Ermenilerin yüzde 90’ı HDP’yle


Soykırım 100. yılını de virmişken yapılan 7 Haziran seçimlerinde meclise üç de Ermeni milletvekili girdi. CHP’den Selina Özuzun Doğan, AKP’den Markar Esayan ve HDP’den Garo Paylan, yeni dönemde milletvekili olacaklar. Ermenilerin kurumsal kimlikleri, talepleriyle bileşen olarak yer aldıkları tek siyasi yapı ise HDP. Garo Paylan, Ermenilerin kolektif bir süreçle belirledikleri temsilci olarak HDP listesinden İstanbul milletvekili oldu.
Paylan, kuşağı itibariyle Ermenilerin soykırım sonrasındaki psikolojik/sosyolojik halinin tanığı... Ailesinin soykırımda uğradığı katliamlar kadar korkuyu, tedirginliği, yalnızlaşmayı da iyi biliyor. Şimdiyse, diğer Ermeniler gibi çok daha güçlü, iradeli ve cesur. Zira Hrant Dink’in açtığı mücadele çizgisi, bugün HDP ile çok daha yüksek bir aşamaya geldi.
Garo Paylan, gizlenmek için ailece kullandıkları kod adlarından köklerinin soykırım hikayelerine, Ermenilerin seçim tavrından HDP’nin başarısının kaynaklarına değin birçok konuda sorularımızı yanıtladı.
100 yıl sonra kimliğine sahip çıkan vekiller Meclis’e girdi. Ermeni toplumunda bu süreç nasıl karşılık buldu?
Kontenjanlar Ermeniler, Süryaniler ve Êzîdîlere dönüktü. Üç Ermeni aday oldu. İstanbul’un üç bölgesinde birer Ermeni aday oldu. Toplum içi istişareler yaptık. Pek çok yerde yoklamalar, toplantılar, görüşmeler yapıldı. Partim de yoklamalar yaptı ve benim ismim öne çıktı. Toplumda ciddi bir teveccüh buldu bu. Kapı kapı yaptığımız çalışmalarda partimin fikirlerinin, geçmişle yüzleşme anlamında ve eşitlik anlamında büyük teveccühle karşılandığını gördük. Ve 10 Ermeni’den 9’unun oyunu aldık. Yani Ermenilerin yüzde 90’ının oyunu aldığımızı rahat rahat söyleyebilirim. Bu, Ermenilerin 100 yıl sonra mecbur kaldıkları, mecburen yanında durdukları o iki siyasi akımın dışında; özgürlüğe, eşitliğe, barışa, geçmişle yüzleşmeye ve gelecek kurma hayaline doğru yüzlerini dönmesidir. Ermeniler için kendi içlerinde bir devrimdir, bu dönüş. Keşke sayımız daha fazla olsaydı. 50-60 bin Ermeni oyu var. Yani “Ermeni’yiz” diyenlerin oyu... Yoksa pek çok Müslümanlaşmış Ermeni de var. Bu anlamda yüzbinlerce Müslümanlaşmış Ermeni var. Onların da oyunu almışızdır. Telefonlar geliyor. Ermeni toplumunun yüzde 90’ının oyunu almak, Ermeniler için bir devrimdir. Çünkü korku bulaşıcı olduğu gibi cesaret de bulaşıcı. Bugüne kadar Ermeniler korkularıyla, kaygılarıyla oy veriyorlardı; şimdi cesaretleriyle, özgüvenleriyle eşitliğe, barışa, demokrasiye oy verdiler. Markar Esayan da mesela seçildi. Ancak savunduğu şey, bir AKP’li Kürt’ten, bir AKP’li Türk’ten çok da farklı değil. O anlamda benim için bana yakın diyebileceğim bir insan değil. Partili yoldaşlarım, Ermeni kimliğinin dertleri ve eşitlik politikalarında çok daha yakınlar. Mesele insanlar ne diyorsa odur.
Peki Garo Paylan kimdir? Ailesinin kökenleri hangi şehirlere dayanıyor?
