Faşizme karşı kadın devrimi

8 Mart’ın dünya kadınlar günü olarak kabul edilmesinin 110. yılında farklı dillerde aynı sloganlarla haklarını savunan, alternatif bir yaşamın mümkün olduğunu haykıran kadınlar, özgürlüğü için ‘Dünyayı kadınlar değiştirecek’ sloganı ile alanlara çıkıyor. Dosyamız, 8 Mart’ın 110. yıldönümünde bugüne kadar faşizme karşı kadınların gösterdiği direniş yöntemlerine odaklanıyor. Zira faşizme karşı demokratik devrimi nasıl yapacağımız ve zafere ulaştıracağımız önemli.
NAGİHAN AKARSEL
Dünyada yükselen faşizme karşı demokratik devrimi gerçekleştirmek ve bunun ana dinamiğinin kadın devrimi olduğunun bilinciyle örgütlenmek çok önemli. Merkezi hegemonik iktidarın ‘Önce kadınları vurun’ sloganına karşı demokratik uygarlık güçlerinin ‘Önce kadınların kurtuluşu’ ve ‘Dünyayı kadınlar değiştirecek’ sloganı ile 8 Mart’ı karşıladığımız bu dönemde 21. yüzyılın kadın yüzyılı olduğu tespiti daha da geçerlilik kazanıyor. Zira kadınlar dünyanın dört bir yanında yaşam hakkı başta olmak üzere sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik hakları için direniyor, halk ayaklanmalarına öncülük ediyor ve Rojava’da somutlaşan kadın devrimi ile de alternatif bir sistemin mümkün olduğunu anlatıyor.
Son yıllarda farklı dillerde seslerini yükselten kadınların dayanışması 2020 yılının 8 Mart’ında da sürüyor. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal'e bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Clara Zetkin tarafından 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanması önerisi getirilmiş ve bu öneri oy birliğiyle kabul edilmişti.
8 Mart’ın dünya kadınlar günü olarak kabul edilmesinin 110. yılında farklı dillerde aynı sloganlarla haklarını savunan, alternatif bir yaşamın mümkün olduğunu haykıran kadınlar, özgürlüğü için ‘Dünyayı kadınlar değiştirecek’ sloganı ile alanlara çıkıyor. Son yıllarda bulundukları her ülkede toplumsal direnişe öncülük eden kadınların Rojava Kürdistan’ında gerçekleştirdikleri kadın devrimi, Sudan’da ‘devrim’ şarkısı eşliğinde diktatörlüğe meydan okuyan kadınlar, Cezayir’de Cemile’nin bayrağını devralarak yoksulluğa ve tek adam rejimine karşı direnen kadınlar, Polonya’da Ni Una Menos (Bir kişi daha eksilmeyeceğiz) grevi, ABD’de başlayan ve dünyaya yayılan #metoo eylemleri, Hindistan’da 5 milyon kadın ile oluşturduğu insan zinciri, Şili’de ‘Las Tesis’ dansı, İspanya’da sağcı Vox partisine karşı 50 kentte yapılan eylemler, Meksika’da kadın cinayetlerine karşı yapılan eylemler, İsviçre’de kadın grevi, İran’da kadınlara yönelik kıyafet kısıtlamalarını protesto etmek amacıyla başlayan Beyaz Çarşamba eylemleri, ABD’de Donald Trump’a karşı üçüncü kez düzenlenen Kadın Yürüyüşleri, 8 Mart’ın Berlin’de resmi tatil ilan edilmesi gibi çok sayıda gelişme yaşandı.
21. yüzyılın karakterini kadınların özgürlük mücadelesinin belirleyeceğine dair öngörüler, kadınların her alanda gösterdiği direniş ile kanıtlanırken, bunun yol ve yöntemlerine dair 20. yüzyılda özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrası faşizme karşı gösterilen direniş hafızasını güncellemek önemli. Zira 20. yüzyılda insanlık Hitler'in Almanyası, Mussolini'nin İtalyası, Franco'nun İspanyası, Suharto'nun Endonezyası, Pinochet'nin Şilisi, Salazar’ın Portekizi, Hideki Tajo’nun Japonyası, Kim El Sung’un Koresi, Saddam’ın Irak’ı, Hüsnü Mübarek’in Mısırı başta olmak üzere çok sayıda diktatör ve faşist rejim gördü. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının aktörleri bizzat merkezi hegemonik iktidar tarafından yetiştirilen bu diktatörler olurken 21. yüzyılda da Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika’da seçilmiş diktatörler iş başına geldi. Bizzat ulus-devlet zihniyetinin taşeron örgütleri olan El Kaide, El Nusra ve DAİŞ ile bu görev paylaşıldı.
20. yüzyılın başında Mussolini’nin Kara Gömleklileri ile 21. yüzyılın başında DAİŞ’in siyah bayrağı ve kıyafetleri dünyayı karanlığa boğan faşist zihniyetin kendini dışa vuran biçimleri oldu. Washington’daki Beyaz Saray ile Beştepe’deki Aksaray’ın, Firavun’un Aksarayı ile aynı hafızanın sonucu olduğu görüldü. Tüm bunlar hafızanın sembol, simge, selamlaşma ve benzeri ile sürdürmesinin bir ifadesi olmaktadır. Nitekim faşizm kelimesi de latince bir kelime olan fascio’dan gelmekte, bu da Eski Roma’da imparatorluk otoritesini simgeleyen bir balta sapı olacak şekilde derlenmiş çubuklara verilen ad olmaktadır. Ve bu sembol 1922 yılında ilk faşist diktatör olan Mussolini’nin sloganında yer almış, devlet gücü anlamında kullanılmıştır. Hem makro küresel (Trump ve Putin gibi) hem mikro küresel (Erdoğan ve Kim Jong Un gibi) düzeyde yerel faşist siyasal oluşumların ve faşizmin dincilik, ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik, bilimcilik gibi özelliklerinin yükselişte olduğu çağımız versiyonlarını da bu hafızanın bir devamı olarak görmek önemlidir. Yine tüm yetkilerin bir kişide toplanması anlamında Mussolini’nin Duçe ünvanını, Hitler’in Führer, Franco’nun El Caudillo ünvanını aldığını ve Erdoğan’ın da başkan ünvanını almak için gösterdiği çabayı gözler önüne sermek de ortak bir yönü ifade etmektedir. Nitekim devletlerin bugüne kadarki bütün yönetim biçimlerinin; yani otoriter, totaliter ve monokratik esaslarının toplam ifadesi olan faşizm demokrasi, halklar, inançlar ve kadın düşmanı bir rejimdir. Militarizmin dile gelmiş halidir.
