Êzîdî tarihinin kadın yüzü...


Özellikle İslamiyet’in ortaya çıkışından sonra Êzîdîlik tarihi, katliam ve direniş tarihi olagelmiştir. Bu katliam ve direniş tarihinde Êzîdîler, doğanın diyalektiği gereği katliam ve zulümler karşısında savaşçı ve direnişçi toplumsal özellikler edinmişlerdir. Bu savaşçı, direnişçi ve yiğit karakterlerinin yanı sıra dıştan gelen beyaz katliamlara karşı da kendi kültür ve dinlerini korumak için gittikçe içe kapalı bir sosyolojik yapılanmaya gitmişlerdir. Êzîdîlerin bu katliam ve direniş tarihinde Êzîdî kadınları ayrı bir yer tutmaktadır. Baskı, zulüm ve katliamlar karşısında Êzîdî kadını da Êzîdî erkekleriyle birlikte savaşmıştır. Kadınlar, içteki çekişmeler ve ihanet karşısında toplumun çıkarları doğrultusunda bir tavır ve siyasi duruş sahibi olmuşlardır. Buna en çarpıcı örneği Mêyan Hatun oluşturur.
Mêyan Hatun, yaklaşık 40 yıl Êzîdî toplumunda öncülük ve liderlik pozisyonunda bir duruşun sahibi olmuştur. Elbette Êzîdî Kürtlerin -özellikle de kadının- yazılı bir tarihi olmadığı için savaşçı ve destanlara, romanlara konu olabilecek kadınların isimleri de genelde birer birer ya kaybolmakta ya da unutulmaya yüz tutmaktadır. Bir Êzîdî mirinin kızı olan Mêyan Hatun, katı erkek egemen Êzîdî toplumunda 40 yıl hem erkek egemen sistem karşısında hem de dış düşmanlara karşı tutarlı ve öngörülü bir politika yürütmüş ve tüm zorluklara karşın kararlı bir kişilik sergilemiştir.
Bir kadın mir...
Mir Abdi’nin kızı ve Mir Ali’nin eşi olan Mêyan Hatun, Êzîdî toplumunun yönetiminde ve önemli toplumsal kararların alınmasında her zaman söz sahibi olmuş; isabetli önerileri ve düşünceleri Mir Ali tarafından her zaman dikkate alınmıştır. Osmanlı yönetiminin Êzîdî Kürtlerin de asker olması istemine karşı çıkan Mir Ali ve eşi Mêyan Hatun, 1910'da Sivas’a sürgün edilir. 3 yıl sonra döndüklerinde Mir Ali katledilir. Bunun üzerine Mêyan Hatun’un 9 yaşındaki oğlu Seyid, Êzîdîlerin miri olur. Yaşı küçük olduğundan dolayı bazı Êzîdî çevreleri Seyid’in mirliğini kabul etmek istemeyip rahatsızlıklarını açıkça yansıtırlar. Fakat Mêyan Hatun, büyük bir kararlılıkla oğluna vekaleten mirlik görevini yürütür. Mêyan Hatun’un oğlu Seyid 1944 yılında öldüğünde ise Mêyan Hatun’un amcasının çocukları mirliği ele geçirmek ister; ama Mêyan Hatun’un kararlı duruşu, isabetli kararları ve toplumsal politikası karşısında geri adım atmak zorunda kalırlar. Uzun süre fiili olarak Êzîdîlikteki mirlik makamını elinde tutan ve siyasi otoriteyi yönlendiren Mêyan Hatun, 1956 yılında 70 yaşında yaşamını yitirir.
Mêyan Hatun savaşçı, yönetici, üretime katılan, söz sahibi ve irade sahibi olan Êzîdî kadınlarından sadece bir tanesidir. Yazılı olmayan Êzîdî tarihinde, sözlü anlatımlarda Êzîdî kadınının önemli bir yeri olduğunu görürüz. Êzîdîlerce Xas diye tanınan Xatûna Fexra, Êzîdî toplumunda adeta bir tanrıça mertebesinde saygı görmektedir ve bu nedenle de Kürtçe ismi Xas olan marul yenilmemektedir. Melek Ferxedin’in kızı olan Xatûna Fexra’nın bugün Laleş’te ve Şengal Dağı'nın doğu ucunda, Xan Köyü'nün arkasındaki bir tepenin zirvesinde ziyaretgahı bulunmaktadır.