Şöyle söyleyeyim: 1915 Ermeni Soykırımı öncesinde de Ermeni katliamları vardı. 1896’da mesela. Benim babaannemin kökeni Muş’a dayanıyor. Muş yoğun olarak Ermenilerin yaşadığı bir şehirdi. Ancak Hamidiye Alayları’nın katliamları vardır. Babaannemin ailesi de katledilir. Bir bölümü Malatya’ya sığınır. Annemin dede tarafı da Amaysa’ya dayanıyor. İşte 1915’te oradaki katliamlarda bir tek dedemin babası hayatta kalabiliyor. O da bir şekilde Malatya’ya sığınmış, saklanmış. Orda anneennem tarafıyla evleniyor. Malatya’daki sülalemizin zaten kökü kazınmış. Bir tek babaannemle dedem kalmış 1915’te. Zaten o katliamda genelde yetimler kalır. Ya bir komşusunun yanına sığınmış bir kadın ya da bir erkek kalmıştır. Komşusunun yanına sığınmış insanlar ayakta kalır. “Kılıç artığı“ denir dikkat ederseniz. Benim baba tarafından dedemler ya da anne tarafından dedemler, anneanne tarafında da hayatta kalma hikayeleri hep böyledir. Hepsi çok acı hikayeler. Onların hayatta kalma hikayelerine baktığımızda yürek dayanmaz. Hepsinin ya anaları, ya babaları, ya kardeşleri gözlerinin önünde katledilmiş. Acılar yaşanıyor, bir yandan insanlar öldürülüyor, bir yandan inkar ediliyor. Ve hatta hain ilan ediliyorsunuz. Kimliğiniz düşman olarak ortaya konuyor ve suçlama devam ediyor. Bütün bunlar geriye kalanları, hayatta kalanları bir sessizliğe mahkum ediyor. Çocuklarına dahi bu hikayeleri yıllarca anlatmamışlar. Bu dertle her uğraşan bir suçla karşı karşıya kalıyor. O açıdan 1990’lara kadar üç kuşaklık bir sessizlik var. Çünkü cezalandırılmayan her suç tekrarlar. Ama o suç yalnızca Ermenilere karşı tekrarlamaz, diğer kimliklere karşı da tekrarlar. Ermeni Soykırımı’nın üzerinden geçen Türkiye toplumu, esasen en büyük kötülüğü kendine yapmış. “Biz o suçun etrafından geçip devam edebiliriz” dediği anda geçememişler. Tam tersine o sistem en korkunç şekilde bir tek Ermeni’ye değil herkese kötülük yapmış. O açıdan üç kuşaklık bir sessizlikten sonra Ermeniler, aslında Hrant Dink’le beraber başlarına gelen felaketi dillendirmeye başladılar. Biz de “aman oğlum, aman kızım”la büyütüldük. Biz babaannemin ailesinin başına gelen felaketi öğrendik ama konuşmamamız bize salık verilmişti. “Aman bunlardan bahsetmeyin, başınıza bir iş gelir” denildi.
Aileniz göç yolunda mı yoksa bulunduğu yerlerde mi katlediliyor?
Önce seferberlik ilan ediliyor. Silahlar toplanıyor. Bütün 15-45 yaş arası Ermeni erkekler toplanıyor. Ve şehirden biraz uzaklaştırılıp hemen katlediliyorlar. Daha sonra tehcir denilen şey kadınlara, çocuklara ve yaşlı erkeklere uygulanıyor. Tehcire gönderilenler ya yolda katlediliyor, ya tecavüze uğruyor. Ya da bazı çocuklar, başka ailelerin yanına alınıyor. Biliyorsunuz, pek çok Müslümanlaşmış çocuk var o dönem. Güzel kadınlar eş ya da cariye olarak alınıyor. Ailem tarafının da çoğu öldürüldü. Şu anda Malatya’dan güneye doğru baktığımızda Adıyaman’da, Urfa’da pek çok akrabam olabilir. Çünkü göç yollarında pek çok çocuk evlat olarak alınmış, pek çok kadın eş olarak alınmış. Kızıyla, oğluyla evlendirilmiş çocuklar var. Urfa’ya, Maraş’a gittiğimde, Diyarbakır’a gittiğimde, “Benim Ermeni babaannem var, Ermeni anneannem var” derlerdi. Belki onlar benim de akrabalarım. Anlatılır ya, “Ermeniler tehditti, o yüzden sürdük” diye. Halbuki göç ettirilenler kadınlar ve çocuklardı, erkekler zaten öldürülmüştü.
Aile Malatya’da Çavuşoğlu Mahallesi’nde mi yaşıyordu? Taş Horan Kilisesi’nin (Surp Asdvadzadzin Kilisesi) olduğu bölgede?
Evet, Çavuşoğlu Mahallesi. Soykırımdan sonra mahallede kalan Ermeniler oldu. Soykırımdan önce Malatya’nın 20 bin Ermenisi vardı. Merkez olarak söylüyorum, köyler hariç. Soykırımdan sonra 700-800 kişi hayatta kalıyor. Gizlenen insanlar... Bir bölüm insan da şöyle hayatta kalıyor: Zanaatından dolayı bırakılıyorlar. Diyelim ki bir marangoz, iki demirci lazım, diyorlar ki, bunlar kalsın ihtiyaç var.
