telaşında.
Tanıdığım tüm Tibetliler böyledir. Onlar sessiz ve huzur içinde yaşayan bir kültür. Hele kadınları daha mütevazi, daha sessiz. Yalnız gururludurlar da, otuzlu yaşlarının başındaki bu Tibetli kadının da hafif çekik gözlerinde oğullarını izlerken yerleşen o gururu görebilmenizi isterdim. Bir de o mesai yorgunluğumu silen o şirin karşılaşmanın hep bu haliyle kalmasını çok isterdim.
Birden bire kadının ve iki çocuğunun üzerine bir alışveriş arabasını hışımla süren yaşlı bir İsviçreli adam yaklaştı. Alkolün mü, Parkinson hastalığının mı, hırsın mı etkisi ile bilinmez, elleri titriyordu, bağır bağır konuştuğu için ağzından çıkan nefret sözcükleri de anlaşılmıyordu, sadece sesi değil çenesi ve tüm vücudu da titriyordu.
Sadece bir alışveriş arabasının sığdığı kasa önünde kadının ve iki çocuğunun üzerine arabasını sürüyor, bir yandan da ‘evinize dönün’ diye bağırıyordu çatlak sesiyle ve İsviçre Almancasının en kaba diyalekti ile.
Tibetli kadın çocuklarını benim önüme iteleyerek, geri döndü ve üzerlerine sürülen market arabasını geri itti. Yaşlı adam yalpaladı, düşmedi. Genç kadın yavrularını koruyan bir kaplan gibiydi o anda. Kasa kuyruğunda çocukları önüme alarak korumaya çalıştım. Korkmuşlardı ve ağlamaya ramak kalmış halde bekliyorlardı. Belki de ağlamayı akıl edemeyecek derecede korkmuşlardı.
Zamanın donup kaldığı, havanın ağırlığının herkesin ciğerlerine ağır geldiği anlardan biriydi o an. Sanki kasaların olduğu alana bir bomba düşmüştü ve herkes kendine saplanan şarapnel parçasından yaralıydı.
Kasadaki Tamil’in gözleri yerde. Yan kasadaki Arnavut da suskun. Herkes bir şey yapmak istiyor, herkes bekliyor.
Birden bire bir yabanlık duvarına çarpıyor tanışlıklığımız. Hepimizin içinde yaralı bir yer var, kanıyor...
Sadece kırmızı görüyorum o an. Sessizlikten cesaret alan yaşlı adam hakaretlerini daha da artırıyor, daha pervasızlaşıyor. En son ‘çekik göz’ lerine laf etti kadının.
Kadın bildiği Almancayı unuttu o arada. Sinirden titremekten başka elinden bir şey gelmiyor, bomba onun elinde patladı , en yaralımız o... Yol verdim, aldı çocuklarını sıradan çıktı. Bense elimden geldiğince yavaştan aldım işi kasada. Yaşlı adam hala söyleniyordu, artık söylemleri tüm yabancıları kapsıyordu.
Döndüm ve çok sakince ‘ Şu an İsviçre Anayasası’na karşı suç işlediğinizin farkında mısınız? ‘ diye sordum.
Evet İsviçre anayasası Irkçılığı suç sayar. Anayasanın ilk maddesi insan onurunun kesinlikle dokunulmaz olduğunu kabul eder.
Yaşlı adamın cevabı hakaret oldu. Polisi çağırma hakkım olduğunu ve şu an ırkçılık yani yabancı düşmanlığı yaptığını söylemem  çirkin yüzünü daha görünür yapmaktan başka hiç bir şeye yaramadı.
Adamın önündeki araba bana doğru hareketlendiğinde, sıkıca kavradım arabayı. Adamın gözlerinin içine bakarak ‘Hastasınız ve deminden beri hakaret ettiğiniz göçmenlerin çalıştıkları bir huzurevinde, yalnız ve mutsuz öleceksiniz’ dedim.
Gözlerindeki hırs kırıldı, gerçek ama çırılçıplak gerçek geldi oturdu o sinirlerle bakan gözbebeklerine.
Bütün o hırçınlığı, bütün hakaretleri, hastalıklı ruhunun tüm hezeyanı orada yerle bir oldu. O adamın hastalığı kendini diğerlerinden üstün görmekti. Tarih bu hastalığa yakalanmış onlarca örnekle doludur. Türkiye gibi bir ülkede büyümek, kendini Türk sanmak ya da ifade etmenin ‘mutluluk’(!) kaynağı olduğunun enjekte edildiği, o ‘kahramanlık’(!) dolu tarihin zorla çocuk beyinlerine yerleştirildiği bir dünyaya büyümektir. Dünyaya bedel (!) olmakla ödüllendirilen uyduruk kimliklere alışkanlıktır. Onun içindir ki bir Kürt için çok açık bir gerçekliktir: Irkçılık bir hastalıktır, hem de tedavisi olmayan bir hastalık. Irkçılık kocaman bir yalnızlıktır. Yedi milyar gülümseyen insanın arasında kendi özünü yiyen, çürüten bir kurt misalidir ırkçılık. Ne kadar güçlü ve üstün görürseniz görün kendinizi çevrenize kurduğunuz o kalenin taşları doğru seçilmemişse, elbette sonunda yıkılacaktır.
O enkazın altında kalacak olan yine sizsinizdir. Kimler kaldı o enkazda tarih şahittir, dili var konuşuyor yazıyor. Avrupa’da yazdı, Latin Amerika’da yazdı, Hindi Çin’de yazdı, Uzak Doğu’da yazdı kısaca yedi düvelde yazdı.

Sevgiden meyve ağaçları

Irkçılık başkasını reddetmektir. Doğru olan ise kim olduğunu bilip, kimliğine kültürüne sahip çıkarak, başka uluslarla birlikte yaşamanın yollarını geliştirebilmektir.
Kaleler kurmayalım çevrenize, yeşil ve  tertemiz, üzerinde bilgiden ve sevgiden meyve ağaçları olan bahçeler kuralım.
Çitlerimiz geleneklerimizdir, kültürümüzdür, bahçemizi korumaya yarar. Yine de alçak tutmalı bahçelerimizin çitlerini, atlayıp gelebilsin komşularınız bir çay içmeye. Dünyanın tüm çocukları  tırmanabilmeli ağaçlarınıza, yiyebilmeli meyvelerinizden.
Başka tür bir bahçe ne işe yarar ki ?
 

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.