Emre Kongar Mazlum’a asistanlık teklif etmişti

Haberleri —

MAZLUM DOÐAN’IN ÜNİVERSİTE ARKADAŞI SÜHA ÜNSAL’LA SÖYLEŞİNİN İKİNCİ BÖLÜMÜ



Süha Ünsal ve Mazlum Doğan, 1974-75 eğitim-öğretim yılında Hacettepe Üniversitesi’nde tanıştılar ve yaklaşık üç yıl boyunca çok iyi iki arkadaş oldular. Mazlum Doğan’ın tutuklanmasının ardından bu dostluklarını gerek mektuplar, gerekse de aile aracılığıyla sürdürmeye çalıştılarsa da bir süre sonra dönemin şartlarından dolayı ilişkileri kopmak durumunda kaldı. 

Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olan Süha Ünsal ile Karakoçan Belediyesi’nin düzenlediği 2. Mazlum Doğan Kültür, Sanat ve Doğa Festivali vesilesiyle bir araya geldik ve üniversite arkadaşı Mazlum Doğan’ı konuştuk. Söyleşimizin ikinci ve son bölümünde Mazlum Doğan’In tutuklanması, şehit düşmesi, Delil Doğan ve Süha Ünsal’ın Doğan ailesiyle yıllar sonra yeniden karşılaşması yer alıyor.


Özel hayatında nasıl biriydi Mazlum Doğan?

Söylediğim gibi, Mazlum nazik biriydi; karşısındaki kim olursa olsun, söylediklerini dinlerdi, çok kolay ilişki kurardı insanlarla. Biraz önce de söyledim, okuldaki kadın arkadaşlarımıza karşı da çok nazikti. Bu sıradan bir şey değildi, hala da öyle olduğunu düşünüyorum, ama o zamanlar erkek egemen ideoloji sol gruplar içinde de çok etkiliydi. 

Mesela Beştepe’de bir öğrenci yurdu vardı, kadın öğrencilerin kaldığı. Yurdun yanındaki apartmanda Asiye Abla otururdu. Asiye Abla olmayınca anahtar bizde olurdu, orada ders çalışırdık. Bölge, MHP ve Ülkü Ocakları’nın kontrolündeydi, ya sabah çok erken ya da çok geç çıkabilirdik. Bizim penceremize bakan yurt odasında kalan iki genç kadın vardı. Şimdi iyi hatırlamıyorum, onlar mı bize, biz mi onlara ilgi gösterdik ilk defa? Yurdun aşağısında, Emek Mahallesi’ne doğru bir park vardı; bir gün işaretlerle anlaşarak parkta buluştuk. Dördümüz, 30- 40 dakika kadar... Kim oldukları hakkında da bir fikrimiz yoktu, hayatın tesadüfleri işte, birinin abisi benim ablamın iş yerinden oda arkadaşı çıktı. Kurtuluş grubundandılar. Çok masumane, bir iki kez buluştuk. Fakat o kadınlardan biri, adını şimdi tam hatırlayamıyorum, çok etkilendi Mazlum’dan. 

1977’de Batman’a gitmiştim, kız kardeşim orada çalışıyordu. Mazlum da oradaydı o sıra. Biz Batman’da buluştuk, ablamın evinde, birkaç saat baş başa konuştuk, sohbet ettik. Oradaki arkadaşlar muhtemelen şöyle düşünmüş olmalı: “Ankara’dan biri gelmiş, siyasi şeyler konuşuyorlar.” Oysa o genç kadından ona selam götürmüştüm, ama Mazlum artık Ankara’ya dönmeyecekti, sevgililik ilişkileri olmamıştı zaten; ama kadın ondan çok etkilenmişti, siyasi bir kaygı da yoktu bu arkadaşlıkta.


Okulda nasıldı, siyasi propaganda yapar mıydı?

Okulda da çok yapmazdı, boş çaba olarak görürdü.


O artık Ankara’ya dönmeyecekti ve görüşmeleriniz devam etti mi?

O Ankara’dan gittikten sonra Batman’da buluştuk, Ankara’ya geldi bir ya da iki kere, Delil geldi birkaç kez. Onun aracılığıyla haberleştik ve sonra koptu bağlantımız. 1979’da yakalandı.