Bazıları komşularının yanında gizleniyor, böylece 700-800 insan hayatta kalıyor. Daha sonra dönen insanlar oluyor. 1960’larda 3-4 bin kişilik bir cemaate ulaşıyor ama sonra tekrar yaşanmaz oluyor. Kıbrıs meselesi, milliyetçi akımlar oluyor, Ermeniler tehdit ediliyor. Anadolu’da kalan Ermeniler de zamanla İstanbul’a ya da yurtdışına göç ediyor. Soykırım olmasına rağmen Anadolu’da 100 bin, İstanbul’da 100 bin Ermeni kalıyor. Onlara bile hayat yaşanılır kılınsaydı, nerden baksan bugün 1.5 milyon Ermeni olurdu. Bu bile soykırımın devam ettiğini gösteriyor.
Varlık Vergisi de ailenizi etkilemiş mi?
Dedemin babası, Malatya’nın varlıklı ailelerinden birisiymiş. Soykırımda canlarını aldıkları gibi bütün varlıklarına da el koyuyorlar. Zanaatkar bir aile. Ayakkabıcı. Dedem de çok çalışkan bir insanmış. Zaten herhangi bir devlet desteği olmadığı için ekmeğini taştan çıkarmak zorundalar. Dedem ahdediyor, çalışıyor, bir ev satın alıyor. Bir-iki bahçeleri oluyor. Varlık Vergisi’nde bütün varlığının 10 misli bir vergi çıkarılıyor. Uygulama özellikle gayrimüslimlere yapılıyor. Ödeyemeyenler askere alınıyor. Yıllarca vergiyi ödeyemeyenleri zorunlu askere alıyorlar. Perişan oluyorlar, suç devam ediyor yani. Sermayenin millileştirilmesi hikayesi, hem soykırımda uygulandı hem de sonrasında bu tür uygulamalarla sermaye tırnak içinde millileştirildi.
1955 pogromu aileyi nasıl etkiledi?
1955’te aynı şekilde Malatya’da da bazı olaylar olmuş. Esas olarak İstanbul’da, İzmir’de Rumlara dönük olarak uygulandı. 1955 süreci, Ermenileri de çok ciddi şekilde etkiledi. Ermenilere, “Artık bu ülke bize vatan olmayacak. Burda hiçbir zaman güvende olmayacağız. Artık burda çocuklarımıza bir gelecek yok” hissi getirdi. Ve 1955 sonrası Anadolu’yu terk etme veya yurtdışına göçler hızlandı.
Siz İstanbul’da hangi semtte büyüdünüz?
Yeşilköy’de yaşıyorduk. Sessizlikten sonra Hrant Dink başımıza gelen felaketi barışın diliyle, “Bu işi çözelim arkadaş” deyip ortaya koyduktan sonra Ermenilere cesaret geldi, bunlar konuşulmaya başlandı. Bir miktar cesaretle kimliklerini gizlememeye başladılar.
Nasıl ki bir Alevi geçmişte gizleniyordu ama artık kendi kimliğini daha rahat söyleyebiliyorsa, bizler de Hrant’ın sayesinde, Kürt Özgürlük Mücadelesi sayesinde, bütün mücadele gelenekleri sayesinde artık kimliğimizi söyleyebiliyoruz. Dertlerimizi dillendirebiliyoruz.
Tabii henüz adaleti bulabilmiş değiliz soykırımla ilgili. Ama Türkiye toplumu idrak etmeye başladı. Artık bunu isimlendirmekte... Faillerine katil demekte henüz adım atılmış değil ama özgürlük mücadelesi sürdükçe hem geçmişle hem de yalnızca Ermenilerle ilgili değil bütün kimliklerin başına gelen felaketlerle ilgili olarak yüzleşileceğini ve faillerine de katil denileceğini düşünüyorum.
Kimliklere isim yazdırma sorununu ve isminizin hikayesini sorsam...