Yine Xanzada Pîrmam, Êzîdî toplumunda toplumsal rol oynayan isimlerden biridir. Böyle yüzlerce, belki de binlerce direnişçi Êzîdî kadını tarihte varolagelmiştir ama yukarıda da belirttiğim gibi kadının yazılı bir tarihi olmadığı için bu isimlerin çoğu unutulmuştur. İsimler unutulmuştur ama geriye kadının direnişçiliğini, kararlılığını, onurlu duruşunu anlatan bir kültür ve edebiyat kalmıştır. Sözlü edebiyatlara konu olan Êzîdî kadınını anlatan birçok ağıt, jandıl veya şiir günümüze kadar dengbejler aracılığıyla gelmiştir. Örneğin Anqosî aşiretinin siyasi ve dini öncülüğünü yapan Şêx Mirza ile Osmanlı ordusu arasındaki bir savaşta Şêx Mirza yenilince yüzlerce Anqosî aşireti üyesi katledilmiş; kadınlar, kızlar ve gelinler esir alınmaya çalışılmıştır. Bunun üzerine Anqosî aşiretindeki birçok Êzîdî kadın, Osmanlı ordusunun eline esir düşmemek için kendilerini Batman çayına ya da Dicle suyuna atmışlardır.
Nasıl ki Dêrsim’de, 1938’de Besê Ana Türk ordusuna karşı savaşında mermisi bittikten sonra ele düşmemek için kayalardan uçuruma bırakmışsa kendini ve yine nasıl ki Beritan (Gülnaz Karataş) 1992 yılında Türk ordu güçlerinin ve Kürt ihanetçi-işbirlikçi güçlerin eline esir düşmemek için son mermisine kadar çatışıp daha sonra kendini Xakurkê'de kayalıklardan uçurumun derinliklerine bırakmışsa, yüzlerce yıl önce de Êzîdî Kürt kadınları aynı şekilde düşman askerlerinin eline esir düşmemek için ya kendilerini kayalardan uçurumlara ya da keskin akan nehir sularına bırakmışlar. Kürt kadınlarının bu onurlu duruşunu, Êzîdî kadınlarının yaktığı şu ağıt ve direniş dizeleri çok çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır.
Em in em jinên Kurdan e
Mirin ji bo me erzan e
Lê namûs ji bo me giran e
Em lez kin bilezînin
Biçin ser pira Mala Badê
Bi destên hev bigirin û bavêjin
Avên çem, behr û deryan e
Bila goştê me bibe xwarina mişk, mar û masiyan e
Lê can û cesedê me nekeve destê eskerê bênamûs
Eskerê Roma reş eskerê Tirkan e
Toplum 'uygarlaştıkça' kadına saldırdı!
Diğer halklarda olduğu gibi Êzîdî kadınlarının da günümüzde toplum içindeki sömürülen konumu, toplumsal sorunların temelini oluşturmaktadır. Êzîdîlik İslamiyet’in ortaya çıkışından sonra şeytana tapanlar olarak çarpıtıldı; antipropagandası yapıldı. Kadın ise hem Mezopotamya uygarlığında hem de Helen uygarlığında şeytanla özdeşleştirilmişti. Uygar toplumlarda kadın, her türlü kötülüğün, uğursuzluğun kaynağıydı. Bu erkek egemenlikçi ideolojik yaklaşım, binlerce filozof, aydın, öncü, bilge kadının ya yakılarak ya da taşlanarak katledilmesine yol açmıştır. Kadının bu şartlar altında yaşadığı hastalıklı toplumlarda yaşam çoğunlukla anlamını yitirmektedir. Bu nedenle de Kürdistan’da ve özellikle de Şengal’de kadın intiharları ürkütücü rakamlarda olmaktadır.
Kadın sorununun toplumsal sorunun temelini oluşturduğu cinsiyetçi toplumda bu sorunları çözüme kavuşturmak için erkek egemen iktidar ideolojisi, zihniyeti ve kurumlarıyla mücadele etmek bir gerekliliktir. Bu noktada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şunları söylüyor: "Eş yaşam ilişkilerinde geliştirilecek düzey ne kadar bilimsel, sanatsal ve felsefi olursa, o denli sosyalist topluma yol açabilecektir. Sosyalizmin öncelikle eş yaşam ilişkilerinde gerçekleşmesinin vazgeçilmez ilkesel ve pratik bir değeri vardır. Sosyalizme bu tarz ilişki dışında gidilebilecek yol yoktur".
Sözle aktarılan bir tarih: Êzîdî sanatına kısa bir değini
Müslüman Kürtlerde olduğu gibi Êzîdî Kürtlerde de kültür ve gelenek, dengbêjlikle yani sözlü anlatım yoluyla sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte Êzîdî kültürü, Mezopotamya uygarlığının birçok nüvesini içinde barındırmaktadır. Mezopotamya tarihine dinler tarihi açısından bakarsak, Êzîdî kültüründe bu dinlerin birçok kültürü değişik biçimlerde karşımıza çıkar. Mezopotamya’daki birçok uygarlıksal gelişmeye simge olan güneş ve ateş, Êzîdî kültürünün de temelini oluşturmaktadır. Tüm sanatsal işlemelerde güneş ve karayılan figürü işlenmektedir. Hemen hemen tüm kutsal ibadetgahların girişinde karayılan oyma figürü görülür. Kubların üstüneyse bu figürler, güneş ışınlarını simgeleyen figürlerle birlikte işlenmektedir.
