Eşitlik ve özgürlüğü amaçlayan bir gelenek Babailer isyanı

Haberleri —

Baba İlyas ve Baba İshak önderliklerinde Kürdistan’ın Kuzeyinde başlayıp, Anadolu içlerine kadar yayılan ve Babailer adıyla bilinen toplumsal halk hareketi, tarihsel toplumun gelişim seyrinde sonuçları itibariyle önemli bir yer tutar. 1 Ağustos 1240 tarihinde başladığı varsayılan ve Anadolu Selçuklu Devletine karşı gerçekleştirilen bu isyan, özü itibariyle Ortadoğu demokratik direniş geleneğinin devamı niteliğindedir. Daha önceki yüzyıllarda Babek, Hürremi, Mazdek ve Karmati direnişlerinde de görüldüğü gibi bu isyan da, özgür, komünal ve eşitlikçi bir yaşam ve toplum düzenini amaçlamaktadır.

Tarihte insanlık adına gerçekleştirilen hakikat arayışlarının bir devamı olarak değerlendirmek yerinde olur. Çünkü toplumun zihnindeki hakikat algısına ters düşen yaşam tarzı, Ortadoğu’da her zaman tepkilere yol açtığı gibi, isyan ve direnişlerin de temel nedeni olmuştur. Bu sınıflı ve devletli sistemin, doğal toplum değerleri üzerinden kendisini yaşatmaya ve bu değerleri sömürerek kendisini var etmeye başladığı andan günümüze dek devam eden bir tepki ve isyan durumudur. Tarihin akışı içinde bu hakikat algısı ve arayışında zaman zaman duraklamalar yaşansa da, aslında hiçbir zaman bitmemiş ve insanlığın zihnindeki yerini de hep korumuştur. Bu açıdan bakıldığında, komünaliteye, paylaşıma ve özgür yaşama dayalı ahlaki ve politik toplumun değerlerini sömürmeye, talan etmeye ve bozmaya çalışan dönemin Selçuklu devletine karşı, başını Türkmenlerin çektiği ama içinde Kürt, Ermeni ve diğer yöre halklarının da bulunduğu bu isyanın, toplumsal vicdan ve adaleti temsil ettiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Nitekim isyana manevi olarak yani ideolojik anlamda önderlik eden Baba İlyas’ın “Dünya mülkü halkındır” sözü, bunu kanıtlar niteliktedir.
Sınıflı ve tahakkümcü devletli sistemin ilk çıkışından itibaren tarihi kendisiyle başlatan, kendi etrafında yaşanan olaylarla sınırlayan ve bunun dışında yaşanılanları yok sayan ve görmezden gelen tarih ve toplum yaklaşımlarından kaynaklı Babai İsyanına ilişkin yeterli bir bilgiye ulaşılamıyor. Var olan bilgiler ise Anadolu Selçuklu Devletinin tarihi hakkında yazılan kaynaklardan ulaşılan bilgilerdir. Bu salt Babai İsyanıyla ilgili bir durum değildir. Aynı şey bu geleneğin öncülleri durumunda olan Zerdüşt, Mazdek, Babek, Hürremi, İsmaili ve diğer toplumsal direniş hareketleri için de geçerlidir. Egemen sistemin bu tarih anlayışıyla yapmak istediği, toplumsal belleği yok etmek, bu zihniyet ve geleneğin ileriye taşırılmasını engellemektir.