İsmimizi bile sokakta söyleyemezdik. Herkesin kod adı vardı. Benim kod adım Kaya idi. Bana annem Garo demezdi, Kaya derdi. Annemin adı Sirarpi’ydi ama Serpil denirdi kendisine. Babamın adı Avadis idi, Beyazıt’ta esnaftı, Halis adını kullanırdı. Ermeni olduğunu söylemezdi. Çünkü Ermeni bir küfürdü. Kimliğini gizlemek zorundaydı. Benim isimimin uzun hali Garabet’tir. Garo kısaltılmış hali. Babam Garabet diyor, kimlikte Karabet yazıyorlar. “Hısımlık” anlamına gelir Türkçe’de. Hiçbirimizin ismini doğru yazmazlar. Annemin adı Sirarpi’dir Siropi yazarlar. Babamın adı Avedis’ti, Avadis yazarlar. Bizde soy kodu diye bir uygulama var. Biz Ermeniler’e 2, Rumlara 1, Yahudilere 3, Süryanilere 4 kodu verilmiş. Ama yasal bir uygulama değil. Teşkilat-ı Mahsusa’ya dayanan bir uygulama, devletin derinliklerinde. İnsanlar fişleniyor, kodlanıyor. O uygulama çerçevesinde ayrımcılığa uğruyoruz, mallarımıza, mülklerimize el konuyor. Ermeni okulunda çocuğun okuması için gidip soyunuzu ispat etmek zorundasınız. Halbuki azız, bir avuç kalmışız, birbirimizi tanırız. Ama devlet, “Senin soy kodun 2 değil” deyip çocuğu okutmayabiliyor. Ben Ermeni okullarında yönetici olduğum için çok karşılaştım. Her yıl başvuru yaparlar, bazı ailelerde soy kodu çıkmaz, gider belgelerle ispat etmek zorunda kalırlar. Bazısı kabul edilir, bazısı edilmez. Yasal dayanağı olmayan ırkçı uygulamayı devlet hala sürdürüyor. Siz nasıl bir kişinin Ermeni olup olmadığına devlet adına karar verirsiniz ki? Bunu ancak cemaatler, topluluklar yapar. Kendi içlerinde sistemleri var. Bizim patrikhanemiz var, orada hepimizin kaydı var. “Bu kişi Ermeni Cemaati’nin üyesidir” diye belgeyi orası versin.
Siz büyükbaba, büyükanne tarafın yaşadığı mezalimi nasıl ne zaman öğrenebildiniz?
Babaenneme sorardım: “Babaanne senin annen kim?” Cevaplamazdı. “Baban kim?” Cevaplamazdı. “Senin kardeşlerin nerde? Niye yok kardeşlerin?” Cevaplamazdı. Halama giderdim, “Niye böyle?” derdim. Halam anlatmıştı mesela, başımıza gelenleri.
7-8 yaşlarındaydım. İlkokula gittiğimizde hoca bize, “Türk’sünüz. Hepiniz Türk’sünüz” derdi. “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”ı ezberletirdi. Ben de babama, “Baba biz Ermeni değil miyiz? Hoca bize ‘Türk’üz’ diyor” derdim. Babam, “Oğlum sen böyle söylemek zorundasın” derdi. Ben de buna isyan ederdim. İsyankar ruhum aslında o günlerde başlamış. “Ermeni’ysek niye Türk’üz demek zorundayız” diye isyan ederdim. Sonra babaannemin bizden gizli olarak yaşlılarla Ermenice konuştuğunu gördüm. Korkusundan kendi çocuklarına Ermenice’yi öğretmemiş. Kendisinin o yıllarda tek bildiği dil Ermenice olmasına rağmen gizlice yaşıtlarıyla konuşuyor, çocuklarına öğretmiyor. Çünkü korkuyorlar. Öğretmediği için torunları olarak bizler de Ermenice’yi bilmiyorduk; Ermeni okuluna gittik, orada öğrendik. Bütün bunlar aslında suçun yalnızca bir doğal afet gibi 1915’te olmadığını, o suçun hala devam ettiğini gösteriyor. Hesabı sorulacak yalnızca 1915 değil 100 yıldır. Biz hala Talat Paşa isimli caddelerde yürüyoruz. Talat Paşa isimli okullarda çocuklarımızı okutuyoruz. Suçun devam ettiğinin farkına varmalıyız. Bu kötülük, esasen çoğunluğa yapılan bir kötülük. Ermeniler ne yaşadıklarını biliyor, esas çoğunluğun adına bu suçlar işlenmeye devam ediliyor. Çoğunluk bununla yüzleşmeli bir an önce. Yokluğumuzla yüzleşilmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok önemli.
İlkokula Yeşilköy’de başlıyorsunuz, ya ortaokul dönemi?