Êzîdî müziği
Êzîdî müziğini iki biçimde ele almak doğru bir yöntem olacaktır. Bu müzik formlarından biri dini müziğin formunu taşımaktadır. Bu form; qewl, jandil, beyt ve dualardan oluşmaktadır. Diğer müzik formunu ise Êzîdî halk müziği oluşturmaktadır. Bu form ise stran ve kilamlardan oluşmaktadır.
Êzîdî müziğinin yapısı Mezopotamya'daki diğer dinlerden ayrılarak tıpkı Müslüman Kürt kültüründe olduğu gibi "zargotin"a, yani sözlü edebiyata dayanır. Êzîdî Kürtlerin sözlü edebiyatı Müslüman Kürtlerle benzerlik taşımakla birlikte belirgin farklılıklara da sahiptir. Stran ve kilamlar, Êzîdî sözlü edebiyat/sanatının önemli kaynaklarıdır. Bu stran ve kilamlara, geleneksel ve tarihi bir içeriğe sahip olduğunun belirtilmesi ve çağdaş türkülerden ayırt edilmesi amacıyla "strana folklorî" ya da "kilamên gelerî" denir. Stran ve kilamlar melankolik ve daha az ritmik şarkılardır; müzik aleti kullanılmadan da icra edilebilirler. Şengal ve Şêxan bölgesinde yaşayan Êzîdîler, geleneksel müzik icrasında def ve şebab’ın (tef ve flüt) yanı sıra bağlama da kullanırlar. Alevilerde olduğu gibi Êzîdîlerde de bağlama kutsallık arz eden bir enstrümandır. Ermenistan Êzîdîleri ise geleneksel müzik icrasında mey, ney, düdük ve diğer enstrümanların yanı sıra bağlama da kullanırlar. Türküleri ise çoğunlukla beyati veya saba makamında okurlar. İcracılar, Kürt geleneksel müziğinde olduğu gibi stranbêj veya dengbêj olarak bilinir.
Êzîdî dini müziği ise qewller ve beytler olarak iki bölüme ayrılır. Dini anlatıları içeren qewller ve beytler, Êzîdî dini müziğinin iki boyutunu oluşturur. Her gün okunması zorunlu olan dualar, qewller ve beytler, cemaat içinde sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarılır. Aşk ve sevda, kahramanlık ve ihanet stranları, Êzîdî geleneksel müziği içinde önemli bir yere sahiptir. Dengbêjlik geleneğinin güçlü bir biçimde sürdüğü Êzîdî toplumunda Memê Alan, Siyabend û Xecê, Filîtê Quto, Şêx Mirza, Derwêşê Evdi ve Edulê, Dawudê Davud, Cangîr Axa destanları ve anlatıları önemli bir yer tutar.
Êzîdîlerin kutsal kitapları Kürtçe yazılmıştır. Duaları, müzikleri, folklor ve stranları da Kürtçe'nin Kûrmancî lehçesindedir. Mêrani söyleyen dengbêjlerden bazıları saatlerce kesintisiz söyleyebilirler.
Sözlü edebiyat (zargotin) Êzîdîlerde oldukça güçlüdür. En çok kullandıkları müzik aletleri saz, def, kaval ya da şibabın yanı sıra kendilerine özgü bir üflemeli müzik aleti olan "zembere" (Şengal Dağı'nda yaşayan bir kartal türünün iki kanat kemiği birbirine bağlanarak yapılan, yaklaşık 25 cm uzunluğunda üflemeli bir çalgı) önemli enstrümanlarındandır.
Alevilerde ve Ehli Hak’larda olduğu gibi Êzîdîlerde de saz, kutsal bir enstrümandır. Alevi cemlerinde semah genellikle saz ya da daha küçüğü olan cura eşliğinde kutlanırken Êzîdîler de özel günlerinde saz çalarak sabahlara kadar beytler, mêraniler söylerler.