Tüm bunlarla bağlantılı faşizme karşı demokratik devrimi nasıl yapacağımız ve zafere ulaştıracağımız önemli. Faşizme karşı demokratik devrimi gerçekleştirmek ise kadın devrimi ile mümkün. Dosyamız bu eksende 8 Mart’ın 110. yıldönümünde, bugüne kadar faşizme karşı kadınların gösterdiği direniş yöntemlerine odaklanıyor. Avrupa’da; İtalya’da pirinç işçisi kadınların, Almanya’da Roza Lüksemburgların, Latin Amerika’da; Nikaragua’da Somoza diktatörlüğüne karşı Sandinista kadınların, Arjantin’de Videla Redondo diktatörlüğüne karşı Plaza De Mayo Annelerinin, Şili’de Pinochet’ye karşı direnen kadınların, Meksika’da Zapatista’nın Compenaralarının direnişi, yine Sudan, Cezayir ve Nijerya örnekleri, Asya’da; Vietnam, Filipinler, Hindistan, Afganistan, Yemen, İran, Tunus ve Filistin örnekleri incelenmeye değer veriler sunuyor. Kuzey Doğu Suriye’de gerçekleşen ve şimdi merkezi hegemonik iktidarın saldırılarının hedefinde olan Rojava Kadın Devrimi ise bir kadın sisteminin mümkün olduğunu gösteriyor. Bu sisteme dönük gerçekleştirilen saldırılar da kadın devriminin salt bir cins devrimi olmanın ötesinde toplumsal ve kültürel bir devrim olduğunun bilincini kuşanmanın önemini ifade ediyor.
AVRUPA
Aydınlanma dönemi, yine Reform ve Rönesans hareketleri Avrupa tarihinde önemli bir dönemin kapılarını aralamakla beraber bu dönemde Heretiklerin, kadınların ve simyacıların katledilmesi dönemin aydınlanmacı karakterini karartmıştır. Sayıları milyonlara varan kadınların cadı avları adı altında katledilmesi, kadının köleleştirilme sürecinin Avrupa’da çok daha geniş yöntemlerle yapılmasının başlangıcı olmuştur. Eğitim, çalışma, sağlık, siyaset hakkı elinden alınan kadının misyonu, artık ulus devlet sınırları içerisinde ailenin uysal ev kadını ve annesi olmaktır. Buna karşı 19. yüzyılla birlikte yükselmeye başlayan kadın hareketleri ve feminizm, öncelikle yaşamın içinden en doğal haklarını elde etmeye çalışmayla başlamıştır. Kadınların iş hayatına katılması, erkeklerle eşit ücret alması ve toplumsal hayata katılımı bu isteklerin başında geliyordu.
Birinci Dünya Savaşının ardından oluşan faşist yönetimlere karşı direnen kadınların, özyönetim deneyimlerine, komünlere, öz savunma örgütlenmelerine, uluslararası kadın kongrelerine öncülük etmesi faşizme karşı direnişte önemli. Fransa’dan Olimpe de Gouges’in sesi faşizme karşı mücadelede örnek alınırken, Mussolini’nin Donnalarına karşı pirinç işçisi kadınlar, Hitler faşizmine karşı Roza Lüxemburg ve Clara Zetkinler, Ekim devriminde Aleksandra Kollontai’nin mücadele yöntemleri günümüze de ışık tutmaktadır.
Olimpe’nin sesi örnek alındı
Eşitlik mücadelesinin başladığı ülkelerden biri olan Fransa’da 1789 Fransız Devrimi ile beraber kadınlar önemli bir mücadele gerçekleştirdi. Eşitlik mücadelesinde yer alan ve kısa bir süre sonra giyotinle idam edilen Olympe de Gouges'un, "Titreyin çağdaş tiranlar! Mezarımın derinliklerinden duyulacak sesim. Cesaretim, sizin daha barbar davranmanıza neden oluyor" şeklindeki sözleri, günümüze kadar faşizm karşısındaki mücadelede örnek alındı.
Kadınlar Paris Komünü’nde büyük rol oynadı
Fransız Devriminden yüz yıl sonra gerçekleşen ve 18 Mart-28 Mayıs 1871 yılları arasında hayat bulan Paris Komünü, bir yerel yönetim modeli olmuştur. Komün, Fransızların yenilgisiyle sonuçlanan Fransız Prusya savaşının ardından Paris’teki tüm devrimci eğilimlerin katıldığı sivil bir ayaklanma ile kurulmuştur. Paris Komünü'ne hayat veren ve Komün'e kendinden izler bırakan kadınlardan biri olan Louise Michel, hemcinsleri Versailles ordusuna karşı Komün’ü korumak için en önde savaşırken, o da kadınlardan oluşan silahlı bir taburu komuta etmiştir. Paris Komünlerini savunan Les Pétroleuses kadınları ise, işgal başlayınca Paris'te bulunan birçok devlet binasını ve özel mülkleri yakmıştır.
İtalya’da kadınların direnişi
Birinci Dünya Savaşı sırasında Mussolini’nin Roma yürüyüşü ile başlayan faşizmin, ilk başta militan bir potansiyel güce sahip olan kadınları tasfiye etmesi çarpıcıdır. Savaş boyunca İtalya’ya yeni bir hayat veren kadınlar 1922 yılında faşizmin iktidara gelmesi ile devletin hizmetinde olan bir annelik modeline dönüştürülmesi dikkat çekmektedir. 1900 ila 1945 arasında kadınları 4 farklı özellik üzerinden değerlendiren kimi yaklaşımlar da aile sınırları içinde yer alan İyi Kadın yani Donna Brava, devletin ihtiyaçları için gerekirse ailesinden vazgeçmesini bilen İtalyan Kadın yani Donna İtaliana modeli oluşturulur. Savaş sonrası dönemin liberal kadın modeli ise Yeni Kadın yani Donna Nuova olarak isimlendirilir. Faşizm ile beraber de Faşist Kadın; yani Donna Fascista modeli oluşturulur. Kırsalda barış talebini yüksek tutan tarım işçisi kadınların savaşa karşı barış talebiyle müdahale etme girişimleri sadece üretim odaklı olmakla kalmamıştır. Savaş hükümeti tüm seferberlik söylemlerine karşın yarı-proleter köylü kadınları Donna İtaliana yapamamıştır.