Baba İlyas Horasani

İsyanın ideolojik önderi olan Baba Resul adıyla bilinen ve kutsanan Baba İlyas Horasani’dir. Uzun adıyla Şeyh Şucaaddin Abul Baka Baba İlyas Horasani, Anadolu’ya göç etmiş Alevi bir Türkmen Şeyhidir. Tarihi kaynakların hemen hemen hiç birinde Anadolu’ya gelmeden önceki yaşantısı ile ilgili bir bilgiye rastlanmaz. Fakat Horosanlı olduğu ve başka bir Türkmen şeyhi olan Ebu-l Vefa (kimi kaynaklar aynı kişinin Ebu-l Vefa-i Kurdî olduğu söyler) yolağından Dede Garkın baş halifesi olarak Amasya’nın Çat Köyüne (bugünkü İlyas Köyü) yerleştiğini, oğlu Muhlis Paşa’nın torunu olan Elvan Çelebi’nin yazdığı Mekakıbname’den öğreniyoruz. Elbistan ovasına dört yüzün üzerinde müridini toplayan Şeyhi Dede Garkın, onu baş halife yaparak Anadolu’ya gönderir. Temel amacı eşit, özgür ve komünaliteye dayalı toplumsal bir yaşamı inşa etmektir. Selçuklu Sultanı 1. Alâattin Keykûbad’la yakın ilişkiler kuran Baba İlyas’ın Ömer, Yahya, Mahmut, Hâlis ve Muhlis adlarında beş oğlu vardır. Birçok kaynakta ayrı ayrı değerlendirildiği için mensup olduğu tarikatın Yesevilik mi, yoksa Vefailik mi olduğu kesin olarak bilinmemekte ve tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Toplumsal eşitlik ve özgürlüğü savunan Baba İlyas’ın dünya görüşü içinde özel mülkiyete yer olmadığı gibi, toplumsal anlamda yaşanan sınıflaşmaya da karşıdır. Allah sevgisinin ve ibadetinin dinin katı kurallarıyla olamayacağını, insanın ancak kendi gönlünce bu aşkı ve sevgiyi yaratabileceğine inanan Baba İlyas, bu şekilde İslamiyet’in Sünni mezhebinden ayrılarak, tasavvufi bir çizgide ilerler. Dogmatizmin sınırlarından kendini kurtarmaya çalışan Baba İlyas, kadın - erkek ayrımına da karşı çıkar. Toplumun bir bütün ve eşit olduğuna inanır. Bundan dolayıdır ki, kendi zaviyesinde müritleriyle yaptığı toplantılara kadınları da katarak, İslamiyet’in Sünni geleneğinde var olan bu ayrımı ortadan kaldırır ve düşüncelerini mümkün olduğu kadar herkese yaymaya çalışır. Mütevazı, yardımsever ve kibirden uzak yaşam tarzı ve kişiliğiyle herkes tarafından sevilen Baba İlyas’ın tohumlarını attığı isyan için, V. Gordlevski “Anadolu Selçuklu Devleti” kitabında, “Mazdek öğretisinin yankıları duyulmaktadır” der.

Mazdek, Babek ve ardılları

Babek’in düşüncesi ile (özel mülkiyetin olmayışı, her şeyin ortak olması ve kadın erkek eşitliği gibi) birçok benzerlikleri olan Baba İlyas’ın, ilk çıkışı da benzerdir. Babek’e, Cebrail görünerek, tanrının onu dünyanın sultanı yapacağını söyler ve harekete geçmesini ister. Dominiken misyoneri Simon de Saint Quentin’in anlattığı bir hikayeye göre de; Baba İlyas’a Tanrı, fakir ve perişan bir köylü kılığında görünerek, ondan yardım diler. Oğlunu kurt kaptığını söyleyen köylü, onu kurtarmasını ister. Baba İlyas bu isteğini gerçekleştirince, köylü ona Tanrı olduğunu söyleyerek, karşılığında ona sultanlığı bağışlar. Ve mevcut düzeni değiştirmesi için de hemen harekete geçmesini ister. Bundan sonrası için Dr. İsmail Kaygusuz şöyle devam eder;
“Köylü Tanrı’dan (!) aldığı buyruk üzerine Baba Resul harekete geçmişti. Ünü yayıldıkça yayılıyordu. Baba İlyas’ın peygamberliği ve ahir zaman kurtarıcılığının kanıtları olarak ermişliği, gayptan (bilinmezlikten) haber verişi, inziva halinde Tanrı’yla ve meleklerle söyleşisi üzerinde bir dizi öyküler Kızılırmak kıvrımından Fırat havzasına ulaşmıştı. Halk akın akın dergâhını ziyarete gelmeye ve dertlerine sıkıntılarına ondan derman aramaya başlamışlardı...”(1)
Bu mitolojik anlatımdan da anlaşılacağı gibi, Ortadoğu’nun Peygamberlik kültürü Mazdek ve Babekten sonra Baba İlyas şahsında bir kez daha kendisini tekrar eder. Tarihten de bilindiği gibi, zulmün ve haksızlığın yaşandığı, toplumsal adaletin ayaklar altına alındığı, özgürlük ve eşitliğin olmadığı alanlar, toplumsal başkaldırıların ve halk hareketlerinin yaşanabileceği zeminler olmuştur. Bunun için de toplumlar her daim kendi içinden bir kurtarıcı veya öncü çıkarmayı bilmişlerdir. Nitekim halk Baba İlyas için, “La ilahe illallah Baba Resulullah” der.  