İran’da yaşayan Ehl-i Hak Kürtlerinin bir efsanesine göre sazda tanrının kerameti vardır. Efsaneye göre Tanrı insanı yaratırken, sözü ve sırrı da beraberinde üfledi; ama insan sözünü tutamadığı için bu sır insandan alınarak sazın tellerine üflendi. İnsan sazı -yani temburu- çaldığında ancak sözün yarısı olan bu sırla buluşacaktır. Bu vacip de Alevilere, Ehl-i Hak’lara ve Êzîdîlere ihsan edilmiştir. Alevilerde her pir tembur çalmasını bilmelidir; Êzîdîlikte her dengbêj saz çalmasını bilir; Ehl-i Hak’ta da saz eşliğinde beyitler okunur ve zikir yapılır. Bu nedenledir ki saz yani tembur çalanlar kutsanır. Saz eşliğinde yapılan bu ritüeller halen Alevilerde, Êzîdîlerde ve Ehl-i Haklarda devam etmektedir. İslamiyet öncesine dayanan bu kültür Mezopotamya’nın en eski kültürel şekillenmelerinden birisini oluşturmakta ve felsefesi Zerdüştlüğe kadar dayanmaktadır. Saz aynı zamanda hem Alevilik'te, hem Êzîdîlik'te ve hem de Ehli Hak’larda bir "zargotin" zenginliğini de oluşturmaktadır.
Müzikte Alevi-Êzîdî benzerliği
Yazılı edebiyat ve tarihten ziyade sözlü edebiyat ve tarihe sahip olan Kürtlerin en büyük edebiyat, müzik ve tarih aktarıcıları dengbêjler olmaktadır. Bu anlamda saz, bilgiyi ve tarihsel bilinci kuşaktan kuşağa aktaran ozanların, dengbêjlerin bir yardımcısı sayıldığından kutsaliyeti bulunmaktadır. Alevi müziğinde olduğu gibi Êzîdî müziğinde de isyan içerikli beytler ağırlıktadırlar. Êzîdîler gibi Alevilerin de yazılı bir kaynağı olmadığı için tarihsel ve toplumsal değerleri müzikle bir sonraki kuşaklara aktarılmaktadır. Bu anlamda özellikle Dêrsim yöresinin Alevi Kürtlerinin yaptıkları inanç ve isyan içerikli müzikler hala mistikliğini korumakta ve eski zamanlardaki yapısını günümüze taşırmaktadır. İslamiyet’i zorla kabullenmelerine karşın Zerdüşti kültürlerini büyük oranda korumayı başaran Dêrsim ve Koçgiri Alevi Kürtleri birçok noktada Êzîdî kültürüyle benzeşmektedir. Zerdüştlüğün temel felsefesini oluşturan "İyi düşün, doğru söyle, güzel yap", Alevilerde "Eline, beline, diline sahip çık" biçiminde yansımasını bulmuştur.
Zerdüştlüğün birçok kültürünü kendi kültüründe yaşatarak günümüze kadar ulaştırmayı başaran Êzîdîler ve Alevilerde müzikte de ortak yanlar bulunmaktadır. Êzîdî mêranilerinde Dêrsim Dağı’nın anlamı özel bir yer tutmaktadır. Şengal ve Şêxan Êzîdîleri Dêrsim’i görmemiş olsalar da kendilerinden sayar; hatta Dêrsim’in de bir zamanlar Êzîdî olduğunu iddia ederler.
Zerdüştilikteki Yaşt ve ilahilerle Dêrsim Alevilerinin dini ritüel müzikleri karşılaştırıldığında aradaki büyük benzerlikler görülecektir. Zerdüştilikte kutsal bir element olan ateş, Êzîdîlik ve Alevilik'te de kutsallığını korumaktadır. Üç anlamı olan ateşin en önemli anlamlarından biri nefsin yakılarak günahlardan arındırılması olmaktadır ki, bu anlam Alevilikte ve Êzîdîlikte de aynıdır. Saz ve deyiş eşliğinde semah dönen Aleviler, bazen coşarak kendilerinden geçerek ocağın ateşine girebilmektedir. Êzîdîlik ve Alevilik'te ocağın farklı bir kutsaliyeti vardır. Ateşle yanmanın kerameti Zerdüştilikte ve Manilikte hakimdir. Bu kerametin birçok Alevi pirinde olduğu da bir söylence biçiminde günümüzde yaygınca anlatılmaktadır. Bu anlamda ateş, söz ve saz üçlüsü, Alevi, Êzîdî ve Ehli Hak Kürt müziğinde bir kutsallık içermektedir.
Dini içerikli qawllerin yanı sıra dünyevi müzikler de Êzîdîlikte bir zargotin kültürünü geliştirmiştir. Êzîdî halk ezgilerinde savaş, kahramanlık ve yiğitliğin yanı sıra aşk, sevda, gurbet, göç, yoksulluk temaları da işlenmektedir.
Êzîdî müziğini yöresel dengbêjler icra etmektedirler; ama edebiyatını, sanatını, kültürünü ve folklorunu derleyecek, geliştirecek ve topluma yeniden kazandıracak örgütlü kurum ve kuruluşlar yok denecek kadar azdır. Bu anlamda Êzîdîlerin kendi kültürlerini, sanatlarını ve edebiyatlarını geliştirecek bu tür kurumların örgütlendirilmesi, bu orijinal Kürt kültürünün kaybolmaması için önem taşımaktadır.
MEHMET ÖZCAN