1900’lü yıllardan itibaren, pirinç işçileri yığın olarak İtalyan komünist ve sosyalist partileri gibi sol görüşlü örgütlere, aynı zamanda da Unione Donne İtaliane (İtalyan Kadın Birliği) ve Case del Popolo (Halk Evleri) gibi işçi sınıfı örgütleri ve kooperatiflerine katılmışlardır. 1922 ve 1943 yılları arasında İtalyan faşizmi altında, pirinç işçileri faşist hükümetten grevler ve protestolar yoluyla önemli haklar kazanmışlardır. Pirinç işçileri İtalya’nın Nazilerden kurtuluşuna da aktif olarak katıldılar. İtalyan faşizmine ve Nazi işgaline karşı çıkan, şarkıları ve kıyafetleriyle dikkat çeken pirinç işçilerine “mondine” denilmektedir. Mayıs ayından temmuza kadar İtalya’nın pirinç kuşağı olarak bilinen yörelerinde çalışan Mondineler, 1940-1965 yılları arasında dillendirdikleri protest şarkıları ile dikkat çekmektedirler.
Clara ve Rosa’nın evrenselleşen mücadelesi
Almanya’da ilk kadın hareketleri 1860’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Temel çıkış noktası erkeklerin kadınlar üzerinde varolan egemenliklerini arttıran yasalara karşı çıkmaktır. Bununla beraber cinsiyet temelli işbölümüne, kadınlığın ev içi hizmetle özdeş tutulmasına karşı bir başkaldırı niteliğindedir. Bu dönemde kadın hareketinin temsilcileri arasında Louise Otto-Peterss (1819-1895), Hedwing Down (1831-1919), August Bebel (1840-1930), Clara Zetkin (1857-1933), Helene Lange (1848-1930) ve Roza Lüksemburg (1871-1919) bulunmaktadır. Bir yandan kadınlara oy, eğitim ve çalışma hakkı için çalışan kadınlar diğer yandan kötü çalışma koşullarının iyileştirilmesi, siyasal, toplumsal ve ekonomik eşitlik için mücadele çeşitli şekillerde sürdürülmüştür. Yine bu dönemde Bertha Con Suttner’in (1843-1914) öncülüğünü yaptığı bir barış hareketinin varlığından da sözedilebilir.
Hitler’e karşı direnişin sembolü kadınlar
Almanya’da kadın hareketi burjuva ve sosyalist kadın hareketi olarak da bir ayrışma yaşar. Hitler iktidarına karşı en önemli direnişi sosyalist, komünist ve Katolik kadınlar gösterir. Komünist örgütler içerisinde yer alan Liselotte Herrmann, Hanne Martens, Martha Gillessen, Kaete Larsch ve Johanna Kirchner gibi isimler Hitlere karşı direnişin sembol kadın komünist sembolleri olmuşlardır. Yine Hitler’e karşı propaganda faaliyetlerinde yer alan öğrenci gruplarından oluşan Beyaz Gül hareketi temsilcilerinden Sophie Scholl (1921-1943) direnişçi kadınların sembolü olmuştur. Bunun yanısıra Hitler faşizmine karşı faaliyet yürüten bir diğer topluluk ise Yahudi kadınlardır. Yahudi kadınlar antisemitizme karşı topluluğun birliği için savaşmış ve ihtiyacı olan Yahudi kadınlara maddi ve manevi yardımda bulunmuşlardır.
Rusya’da Zhenotdel deneyimi
20. yüzyıla damgasını vurmuş en önemli devrimlerden olan Ekim Devrimi’nde kadınlar en önde yer almışlardır. Zira Çarlık Rusyası’nda kadınların direnişi her daim farklı şekillerde devam etmiştir. Bağımsız kadın örgütleri bulunmaktadır. Devrimci hareketler içerisinde örgütlenen yüzde 15-20 kadın oranından bahsedilmektedir. Çar İkinci Aleksandr’a suikast düzenleyen grubun içinde kadınlar da vardır. Bunlardan biri de dünyada idam edilen ilk kadın suikastçi olan Rus Sofya Perevskaya’dır. Bolşevikler ilk genel grev çağrılarını 25 Şubat'ta yayınlamış, ancak bu çağrı yapılana kadar 200 bin işçi çoktan greve girmiştir. Devrimi ilk ateşleyen şubat devriminde sokaklara ilk çıkanlar, kadınlar olmuştur. 1919 yılında sloganı Aleksandra Kollontai tarafından “eylemle ajitasyon” olarak belirlenen ve iki temel hedef doğrultusunda çalışacak olan Zhenotdel adında bir Kadın Bürosu kuruldu. Özel mülkiyetin yerine toplumsal mülkiyetin getirilmesiyle kadın kurtuluşunun sağlanacağı fikri esas alındı. İlk hedef ortak mutfak, kreş ve çamaşırhanelerin örgütlenmesi oldu. Zhenotdel’in ilk yıllarında yemek ve ev işlerini toplumsallaştırmaya dönük programlarda bazı başarılar sağlandı. Bu büroya bağlı kadınların çalışma ve yaşam koşullarında bazı iyileştirmeler yaptıkları gibi 38 gündüz bakım kreşi de kurmuştur. Ardından kadınların geleneksel rollerinden sıyrılmalarını sağlayacak olan özgüveni ve birikimlerini sağlamaya yönelik çalışmalar başlamıştır. Bu dönemde Kommonistika adında bir gazete çıkarmışlardır. Kadınların geleneksel rollerinden sıyrılmaları kolay olmamıştır. Özellikle Orta Asya kırsalında bunun zorlanması yoğun yaşanmıştır. Zhenotdel’in ilk önderi olan İnessa Armand’ın fikirlerinden yola çıkarak Zhenotdel ajitatörleri delege meclisleri örgütlemişlerdir. Zhenotdel’in ikinci yılında Rusya genelinde 850 kadın konferansı düzenlenmiş, 1920 ortalarına gelindiğinde beş yüz bin kadın konferans delegesi yetişmiştir. Devrimin ilk yıllarında Zhenotdel Kızıl Ordu’nun desteklenmesinden kadınların okuma yazma öğrenmeleri için seferberliklere kadar çok sayıda faaliyetle daha fazla kadını kapsamak için kampanyalar düzenlemiştir. Kadınlarla erkeklerin her anlamda eşit olduklarına dair yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ancak zihniyet ve iktidar yapılanmasında bir değişiklik perspektifi ve hedefi olmadığı için yasal değişiklikler köklü bir toplumsal değişim ve dönüşümü yaratmamıştır.