Yeşilköy Ermeni Okulu’nda başladım. Ermeni okulları bir tek İstanbul’da kalmıştı. Anadolu’da 2 bin Ermeni okulu, 2 bin Ermeni kilisesi vardı, belki daha fazlaydı. hepsi kapatıldı. Kiliseler ya cami oldu, ya ahır oldu, ya dinamitlendi yıkıldı. Okullara el kondu. Hatta Malatya’da bir Ermeni Katolik Kilisesi genelev oldu. Tam mahallenin ortasında bir yer, genelev olarak kullanıldı. Malesef böyle uygulamalara yol verildi. Sonra Anadolu’da kilise ve okul kalmayınca Ermenilerin kültürlerini, dillerini, dinlerini öğrenecekleri bir yer de kalmadı. Dillerini, kültürlerini korumak için İstanbul’a göç ettiler. Şu anda İstanbul’da 20 kadar Ermeni okulu, 40 kadar Ermeni kilisesi var. Benim ailem de bu çerçevede İstanbul’a göç etti. Ben Yeşilköy’deki Ermeni Okulu’nda okudum. Dilimi orada öğrendim. Tek kelime bilmiyordum. Babaannem gizli gizli konuştuğu için öğrenemedik. Anne-baba tek kelime bilmiyorlardı. Her ikisi de anneleri ve babaları muhteşem Ermenice bilmesine rağmen çocuklarına tek kelime öğretmemişler. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarının yoğun olduğu yıllar. O açıdan biz de tek kelime bilmiyorduk. Benim ana dilim Türkçe’dir. Okula gittiğimde Ermenice’yle tanıştım.
Okullarımızın şartları maalesef çok iyi değildi. İlkokuldan sonra ortaokulu Ermeni okulunda okumadım. Ortaolulu devlet okulunda, liseyi kolejde okudum. Basketbol oyuncusuydum, Şişli Spor Kulübü’nde. Bir Ermeni kulübüydü. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni okudum. İktisat konusunda da ihtisasım var.
Mahallede, okullarda, üniversitede ayrımcılıkla karşılaştınız mı?
Ortaokulda müzik hocamız vardı, ırkçı bir adamdı. Sürekli Ermenilerin asıl hain olduğunu anlatırdı. Ders kitaplarında, “Ermeniler arkamızdan hançerledi. İhanet ettiler” diye yazardı. Şimdikinden çok öte, ağır ibareler vardı. Hoca derste Ermenilerin ne kadar hain olduğunu anlatırdı. Din dersine katılmamız zorunluydu. Bir din öğretmeni vardı mesela, Ermenilerin, Hristiyanların pis olduklarını, kirli olduklarını anlatırdı. Arkadaşlarımızn gözü önünde ayrımcı uygulamalara maruz kalırdık.
Öğretmenlerin tutumunda sonra arkadaşlarınızn size karşı tavrı değişiyor muydu?
Arkadaşlarımız tabii ki ondan etkileniyorlardı. Bunu konuşmamaya çalışıyorduk. Siz sessizliğe mahkum olduğunuz için kendi isyanınızı ancak gidip evde ailenize söyleyebiliyordunuz. Aileniz de size, “Aman oğlum, tepki verme” diyor. Yani siz sessizliğe mahkum oluyorsunuz. O faşizme maruz kalıyorsunuz. Kendilerini üstün ırk olarak gören arkadaşların yanında siz mahçup Ermeniler olarak hayatta kalmaya çalışıyordunuz. Mesela o derslerle Ermenileri bilmeyen insanların, Ermenileri düşman, hain olarak görerek büyümesi... Bebeklerden katil yaratan zihniyet böyle oluşturuluyor.
Askerdeki bir anımı anlatayım. Birlikte askerlik yaptığım er vardı. 1996 yılında, ikmal bölümünde. Bir gün koşa koşa geldi ve, “Abi dedi, senin için Ermeni dediler. O Ermeni diyenin ağzını burnunu kırdım” dedi. Ben “Niye bunu yaptın, ben Ermeni’yim” dedim. Çocuk afalladı, olduğu yerde bayıldı. Ayılttık. Bana, “Abi sen nasıl Ermeni olabilirsin, sen iyi bir insansın” dedi. Mardinli bir çocuktu ve bu şekilde yetiştirmişler. “Ermeniler haindir, kuyrukludur, şeytandır” diye yetiştirmişler. Beni gördükten sonra Ermenilerin nasıl olduğunu anladı ancak. Kendileri için tehlike olarak gördüklerinden bana silah vermiyorlardı. Yalnızca eğitimde üç kurşun attım. Verilmemesinden de mutluydum, sevindim, hakkım olsaydı vicdani ret hakkımı kullanırdım ama bu da bir ayrımcılıktı. Sistem bu düşmanlık üzerinde kendini tahkim etti. Ermeni düşmanlığı zehri 100. yılda boşaldı diyemeyiz. Örneğin hala Melih Gökçek PKK’ye, “Ermeni’siniz” diyerek suçlama yapabiliyor.
M. ALİ ÇELEBİ/İSTANBUL
