Emekçi halklar savaşa karşı birleşin!

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • Emekçilerinin, kadınların, gençlerin, tüm farklı inanç kesimlerinin, mağdurların, kısaca bu rejime itirazı olan herkesin bu denli güçlü bir mücadele potansiyeli taşıdığı bir süreçte siyasete düşen öncelik toplumu örgütlemek olmalıdır. İttifak siyaseti pazarlık aklından kurtulup mücadele dinamiklerinin savaşa ve sömürüye karşı ortaklaşmasına bir an önce yoğunlaşmalıdır. 

Fransa’nın 19 Temmuz 1870’te Almanya’ya saldırması üzerine I. Enternasyonal, savaşa karşı bir çağrı metni yazma işini Karl Marx’a verdi. “Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyi’nin Fransız-Alman Savaşı Üzerine Birinci Çağrısı” adıyla yayımlanan metin, işçileri savaşa karşı enternasyonalist bir tutum almaya davet ediyordu. Marx’a göre, bu saldırganlığın gerekçesi içte despotizmi sürdürmekten başka bir şey değildi. Marx metninde “bir üstünlük ya da hanedan sorunu için savaş, emekçilerin gözünde canice saçmalıktan başka bir şey olamaz.” diye yazarak işçi sınıfını savaşa karşı güçlü bir tavır almaya çağırıyordu.

Marx, “Temmuz 1870 savaş komplosu, 1851 Aralık darbesinin düzeltilmiş bir baskısından başka bir şey değildir” diye de yazmıştı.1851 darbesi Cumhurbaşkanı olan Bonaparte’ın parlamentoyu dağıtarak cumhuriyet rejimini ilga edeceği “kendi kendine darbe” sürecinin başlangıcıydı.

Geride bıraktığımız 1 Mayıs’ta buna benzer bir metin yayınlansa içinde bulunduğumuz süreci fazlasıyla tarif etmiş olurdu. Sınır ötesinde devam eden savaşın bir yanıyla iktidarın içeride siyasal despotizmi kalıcılaştırmaya ve ‘beka’ söylemiyle ‘kendi kendine darbe’ süreci olarak da göreceğimiz OHAL’i yeniden üretmeye yönelik bir stratejiye hizmet ettiğini görmemek mümkün değil. Diğer taraftan da çökmüş bir rejimin hem ekonomik hem de siyasal olarak ikinci yüzyılına girerken bu çöküşten çıkmak adına geçmiş yüzyıldan misak-ı milli ham hayallerini bugünkü yayılmacılık anlayışıyla buluşturma çabasını da izliyoruz. 

İçeriye yönelik despotizm ile dışarıya yönelik yayılmacılığın bir arada yapılandırılmaya çalışıldığı bu süreçte otoriter şefçi rejim sermayeden aldığı güç kadar emekçi halkların örgütsüz, dağınık ve mücadele güçsüzlüğünden de fazlasıyla yararlanmaktadır. Alaturka Bonapartizm olarak da niteleyeceğimiz bu durumun devletin bütünlüğü üzerinde tepinmesi ve yargıdan eğitime kadar tüm yapılarında faşizmi kurumlaştırması, ırkçı söylemiyle kendi ‘istikrarı’ adına toplumsal barışı yıkıma uğratması, kitlesel desteği adına da ‘muzaffer’ bir savaş peşinde koşması bu konjonktürün belirleyici dinamikleri olarak okunabilir.  

Olası ilk seçimin bu atmosfer içinde gerçekleşeceği düşünüldüğünde Erdoğan seçimi bir plesibit’e dönüştürme peşindedir. Faşizmi yıkmadan nasıl bir seçimin bizi beklediğini kestirmek zor olmasa gerek! Siyasi muhalefetin analiz yoksunu ve gerçeklikten kopuk politik hattı bir yanıyla seçim aritmetiği peşinde koşma ısrarından diğer taraftan basiretsiz kadroların liberal pasifizme olan tutkusundan kaynaklanıyor. Bu anlayış direnişten ve mücadeleden kaçmaktan başka bir şey ifade etmez. Faşizme karşı direnmek, onu yıkmak, yeni bir rejimin inşasına kalkışmak adına cesaret yoksunluğu ve irade kaybı seçim hesaplarıyla ve ittifak pazarlıklarıyla telafi edilmeye çalışılsa da arabayı atların önüne koyan bir zihniyetle yol almak ne kadar mümkün, tartışılır…

Bunca krize, yoksulluğa, açlığa rağmen siyasetin toplumsallaşamaması iktidarın değirmenine su taşımaktan başka bir şey ifade etmez. Değirmenin çarkları içinde Kürt halkı, kadınlar, emekçiler öğütüle dursun siyasi muhalefet hala ‘izinli’ mitinglerle ve seçim hesaplarıyla kendisini avutma peşinde. 

Emekçilerinin, kadınların, gençlerin, tüm farklı inanç kesimlerinin, mağdurların, kısaca bu rejime itirazı olan herkesin bu denli güçlü bir mücadele potansiyeli taşıdığı bir süreçte siyasete düşen öncelik toplumu örgütlemek olmalıdır. İttifak siyaseti pazarlık aklından kurtulup mücadele dinamiklerinin savaşa ve sömürüye karşı ortaklaşmasına bir an önce yoğunlaşmalıdır. Newroz’da siyasallaşmış Kürt toplumunun siyasete yol göstericiliği ne denli önemliyse 1 Mayıs’ta Kürt ve Türk emekçilerinin birleşik mücadele azmi de o denli önemliydi. Bunu görmekten uzak siyasi muhalefet ve bürokratik sendikal zihniyet savaşı da görmezden gelerek zaaflı bir tutuma sıkışıp kalmıştır. Oysa alanlar barış olmadan ekmeğin de olamayacağını, savaş ve sömürünün aynı kaynaktan beslendiğinin çok iyi biliyor.  Şimdi savaşa ve sömürüye karşı emekçi halkların birleşik mücadelesini örgütleme zamanıdır… 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.