Tutuklandığını nasıl öğrendiniz?

Tutuklanmasından tam 11 ay sonra ondan bir mektup aldım. Diyarbakır’dan, ama dışarıdan yollanmıştı. “1979 Eylül’ünden beri Diyarbakır Cezaevi’nde esirim” diye başlıyordu. Hiçbir zaman yazdığı mektuplarda gündelik sıkıntılarından bahsetmezdi; hep “iyiyim” derdi. 1980 yazında geldi bu mektup, sanki otelde kalıyormuş gibiydi cümleleri... Çok geniş ve boş zamanda yapılacak işinin olmamasından sıkıntılıydı. “Bu boşlukta ben de bari İngilizce’ye biraz yükleneyim” demiş, benden İngilizce gramer kitabı, sözlük ve rastgele birkaç İngilizce roman istemişti. Yolladım. Bir iki parti yolladım, sonra 12 Eylül geldi ve bağlantı yine koptu.


Şehadetini nasıl öğrendiniz?

Ölüm haberini bambaşka bir arkadaşımdan aldım. Mazlum’u simaen tanırdı; Almanya’daydı, bir yıllığına bir burs kazanmıştı Almanya’dan. Çok iyi hatırlıyorum, Ağustos ayıydı, Almanya’dan dönmüştü. Evine gittik hoşgeldine. Bir ara döndü bana, “Haberin var mı?” dedi, 1982 Ağustos’u. Mazlum’un haberini orada aldım.


Ne hissettiniz, tepkiniz ne oldu?

Hiçbir tepki veremedim, bir süre sonra kalktım, eve gittim. Bir tür donup kalma. Aklıma bile gelmezdi. Eve doğru yürürken, hafif bir yokuştur o yol, ablam iniyordu. Yüzümden belliydi herhalde şaşkınlığım, “Neyin var?” dedi, ona söyledim. O ağlamaya başladı, ablam çok severdi Mazlum’u, hala da çok sever. “Siz bilmezsiniz” derdi, “biz onunla ne çok dertleştik.” Bir iki kez uğramış Batman’da, halini, hatırını sormuş. Eczacıydı ablam.


Delil Doğan’ın şehadetini nasıl öğrendiniz?

Delil’in ölüm haberini hemen öğrendim. 7 Ekim 1980, televizyonda son haberleri seyrediyorduk evde. Haberlerin sonuna doğru Delil’in ölüm haberini verdiler. Evde annem ve babam da vardı, öyle derin bir sessizlik oldu ki... 

Bir arkadaş var, bıyık bırakmıştı bir ara, “Delil bıyığı” diyordu. Bir gün çay içmeye uğramıştı, sordum, “Olmuş mu anne?” Annem arkadaşın yüzüne karşı “Hayır” dedi, “Delil yakışıklıydı.” Mazlum ufak tefekti, Delil hakikaten babayiğit, uzun boylu, yapılı... Annemin kafasında yakışıklı tipi böyle bir şeydi, Mazlum’u biraz ezik bulurdu.

Üç yıl Emek Mahallesi’nde yaşadılar. Oradan hemen hiç kimse tanımaz onları. Mazlum mümkün olduğu kadar okuyarak zaman geçirirdi, Delil daha heyecanlıydı.


Karakter olarak benzerler miydi?

İki farklı karakter özelliği: Mazlum inatçı, Delil öfkeliydi. 

Delil öfkeliydi dedim, ama onun temel karakter özelliği bence öfkeli olması değil, korkusuz olmasıydı sanırım. Cesaret, korkuya rağmen bir şeyi yapabilmektir; mesela insan paraşütle atlamaktan korkar ama yine de atlayabilir ve bu onun adına cesurca bir davranış olarak nitelendirilebilir, fakat bu korkuyu hissetmeyen biri için durum farklıdır. Onun için Delil’e “cesur biriydi” demek çok doğru olmayacaktır, çoğu insanı korkutan şeyler onu pek korkutmazdı.

Mazlum ise şu anlamda inatçı: Diyelim sigaramız bitti, herkese 5 sigara dağıtılmış olsun, biz bitirsek vermezdi sigarasını. Sakındığından değil, inadından, bunu yaparken de gülerdi.


Polemik yapar mıydı?