Özsavunma birliklerinden ‘No Pasaran’a
İki dünya savaşı arası dönemde faşizme karşı amansız bir mücadele veren ve “No pasaran” sloganı ile tarihe kaydını yaptıran İspanya’nın Mujeres Libres’lerinden İrlanda’da özsavunma birlikleri oluşturan kadınlar, muhabir ağlarından özgür kreşlere kadar çok sayıda direniş yöntemi sergilemişlerdir. Portekiz’de 41 yıl boyunca iktidarda olan Salazar diktatörlüğüne karşı kadınlar çeşitli kurumlar oluşturmuştur. Faşizme karşı No Pasaran (Geçit yok) sloganı ile hala direnmeye devam eden kadınları anlamak, kadın devrimi perspektifimiz için de önemlidir.
Tren raylarından Özgür Kadınlar'a
1909'da askerlerin Fas'a gitmesine engellemek için bedenlerini tren raylarına koyan Katalonya’dan Barselonalı kadınlar, 1918 yılında temel ihtiyaçların yüksek fiyatlarına karşı "kadınların savaşı" denilen genel grevi yaptılar. 1934 yılında "sokakta devrimci, evde egemen" erkeklere karşı çıkan, kadın sömürüsüne karşı siyaset yapmak isteyen kadınlar, Barcelona ve Madrid kentlerinde iki ayrı kadın örgütü kurdular. İki grup, 1936 yılında iletişime geçti ve Mujeres Libres, "Özgür Kadınlar" oluşmaya karar verdi. Mujeres Libres (Özgür Kadınlar) 1936 yılında Mercedes Comaposada, Amparo Poch Gascon ile Lucia Sanchez Saornil tarafından kurulmuştur. İspanya'nın Madrid ve Barselona kentlerinde Mujeres Libres, 20 bin kadın ile "cahilliğe, kadın olarak, üretici olarak başta olmak üzere üç yönden köleleştirilmeye" karşı direnişi ilan etti. Mujeres Libres’in üyelerinden olan ve kadınları cepheye örgütleyen Pepita Carpena, bu dönemin simgelerinden olmuş ve ‘İspanya kadınları direniş çağrısını bekliyorlardı’ diyerek bu süreci özetlemiştir.
No Pasaran!
İspanya Komünist Partisi'nden Dolores Ibárruri'nin "No pasaran!" (Geçit Yok) sloganı saldırılara karşı topyekûn bir direnişi anlatıyordu. Dolares, içinde bulunduğu Somorrosto Sosyalist Grubu’na katıldı. 1930'da Sosyalist Grubun Merkez Komitesi'ne giren Dolores İbarruri, iki yıl hapiste kaldıktan sonra 1934'te "Savaş ve Faşizm Karşıtı Kadınlar Ulusal Komitesi"ni kurdu. 1935'te ise Komünist Enternasyonal'in 7. kongresinde Yürütme Komitesi'ne seçildi. Ocak 1936'da Komünist Enternasyonal'in "Birleşik Cephe" politikalarına uygun olarak Sosyalist Parti'yle birlikte kurulan Halk Cephesi'nin adayı olarak Asturias bölgesinden parlamentoya girdi. Temmuz 1936'da Franko öncülüğünde faşistler ayaklanıp Madrid'e doğru yürümeye başladığında, "No Pasaran (Geçit Yok)" sloganı ile bütün anti-faşist direnişin en ön saflarında yer aldı. Bu arada çeşitli Avrupa ülkelerinde Franko'nun desteklenmemesi için görüşmeler yaptı. Dolores İbaruri'nin lideri olduğu Savaşa ve Faşizme karşı Uluslararası Kadın Komitesi, komünist kadınların gazetesi olan Mujeres De Madrid (Madrid'in Kadınları) ve Companera'yı (Yoldaş) yayınlandı. Direnişi canlı tutmak için 100 binden fazla kadın anti-faşist komitelerde yer aldı. Muhabir ağı, özgür kreşler başta olmak üzere her gün yaklaşık 700 kadının katıldığı Barceleno İşçi Kadın Okulu açıldı.
İrlanda'da '1916 Kadınları'
İrlanda'da Paskalya Ayaklanması'nın başladığı 1916 yılında oy hakkı, eşitlik mücadelesi veren kadınlar, İngiliz askerlerinin saldırılarına karşı Komutan Constance Markievicz öncülüğünde barikatlar kurdu, öz savunma birlikleri oluşturdu. Barikatlar arkasında teslimiyeti kabul etmeyerek direnen kadınlar, tarihe '1916 Kadınları' olarak geçti. "1916 Kadınları" İrlanda'da devrime yol açan 1916 Paskalya Ayaklanması'nın en direngen savaşçıları olarak tarihe geçen ayaklanmanın ünlü komutanı Constance Markievicz, hem kadınlar için oy hakkı için mücadele etti, hem İrlanda mücadelesinde yer alan arkadaşı Maud Gonne'la beraber Abbey Tiyatrosu'nda büyük etki yaratan oyunlarda sahne aldı.