Baba İshak (Server-i Leşkeran)

Bundan dolayıdır ki, Babai halk hareketinin örgütlenerek yönetildiği yer de, Baba İlyas’ın Çat Köyü’ndeki dergâhı olmuştur. Tüm planlama ve taktik çizgiler burada çizilirken, hareketin öncü kadroları da burada hazırlanır. Baba İlyas’ın Anadolu ve Kürdistan’da bu ideolojinin propagandasını yapmaları için dağıtmış olduğu 60 kadrosunun en tanınmışı ve hareketin öncü komutanı (Server-i Leşkeran) Baba İshak’tır.  Baba İshak’la beraber Şeyh Edebalı, Emircem Baba, Şeyh Osman, Hacı Mihman, Karaca Ahmed, Hacı Bektaşı Veli vb. birçok Babai kadrosu bulunmaktadır. Fakat bu harekete “Babailer” adını kazandırmış olan Baba İlyas ile birlikte Baba İshak’tır.
Baba İshak, Adıyaman yöresinde yaşamış ve Babai hareketinin hemen hemen tüm savaşlarını bizzat kendisi kurduğu halk ordusunun başında yürütmüştür. “Şamlı” lakabıyla bilinmesinden dolayı da, Şam Bayadı Türkmenlerine mensup olduğu tüm araştırmacıların ortak kanaatidir. Tüm bunlarla birlikte Kürt olduğu da söylenmektedir. Selçuklu Saray tarihçisi İbn Bibi, Baba İshak’ın günahtan sakınan, vefa sahibi, güçlü bir ikna kabiliyeti olan, doğru yolu gösteren ve üstün ahlaklı bir halk öncüsü olduğunu söyler. Hastaları iyileştiren fakat karşılığında para veya hediye gibi hiçbir maddi çıkar beklemeyen ermiş bir sufi, çobanlığı kendisine meslek edinmiş, ilim ve irfan sahibi bir insan olduğunu dile getirmekten kendini alamaz. Bu şekilde Baba İshak ezilen ve baskı gören her din ve milliyetten insana güven vererek, isyana katılmaları için çevresinde kadınlı erkekli çok sayıda insan toplar. Birçok tarih kitabında, isyanın hem propagandacısı ve örgütleyicisi hem de savaşlara bizzat katılan Ser Leşker (başkomutan) olmasından dolayı, Baba İlyas’la karıştırılır. İkisinin bir kişi olduğu dile getirilir.
Ahmet Yaşar Ocak, Baba İlyas ve Baba İshak arasındaki ilişkiyi, 15. Yüzyılda Batı Anadolu’da başlayan Şeyh Bedrettin isyanında, Şeyh Bedrettin ile yoldaşları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal arasındaki sarsılmaz güvene dayalı ilişkiye benzetir. “Baba İshak’ın diğer halifeler arasında çok güçlü ve belirgin yeri kendini hemen göstermektedir. Baba İlyas’ın ayaklanmanın örgütlenmesi konusunda ona güvendiği kesindir” diye yazar.(2)