Hem de nasıl! Çok iyi bir polemikçiydi.


Ne yapardı?

Herhangi bir konuda bile, nasıl söyleyeyim, çok zekiydi. Karşısındakini çok iyi dinler, mantık hatalarını hemen bulurdu; bir süre sonra tartışamaz hale gelirdiniz.

Kendisine çok kızdığım olaylardan biri de bu tartışmalarla ilgili olmuştu. Okul kantininde, her konuda hep tartışan bir arkadaşla çay içiyoruz. Siyasi ama sıradan, çok da anlamlı olmayan bir konu. Arkadaşımız Mazlum’la tartışmaya, onu konuya çekmeye çalışıyor. Mazlum beni gösterip, “Bununla tartış, bu bile sana üstün gelir” gibi bir şey söylemişti. Ettiği laf benim çok ağrıma gitmişti de, okuldan eve gidene kadar küsmüştüm. Ciddiye almazdı böyle şeyleri; tavrıyla, samimiyetiyle özür dilerdi, insanın gönlünü almayı bilirdi. Ben 17, o 19 yaşındaydık. 3 sene beraber kaldık, 1977’ye kadar.


Aile ile ilişkileriniz devam etti mi?

Hayır. Savaştepe Öğretmen Okulu’ndan bir arkadaşıyla karşılaştık yıllar sonra. Arife Abla’yı görmüş ama ilişki kuramamışlar. Epey bir aradım. Nezaket Abla’nın Almanya’da olduğunu biliyordum, soruşturdum ama ulaşamadım. Öğrenciyken Asiye Abla’nın evine gidip geliyorduk ama o yokken, dolayısıyla tanışmıyorduk ve numarasını da bulamadım. Tanıdığım başka kimse yok. BDP’nin santralini aradım, “Serap Mutlu Doğan’ın telefon numarasına ulaşmak mümkün mü?” diye sordum. Hemen verdiler. Birkaç gün düşündüm. Tanışmıyoruz, onca yıl geçmiş... Mazlum’un bende bir emaneti vardı, onu vermek istiyordum.


Neydi bu emanet?

Giderken bana bir hediye vermişti: Ya dedesinin ya da babasının kullandığı tütün tabakası. Hatıra diye vermişti bana. Asiye Abla’nın bir röportajında okumuştum, Mazlum’un eşyalarını topluyormuş. Tütün tabakası yıllarca, 9 yıl, bir başkasında durdu. Çünkü ben çok taşındım, dolayısıyla kaybetmekten korkuyordum. Şöyle bir hikayesi var: Ben aileye ulaşmaktan umudumu kesmiştim; o arkadaşıma, bir kadın arkadaşım, benim için tabakayı saklamasını rica ettim. Arkadaşımın bir de oğlu var, büyüdüğü zaman tabakanın onda kalmasını istedim. Anne Türk, baba Fransız, iki dilli bir çocuk. Arkadaşım da dedi ki, “Yaz bunun hikayesini, içine bırak ki, büyüdüğünde okusun, hikayesini bilsin.” Yazamadım tabii, erteledim hep.


Sonra aradınız mı Asiye Abla’yı?

Evet, aradım sonra, kendimi tanıttım, anlamadı. İsmimi tekrarlayınca arkadan bir ses yükseldi, “Ver onu bana!” dedi, Arife Abla’ydı.

Tabakayı aldım emanet bıraktığım arkadaştan. O da çok güzel bir şey yaptı: Çocuğunun ilk bezini işlemiş, nakışlamış ve yıllarca saklamış, onun için çok değerli. O beze sardı tabakayı, paket yapıp bana verdi. Yıllarca Mazlum’un hikayesini dinlemişti benden.

Gittim İstanbul’a. Bana yolu tarif ettiler, Asiye Abla beni karşılamaya çıkmıştı; o beni tanımıyor, ben onu tanıyorum. Buluştuk, dedi ki Asiye Abla, “Arife sabah kalkmış, ‘Çocuk gelecek, çocuk gelecek’ diye bekliyor, çocuk da sensin.”