Salazar dönemi ve kadın direnişleri
Portekiz’de 1933-1974 yılları arasında uygulanan faşist rejimin adı Estado Novo; yani Yeni Devlet olmuştur. Salazar rejimi de olarak bilinen bu politik rejim, tam 41 yıl boyunca devam etmiştir. Diktatörlük döneminde devlet ve kilise arasında çok güçlü bir bağın olması dikkat çekmektedir. Yayılan sosyal değerler temel olarak, “Tanrı, ülke ve aile” olmuş, bunlar toplumun nasıl yaşaması gerektiğine dair tespitler olarak tarihe kaydolmuştur. Diktatörlük 1974 yılında son bulmuş ve o zamanlar birçok anti faşist hareket ve militan gruplar, partiler etkin bir güce sahiptir. 1974 yılından sonra kadın grupları kurulmaya başlanmıştır. Portekiz’de kadınların kurtuluşu için mücadele veren kadınların genelde üst veya orta sınıftan olması dikkat çekmektedir. Ve bu kadınlar daha çok kurumlarda ve partilerde yer almaktadır.
LATİN AMERİKA
Devrimci geleneğin güçlü olduğu Latin Amerika ülkelerinde özellikle 1968’lerden sonra her ülkede diktatörlüklerin oluşturulması dikkat çekerken buna karşı Dolares Huerta’lardan, Digna Ochoa’ya Piedad Cordoba’dan Transito Amagua’ya çok sayıda kadının öncülüğünde gelişen direniş dikkat çekiyor. Zapatista’ların Compenaraları (kadın yoldaşlar) ise direniş yöntemleri ile günümüze ışık tutmaya devam ediyor.
Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı arasında daha çok Avrupa ülkelerinde başlayan ve gelişen faşizm, Latin Amerika ülkelerinde de özellikle devrimci dalganın yükselmeye başladığı 1968’ler sonrası gelişiyor. Nikaragua’da Somoza diktatörlüğüne karşı Sandinist kadın gerillalar, Arjantin’de Videla Redondo diktatörlüğüne karşı Plaza De Mayo anneleri, Şili’de Pinochet’e karşı direnen kadınlar, Meksika’da Zapatista’nın Compenaraları, Küba’da Batista diktatörlüğüne karşı Celina Sanches, Venezuella’da Dolares Huerta’nın direnişi bunlara karşı birkaç örnek olabilir. Yine Kolombiya, Bolivya, Ekvator ve Brezilya’dan kadınların direniş yöntemleri kadın devrimi perspektifimiz içinde önemli veriler sunuyor. Latin Amerika’da gerilla mücadelesine katılan kadınların oranı yüzde 30-40 oranındadır. Kadınlar daha çok ırkçılığa ve sömürgeciliğe karşı devrim süreçlerinde yer almış, dil-ulus-ırk-aidiyet bilinci ile devrimlere katılmışlardır. Cins bilincinin ötelenmediği ancak ulusal kurtuluşun öncelikli olarak alındığı bu devrimlerden kadın tam bağımsız olarak çıkmamış olsa da kadın kurtuluşunun ancak özgün örgütlenmeden geçtiğinin bilinci oluşmuş ve bağımsız kadın örgütlenmeleri arayışı gelişmiştir. Nikaragualı Sandinist bir kadın gerillanın, ‘Cinsiyet bilincimiz yoktu ama müthiş bir dayanışma vardı’ sözü bu süreci özetlemektedir.
Somoza diktatörlüğüne karşı Sandinist kadınlar
Nikaragua'da Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN) 1969'da ilan edildi. Gerillanın yüzde 30'u ya da 40'ı nı oluşturan kadınların yanı sıra anneler de önemli bir rol üstlendi. Somoza diktatörlüğüne karşı güvenli yerleri kuran ve koruyan anneler, mahallelerdeki direniş geleneğini oluşturdu ve korudu. Savaşla beraber evlerin yüzde 50'sinde baba olmadığı Nikaragua'da, 1970'li ve 1980'li yıllar boyunca "AMPRONAC" kadın örgütüyle örgütlenen kadınlar, eğitim, çocuk bakım, yemek dağıtımı, gösteriler ve cezaevi görüşleri gibi birçok yerde örgütlendi.
Şili’de Las Tesis’e uzanan gelenek
1973 ile 1998 yılları arasında Şili faşist diktatörü olan Augosto Jose R. Pinochet’de Hitler, Franco ve Mussolini’den farkı olmayan bir diktatördür. 11 Eylül 1973 yılında ABD destekli bir askeri darbeyle Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin hükümetini devirerek iktidara gelen askeri cuntanın başkanıdır. 1974 yılında eski anayasayı yürürlükten kaldıran cunta yönetimi ardından tüm yetkilerin Pinochet’e devrini sağlamıştır. Yönetimi altında binlerce insan katledilmiş, binlerce insan sürgüne gönderilmiştir. 10 Aralık 2006’da ev hapsinde tutulurken 91 yaşında ölmüştür. Pinochet’in ardılı olan Pinera’da 2010’dan bu yana Şili’de hükmünü sürdüren bir diktatördür. Faşizme karşı kadın direnişi Şili’de her daim olmuştur.
Zira Şili feminist hareketin en güçlü olduğu ülkelerden biri. 2016’daki Ni Uno Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) ve ardından MeToo (Ben de) hareketiyle birlikte 2019’a kadar kadına yönelik şiddete ve baskılara karşı çok büyük eylemler düzenlenmişti. 2019’daki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde 350 bin kadının başkent Santiago’da, 800 bin kadının ise ülke genelinde sokağa çıkması birkaç ay sonraki ayaklanmayı haber verir gibiydi. Kadınlar sadece kürtaj hakkı, taciz ve tecavüz gibi konularda değil sosyal adalet konularında da taleplerini dile getirmişlerdir. Ekim ayında ise lise öğrencilerinin başlattığı ulaşım zammı protestosu hızla hükümet ve neoliberalizm karşıtı bir kitle hareketine dönüştü. Lise öğrencileri içerisindeki genç kadınların çokluğu da gösterilerde göze çarpıyordu. 1 Kasım’da başkent Santiago’da sokağa inen 1000 kadın “sessiz yürüyüş” adını verdikleri yürüyüşte siyahlar giyerek ve ellerinde çiçek taşıyarak iki hafta süren gösterilerde ölenler ve yaralananlar için adalet talep etti.