İsmaili örgütlenmesinde etkilendi

Özellikle kimi kaynaklarda (Elvan Çelebi - Mekakıbname) Baba İlyas’ın Baba İshak’ı Şam bölgesine çalışma yapması için gönderdiğini yazar. Baba İshak’ın Şam ve Kürdistan’ın kuzeyinde çalışma yürüttüğü süreçte, orada etkin faaliyetleri olan İsmaililikten etkilenmiş olabileceği dile getirilmektedir. Herhangi bir kaynakta organik ve örgütsel bir bağa ilişkin bir bilgi olmasa da, Babai isyanının amacına ve örgütleyicilerinin kullandığı argümanlara bakıldığında, belirli bir etkilenmenin varlığından söz etmek yanlış olmayacaktır. Bununla beraber, Baba İlyas ve Baba İshak’ın amaç edindikleri komünal, eşitlikçi ve paylaşımcı toplumsal düzen ve yaşama bakıldığında da birçok benzerlik görmek mümkündür. Buna ilişkin, Dr. İsmail Kaygusuz’un, A.Yaşar Ocak’ın kitabından yaptığı alıntı dikkat çekicidir.
“… burada Baba İshak’ın İsmaililerle ilişkisi konusuna kısaca eğilmek istiyoruz. Hüseyin Hüsameddin’in kaynak göstermeden, Baba İshak’ın Baba İlyas’a mürit olmadan önce İran’da Hand Alaaddin İbn Muhammed adında bir İsmaili şefinin yanında eğitilip, yetiştirildiğini ileri sürmesi pek dikkate alınmamaktadır” der.(3)
Yine E. Cemal Şahin yaptığı araştırmada şunları dile getirir: “Ayrıca bu dönemde, özellikle Güney Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de yaşayan Türkmenler arasında İsmâili (Bâtınî) propagandası da yaygın bir şekildeydi. Baba Resûl isyanının mayalandığı merkezlerden biri olan Kuzey Suriye, yaklaşık olarak bir asırdan beri İsmâilîler için çok elverişli bir propaganda alanı haline gelmişti.”(4)
Her iki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Babai halk hareketi, bir sömürü, baskı ve talan aygıtı olan devlete karşı, doğal toplumun doğrudan demokrasi anlayışını savunan, ahlaki, komünal, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal direniş hareketi olmasından ötürü, İsmaili örgütlenmesine benzemektedir.