Asiye Abla’nın kızı Baran da oradaydı. Bebeği olmuş: Piya. Arife Abla Baran’la tanıştırdı ve bana sordu: “Ya sen nereliydin?” Sonra döndü Baran’a, “Biz eskiden birbirimize böyle sorular sormazdık, ayıp kabul ederdik” dedi. Evet, böyle soruları ayıp kabul ederdik; hala da ayıp kabul edilmesi gerektiğini düşünürüm.


Ama okuyucularımız nereli olduğunuzu merak edecekler şimdi...

Annem ve babam Hatay’ın Erzin ilçesinden; ama ben Ankara’da doğup büyüdüm.


Mazlum Doğan’ın şehadetinden sonra siz onun davasını merak edip araştırdınız mı?

Mesafeli durdum hep. Belki birçok kişiye göre ayıp olacak; ama beni daha çok Mazlum’un kendi hikayesi ilgilendirdi; siyasi olarak da farklı düşüncelerim var.


O size hiç anlatmadı mı uğrunda öldüğü bu büyük davayı?

Çok derinlemesine değil, tam tersine uzak durmamı istedi hep. Okulu bitirmemi, “büyük davalardan” uzak, daha sıradan bir yaşam sürmemi daha sempatik buldu bana kalırsa. Açıkçası fiili bir siyasi süreç içinde olmama sıcak bakmadı, belki de çok sevdiğinden, bilemiyorum.

Aileyle yeniden buluştuktan sonra, bir iki kere daha İstanbul’a gittim, Mazlum’un yaşadığı yerleri çok merak ediyordum. Karakoçan Mazlum Doğan Kültür, Sanat ve Doğa Festivali bir vesile oldu, doğup büyüdüğü yerleri görebildim. Festivalin ilk günü köyden Karakoçan’a gittik; bazı müzik gruplarının konserleri vardı; ama kısa bir süre sonra Asiye Abla ile alandan ayrıldık, mahallede dolaştık, eskiden yaşadıkları eve gittik. Ben böyle bir şey istememiştim; ama Asiye Abla benim oraları merak ettiğimi hissetti sanırım.

Bu sene Asiye Abla dedi ki, “Kitabını, defterini al, daha uzun bir süre gel, sessiz sakin okursun, yazarsın.” Ama zaman uygun olmadı, üç beş günlüğüne gelebildim. 


Bundan sonra gelecek misiniz?

Vakit bulursam festival dışında, daha sakin bir zamanda gelmek isterim tabii.


Eklemek istediginiz son bir şey var mı?

Çok anlamlı olmayabilir ama şunu söylemek isterim son olarak: O zamanlar akademik bir yaşam ihtimali konuşulmuştu aramızda. Her şey farklı gelişseydi, Mazlum bir akademisyen olabilir ya da olmayabilirdi; ama büyük bir ihtimalle önemli bir entelektüel olarak tanırdık onu. Yayınlanan yazılarını eklektik propaganda metinleri olarak değerlendirenler olabilir ve haklı da olabilirler; ama dediğim gibi bunlar, çok genç yaşta, çok farklı mecrada birinin yazıdığı yazılardır.

Okulu bıraktıktan sonra Emre Kongar, benimle haber yollamıştı Mazlum’a. İkinci sınıfı bitirmişti daha: “Bıraksın bu işleri, gelsin asistanım olsun” demişti. Üniversite ikinci sınıfta kolay kolay teklif edilmez bu. Mazlum’un cevabı şu oldu: “Emre Hoca’nın çevresi geniştir, tanıdıkları vardır, bana bir öğretmenlik işi bulsun.” Tabii ki Emre Hoca’ya böyle bir talebi iletemezdim...

Emre Hoca’nın ricasını kibarca geri çevirdi; böyle bir teklif her öğrenciye değil, ancak özel bir öğrenciye yapılır. Mazlum çok özeldi gerçekten de; akademide çok başarılı olacağını düşünürdük, ilk iki senelik performansla önünün çok açık olacağı görülmüştü. 

Hacettepe Üniversitesi’nde, hazırlık sınıfı dahil, üç, en çok üç buçuk yıl geçirdi; kimseyle bir sorunu olmadı, hiçbir hocaya, hiçbir okul arkadaşına kaba davranmadı. Çok sık yaşanırdı böyle şeyler o aralar; ama Mazlum çok nazik biriydi.


EYLEM KAHRAMAN/ELAZIÐ

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.