Şili’de gösterilerin sembolü haline gelen bazı kadınların şüpheli ölümlerinin ardından 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde binlerce kadın sokaklara indi. Feminist örgüt Las Tesis ise aynı gün Şili Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önünde tecavüzcülere karşı ‘Yolunda bir tecavüzcü’ isminde danslı bir protesto gerçekleştirdi. Şilili kadınların neoliberal Pinera’nın başında bulunduğu devletin özel hedefi haline gelmesinde isyanda oynadıkları rolün belirleyici bir önemi vardır.
Arjantin’de Videla Redondo dönemi ve Plaza De Mayo Anneleri
Arjantin’de de 1976-1981 yılları arasında iktidarda olan Arjantin Devlet başkanı J. Rafael Videla Redondo bütün yasama yetkilerini elinde toplamıştır. Muhaliflerini ölü ya da diri olarak helikopterden atmakla, öldürttüğü devrimcilerin izlerini kaybettirmekle ünlü bir diktatördür. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, sendikaların, muhalif politik partilerin düşmanı olarak tarihe girmiştir. On binlerce insanı zindanlara kapatan ve binlercesini katleden bir diktatördür. 1985 yılında ömürboyu hapse mahkum edilmiş, 1990’da çıkarılan bir yasa ile aftan yararlanıp dışarı çıkmıştır. Arjantin tarihinin en lekeli dönemine imza atan bir katil olarak tanınmaktadır.
Arjantin’de 1976-1983 yılları arasında kaybedilen 30 bin çocukları için yürüyüşlerine 13 Nisan 1977 günü Plaza De Mayo meydanında başlayan 14 annenin hikayesi diktatörlüğe karşı bir direniş yöntemi olarak önemlidir. 14 beyaz başörtülü kadının her Perşembe öğlen saatlerinde meydanda toplanması ile başlıyor. Sonra sayıları 300’ü bulan anneler eylemlerine devam ediyor. Topladıkları 24 bin imzayı Başkanlık Sarayı’na teslim etmek için harekete geçen 300 anneye saldıran polis annelerin örgütleyicisi Azucena De Vicenti’yi başka anneleri ve avukatları da kaçırarak kaybedecekti. Çok farklı bastırma, yasaklama yöntemlerine karşı direnmeye devam etti anneler.
Zapatista’nın Companera’ları
1910’dan 1920’lere kadar süren Meksika Devrimi’nde faşist diktatör Porfirio Diaz rejimine karşı savaşan Maria de la Luz Espinosa Barrera, Margarita Neri gibi devrimci kadınlardan, Zapatista ayaklanmalarına öncülük eden Comandante Ramona ve Ana Maria gibi yerli savaşçılar yer alıyor. 1916’da kadınlar oy hakkı mücadelesi süresinde ilk kadın kongresini yapıyor. Ülkede Meksika devrimi, 1968 protestoları, Zapatista devrimi dahil 20. yüzyılın her önemli direnişinde kadınların öncülük etmesi dikkat çekiyor.
Devrimci Kadın Kanunu
1994 yılında Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) ilan edildi. İlan, neoliberal politikaları Meksika'ya getiren Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nın (NAFTA) harekete geçeceği güne denk geldi. 1 Ocak 1994'te NAFTA gibi Meksika'nın yoksul halklarına dayatılan politikalara karşı EZLN isyanı başlattı ve Chiapas eyaletinde birçok kenti ele geçirdi. 12 gün içinde ateşkes üzerinde anlaşıldı, fakat Meksika askerleri 1995 yılında ateşkesi ihlal ederek tekrar saldırdı. Bazen barışın, bazen anlaşmanın devlet tarafından çiğnenmesiyle geçen son 20 yıl, kadınlar için devletin giremediği dağlarda yeni yaşam örme fırsatına sebep oldu. Zapatista'ların en ünlü askeri eylemi, kadın komutanların tasarladığı San Cristóbal kentinde gerçekleştirildi. Eylemin ana mimarları Komutan Ana María ve Komutan Ramona, atları üzerine San Cristóbal'a giren ilk savaşçılar oldular. 1994 ilanından önce, EZLN’nin komutanlarından Ramona ve Susana, dört ay boyunca Zapatistaların örgütlendiği ya da iletişimde olduğu her köy, kasaba ve mahallenin meclisine girdi. Bu seferin amacı, halkın fikir birliğinde olduğu bir kadın kanununu yaratmaktı. Kadınlarla dayanışarak yazılan 10 maddeden oluşan Devrimci Kadın Kanunu 1993 yılında tamamlandı. Bu kanun, Zapatista'ların diğer devrimci yasalarıyla beraber 1 Ocak 1994'te ilan edildi.
Küba’da Batista diktatörlüğüne karşı kadınların direnişi
Celia Sanchez Kübalı devrimci, siyasi eylemci ve araştırmacıdır. 1952 askeri darbesinden sonra Batista diktatörlüğüne karşı mücadeleye katıldı ve devrimci hareketin kurulmasında ve başlatılmasında önemli bir rol oynadı. 26 Temmuz’da devrimci örgüt hareketine katılarak, 1959 yılı sonunda diktatörlüğü deviren ve savaş birimini örgütleyen ilk kadınlardan biri oldu. Sanchez notlar, mektuplar ve başka belgeler toplayarak, devrimi belgelemişti ki, bunlar daha sonra devrimin resmi arşivi oldu.
Venezuela’da Dolares Huerta
1962 yılından sonra Cesar Chavez ile birlikte Birleşik Çiftlik İşçileri adını alan Ulusal Çiftlik İşçileri Derneği’nin eş kurucusu olan Dolores Huerta, işçi, kadın ve göçmen haklarının savunucusu olmuştur. Ömrü eylemci olarak geçen Huerta, barışçıl protesto ve grev eylemleri sırasında 20’den fazla kez tutuklandı. Huerta sosyal adaleti örgütlemeye devam ediyor.