Anadolu’ya yayılış

1071’de Alparslan, Meyaferqin merkezli Mervani Kürtlerinin yardımıyla Anadolu’nun kapılarını Türklere açar. Bu dönemde Anadolu’ya gelen Türklerin inancı çoğunlukla devlet dini olan İslamiyet’in Sünni mezhebiydi ve bunlar yerleşik hayata geçerek köy, kasaba ve şehirlerde yaşıyorlardı. Bu yaşam tarzı ve kültür, daha çok kabile aristokrasisinin devletleşmesi ve uygarlaşmasından kaynaklanıyordu. Eğitimlerini medreselerde devletin desteklediği Sünni İslam anlayışına göre alıyorlardı. Ve yaşam tarzları da Sünni İslam’ın şart koştuğu ilkeler ışığında şekillenmişti. Fakat daha sonra Moğolların istilasından kaçıp Anadolu’ya yerleşen Türkmenler ise çoğunlukla İslamiyet’i önceki inançları ile kaynaştırarak benimsemişlerdi ve eskiden olduğu gibi yine yarı göçebe bir yaşam sürüyorlardı. Süfiliğin tasavvufi Müslümanlığını benimsemiş olan Türkmenler, Türkmen Baba ve Dedeleri etrafında toplanıyorlardı. Kendi gelenek ve göreneklerine oldukça bağlı, sınıfsız, sömürüsüz, anti – uygarlıkçı bir yaşam tarzını sürdüren ve devlet tarafından dışlanan Müslüman kesimi oluşturuyor, aynı zamanda Anadolu Alevi anlayışı ve yaşam tarzının da temellerini atıyorlardı.
Bu inançsal ve sosyal anlamda yaşanan ayrışma, Türkler daha Orta Asya’da iken gelişmeye başlamış, Anadolu’ya göç ile birlikte buraya taşınmıştır. 10. Yüzyılda Müslümanlık Türkler arasına girmeye başladığı zaman, şehirli Türkler devlet destekli Sünni Müslümanlığı seçerken, kırsal kesim ve köylerde yaşayan yarı göçmen Türkler ise kendilerine gerek İranlı ve gerekse de Türk Süfiler tarafından getirilen tasavvuf ağırlıklı Müslümanlık anlayışını benimserler.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, konuya ilişkin şunları yazar, “Beyler daha çok Türk olarak kimlik kazanırken, aşağıdaki boylar kendilerini Türkmen olarak tanımladılar. Türkmen, Sünni Müslümanlık ve iktidar dışına sürülmüş kabile Türklüğünü niteler. Daha çok dağlık kırsal alana çekilen ve hayvancılıkla uğraşan Türkmenler giderek toprağa yerleşip köylüleşeceklerdir. Asıl Türklüğü dil ve kültürde yaşatanlar Türkmenler olacaktır. Bey Türkleri ise kendilerini neredeyse Arap ve Fars asilleriyle bir tutacak kadar Arapça ve Farsça dil ve kültürleri içinde eriyeceklerdir.” (5)
Bir bütün göç eden bu kitleler arasında büyük çoğunluk Mâverâünnehir, Hârezm, Fergana, Horasan, Azerbaycan ve Erran bölgelerindeki Oğuz (Türkmen) boyları olsa da, Karluklar, Halaçlar, Kıpçaklar ve bazı öteki Türk boylarından oluşan 900 bine yakın insan vardır. Bu boylar Adıyaman, Maraş, Malatya, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kayseri, Çankırı ve Eskişehir gibi yerlere yerleşirler. Özellikle ana yurtlarının Moğollar tarafından istila edilmesi ve kendi iç çekişmeleri göçlerin temel nedeni olarak gösterilebilir. Hiçbir şekilde (özelikle Moğolların saldırılarıyla gelenler) kendi dinlerinden, gelenek ve göreneklerinden vazgeçmemiş olan bu Türkmen boyları, bütün örf ve adetleriyle beraber Orta Anadolu‘ya yerleşirler. Buna ilişkin Enver Cemal Şahin’in yaptığı araştırmada şunlar dile getirilir: “Bunların yaşamları gereği çok güçlü bir geleneksel sosyal yapıları vardı. Bu yapı içinde kendilerini yöneten ve bir anlamda geleceklerinin garantisi olarak gördükleri boy ve dini reislerine sarsılmaz bir bağla bağlı idiler. Bu nedenle sıkı bir gelenek, örf ve adet ağı içinde yaşıyorlardı.
Bu konar-göçer Türkmen zümreleri geldikleri ilk yurtlarından bu yana, bu sert geleneksel yapı yüzünden, onları gerek yerleşik hayata geçirmeye, gerekse bir disiplin altına almaya çalışan bütün merkezi yönetimlere, kendilerine hor bakan yerleşik kesimlere karşı kolay kolay uzlaşmaz bir psikoloji içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Merkezi yönetimin kendilerini düzene sokmak için uyguladığı baskı karşısında hemen ayaklanıyorlar, şehir, kasaba ve köyleri yağmalıyorlardı. Bu nedenle Selçuklu hükümdarı 1. Alâeddin Keykûbat, bunları belirli bir disiplin altına almak için, kendisiyle iş birliği yapan bazı Türkmen beylerine ya da bazı Türkmenler’in ileri gelenlerine seyit’lik belgeleri vermek suretiyle, bunlar aracılığı ile disiplin altına almak istedi."(6)
Öyle ki, Elvan Çelebi’nin yazmış olduğu Mekakıbnâme’de, Baba İlyas’ın Horosan’dan gelip Amasya’ya yerleştikten sonra, 1220 – 1237 yılları arasında Selçuklu Sultanı olan 1. Alaeddin’in onu ziyaret ettiği ve büyük kerametlerine tanık olup etkilendiği için de, Çat Zaviyesi’ni vakıf olarak verdiğinden bahseder. Fakat tarihi kaynaklarından bildiğimiz kadarıyla Zaviye vakıfları, Sultan 1. Alaeddin’in, Moğol baskısıyla Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Türkmenleri sınırlara yerleştirme ve tebalaştırma politikasının bir parçasıdır. Zaten, iktidarını güçlendirmek için de Sultanlığının ilk yıllarında bol bir şekilde vakıf arazisi dağıtarak, Türkmenleri kontrol altında tutmaya çalışır. Çünkü bir taraftan Horosan’da Sultan Sancar’a yapılanlar hafızalardaki yerini korurken, diğer taraftan kendisi ile kardeşi 1. İzzeddin Keykavus arasında yaşanan iktidar kavgalarından kaynaklı toprak rejimi önemli ölçüde zedelenmiş ve sistem bozulmuştur.  DEVAM EDECEK

KAYNAKÇA
1- Dr. İsmail Kaygusuz - “Babailer ve Babai Ayaklanması”, Yol Dergisi Sayı:7
2- Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak - “Babailer İsyanı” kitabı.
3- Dr. İsmail Kaygusuz - “Babailer ve Babai Ayaklanması”, Yol Dergisi Sayı:7
4- E. Cemal Şahin – Makale - Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Antalya Şubesi İnternet Sitesi
5- Abdullah Öcalan - Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü – S. 43.
6- E. Cemal Şahin – Makale - Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Antalya Şubesi İnternet Sitesi.



ŞERZAN RIHA

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.