Ekvadorlu Transito Amaguana
Halk arasında “Mama Transito” olarak bilinen Transito Amaguaña, Ekvadorlu yerli bir eylemci ve aynı zamanda Ekvador’un önde gelen 20. yüzılın feminist simgelerinden biridir. Onun politik çalışmaları Sosyalist Parti’nin toplum aktivizmi ile başladı. Daha sonra tarım grevi, emek ve toprak haklarını geri kazanmak için yapılan yürüyüşler dahil olmak üzere büyük yerli ve köylü eylemlerine katıldı. O, tarım reformu yapılması ve köylüler için kooperatif sistemi getirilmesi için Komünist Parti tarafından örgütlenen toprakların yeniden dağıtımı mücadelesinde yer aldı ve 1946 yılında Ekvadorlu Yerliler Federasyonu’nun kurucularından biri oldu. Mama Transito eğitim dili İspanyolca ve Kichwa olan iki dilli okullarda çalıştı.
Bolivyalı Domitila Barrias de Changara
Domitila Barrios de Chungara 1978 yılında Benzer diktatörlüğünü kırmak için, en iyi dört madenci eşiyle birlikte açlık grevi başlatmasıyla tanınıyor. Grev, ülke çapında dikkat çekerek, ulusal ölçekte binlerce güçlü grevi tetikledi ve diktatörlüğü tüm bu talepleri kabul etmeye zorladı. Barrios ise Bolivya’daki maden işçilerinin durumlarıyla ilgili uluslararası kamuoyunu harekete geçirerek, emek ve siyasi mücadelelerdeki kadınların kritik rolünü savundu.
ORTADOĞU VE ASYA
Kapitalist sistem 1929 yılından sonra tarihinin en büyük krizini 2008 yılında yaşadı. ABD’de Trump, İngiltere’de Brexit, Avrupa çapında ve dünya genelinde neofaşist ve otoriter partilerin ve hareketlerin etkisi ile giderek yükselen neoliberalizm yabancı düşmanlığı, ırk üstünlüğü, erkeklik kültürü ile kendini yeniden üretmektedir. Enflasyon ve hayat pahalılığı, ağır vergiler, zamlar, sosyal kesintiler, sağlık, eğitim ve bakım gibi hizmetlerin paralı yapılması, işsizlik ve yolsuzluklar başta olmak üzere kadına dönük şiddet, kürtaj hakkı, miras hakkı ve benzeri konularda kadın haklarına yapılan saldırılar ekseninde kadınlar sokaklarda şiddetsiz, adil, eşitlikçi yaşam talebini dile getiriyor.
Sudan’da Ömer El Beşir’i deviren ‘devrim’ şarkısı ve Alaa Salah
2011’deki Arap Ayaklanmaları, Kuzey Afrika’nın bazı ülkelerinde ve Arap ülkelerinde yıllardır iş başında olan tek adamların devrilmesiyle sonuçlandı. Sudan’da 2019’da devam eden ve Beşir rejiminin sonunu getiren eylemlerin başını yoksul kadınlar çekti. Alaa Salah, söylediği ‘devrim’ şarkısıyla bu eylemlerin sembolü oldu. Zira Sudan’da Beşir rejiminin İslamcı politikalarla kadınları kamusal alanın dışına çıkarmaya çalışması ve 15 bin kadın hakkında dava açması ve yoksulluk kadınların direnişinin kıvılcımları oldu. Enflasyonun yüzde 40’lara dayanmasıyla beraber başta ekmek olmak üzere temel gıda maddelerine getirilen zamlar bu direnişi ateşledi.
Cezayir’de Cemile’den günümüze gelen direniş geleneği
1955 yılından itibaren Cezayir Kurtuluş Ordusu (FLN) saflarında aktif bir şekilde yer almaya başlayan kadınların yaşamı mücadele ile değişti. Ancak Cezayir’in kurtuluşundan sonra milliyetçilik ve dincilik yeniden yükselen değerler oldu. Cezayirli kadın direnişçi ve halk kahramanı olan Cemile Bouhired Fransız işgali olan ülkesinde, halkına karşı Setif katliamı diye bilinen büyük bir katliam gerçekleştirdikten sonra öğrenciyken Cezayir kurtuluş hareketine katıldı. Öğrenci hareketinin öncülüğünü ve FLN liderinin yardımcılığını yapan Cemile binlerce Cezayir’li kadın devrimciden biridir. Ama o ve üç kadın yoldaşı kadın bombacılar olarak radikal bir çok eylemin liderliğini yaptılar. Ve bu eylemlerin birinde tutuklandı, giyotinle idam edilme kararı alındı ve yüzlerce arkadaşı giyotinle idam edildi. Cemile için yürütülen uluslararası kampanya sonucu onun ve arkadaşlarının infaz kararı durduruldu ve beş yıl sonra serbest bırakıldı. Cezaevinde çıktığında O artık Afrika direnişinin sembol ismidir. 2019’da Cezayir’de 20 yıl iktidarda kalan ve halklara yoksulluk ve sefaleti dayatan Abdulaziz Buteflika’ya karşı yapılan protestolarda da kadınlar en önde yer aldılar. Ve diktatörü devirmeyi başardılar.
Tawakel ve Amal’ın eşitlik mücadelesi
2011'de Arap Bahar'ından etkilenen Yemen'de 1978'den bu yana Cumhurbaşkanı olan Diktatör Abdullah Salih rejimine karşı gösteriler başladı ve gösteriler bir süre sonra silahlı çatışmaya dönüştü. El Kaide'nin hareketliliği, ABD'nin pilotsuz uçaklarla saldırıları ve Şii Huti ve ülkenin güneydeki grupların ayaklanmalarıyla beraber şiddet birçok bölgeye yayıldı. Yemen’de kendisi de küçük yaşta evlendirilen Amal El Caradi’nin mücadelesiyle evlilik yaşı 18’e çıkarılırken, sokak eylemlerinin öncüsü Nobel ödüllü Gazateci Tawakel Karman ile tanındı. Diğer Arap ülkelerine göre, kadınların çok yüksek oranda katıldığı 2011'de başlayan eylem meydanlarında kadınların oranı yüzde 30'u aştı. Erkek baskısına aldırış etmeden gösterilerde kurulan çadırlarda kalan kadınlar, Cumhurbaşkanı Salih'in cinsiyetçi "kadınlar ve erkekler meydanda karışıyorlar" sözleriyle karşılaştı. Bir yandan rejim, kadınlara yönelik söylemlerle kendini meşrulaştırmaya çalışırken, bir yandan da meydanda "ayırma duvarı" inşa etti. Daha sonra devrim, meydanlardan Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi'nin yürüttüğü rejimle müzakerelerine taşınırken, kadınlar bu süreçten dışlandı. Devrime öncülük eden kadınların 2012 yılında düzenlediği konferansta aldığı "Yeni hükümette yüzde 30 kadın kotası olsun" talebi müzakere sürecinde erkek ağırlıklı grup tarafından dikkate dahi alınmadı.
Tahrir meydanında kadın direnişleri
25 Ocak 2011’de başlayan Arap Baharı’nın fitilinin ateşlendiği yerlerden biri olan Mısır’da kadınlar sokaklara çıktı. Her türlü fiziki saldırıya rağmen kadınlar Tahrir’i terk etmeyerek, eşitlik özgürlük adalet taleplerini dile getirdi. Diktatör Hüsnü Mübarek’in devlet başkanlığından inmesiyle sonuçlanan ayaklanmanın içinde aktif bir şekilde yer alan kadınlar, Müslüman Kardeşler tarafından tamamen karar süreçlerinden dışlanmış, bu dönemde kadınların üzerindeki baskılar devam etmiştir. Mısır’da 2010 yılında kurulan Ulusal Kadın Cephesi’nde (Enventro Nasional De Mueres) 15 ayrı kadın örgütü yer alıyor. Cephede demokratik taleplerden sosyalizme kadar farklı mücadele yöntemlerini benimseyenler bulunuyor. Cephe ortak olarak anti emperyalist, anti kapitalist ve anti faşist ilkeleri benimsiyor.
Beyaz Çarşamba eylemleri
Dünyanın en eski devlet geleneğine sahip olan İran’da kadınlar, yok sayılan hakları için yıllarca mücadele etti. Mücadele kadınların rolleri ve statüleri açısından önemli değişimleri beraberinde getirse de “İslam Devrimi”nin ardından kazanılan tüm hakları ellerinden alınan kadınlar baskıcı otoritenin ilk hedefi oldu. 2005'te İranlı kadınlar Tahran Üniversitesi'nin önünde büyük bir gösteri düzenleyerek eşit haklar talep etti. Eylemin yapıldığı gün, İranlı Kadınlarla Dayanışma Günü ilan edildi. Ertesi yıl, gösterinin yıldönümünde yine barışçıl bir eylem yapmak isteyen kadınlar güvenlik güçlerinin saldırısıyla karşılaştı, 70 kişi tutuklandı. Bunun üzerine daha farklı bir yol izlemeye karar veren kadınlar, birkaç ay sonra 27 Ağustos 2006 yılında ülkedeki yasaların uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu hale getirilmesini hedefleyen Bir Milyon İmza Kampanyası'nı başlattı. Kadınlar 2015 yılına kadar eylemlerini farklı yöntemlerle sürdürdü.
Kadınların Aralık 2017’de başörtü zorunluluğuna karşı başlattığı eylemler ise yeni bir boyut kazandı. Eylemler sırasında Tahran’da bir elektrik dağıtım kutusuna çıkan Vida Movahed birçok kadına da ilham oldu. Vida’nın yaptığı tek kişilik eylem, kısa sürede İran’ın her yerinde kadınlar tarafından sürdürüldü. Vida Movahed'i izleyen kadınların eylemlerine çarşamba günleri devam etmesi nedeniyle "Beyaz Çarşamba" adını alan eylemler, artık haftanın farklı günlerinde, farklı renklerdeki başörtülerle de düzenleniyor. Kadınlar, başörtülerini çıkararak İran'daki başörtüsü zorunluluğunu protesto ediyor ve bu konudaki kararın kendilerine ait olduğunu belirtiyor.
Filistin’de kadınların direnişi
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Filistin halkı İngiliz sömürgeciliğine karşı direnmiştir. 1929 yılında Filistin Kadınlar Birliği kurulmuştur. Aynı yıl 200’den fazla kadın Kudüs’te ilk Arap Kadınları Kongresi’ni toplamıştır. Bu dönemde Kudüs, Nablus, Hayfa ve Jaffa’da kadın örgütleri kurulmuş ve bu örgütler 1930’ların başında kurtuluş mücadelesi ile daha da entegre çalışır hale gelmişlerdir. 1980’lere kadar Filistinli kadınlar vatandaşlık hakları için mücadeleyi, Filistin mücadelesi ile birlikte yürütmüştür. 1980’de ise her iki mücadelenin birbirinden ayrılması gerektiği konuşulur olmuştur. Filistinli Kadın Komiteleri Birliği kadın sorununu ulusla mücadelenin önünde gördüğünü açıklamıştır. Leyla Halid Filistinli bir özgürlük savaşçısı olarak tarih kayıtlarında yer almıştır.
Filipinler ve Gabriela’nın mirası
1965-1986 yılları arasında hüküm süren Filipinler devlet başkanı ve diktatörü Ferdinand E. Marcos Amerikan desteği ile diktatörlüğünü sürdürdü. Cinsiyet eşitliği ve kadınların özgürlüğü için önemli bir mücadele yürüten Gabriela Kadın Partisi, 1984 yılında Marcos diktatörlüğüne karşı direnişin yükseldiği dönemde adalar ülkesinde bütün alanlardan kadınlar ile başkent Milena’da 10 bin kişilik bir yürüyüş yaptı. Bu yürüyüşün hemen ardından 200 kadın kuruluşu bir araya gelerek ulusal kadın komisyonunu oluşturdu. Ve bu komisyon sömürgeciliğe karşı yürütülen ayaklanmanın önderi ülkenin ilk kadın generali Gabriela Silang’ın anısına ve mücadele gücüne atfen Gabriela Kadın Partisi adını aldı. Filipinler’de sayısı binleri bulan bir kadın gerilla gücü var ve bu kadınlar NDFP’nin (Ulusal Demokratik Cephe) içinde kendi özgün örgütlenmesini gerçekleştiriyor.
Haydutlar Kraliçe’sinden Gulabi Örgütü’ne
Hindistan’da Phoolan Devi; bir diğer ismiyle Haydutlar Kraliçesi yaşam hikayesi ve mücadelesi ile ülkede kadınların yaşamını özetliyor. 11 yaşında zorla evlendirilen, tecavüze uğrayan, intikamını almak için dağa çıkan, cezaevine giren, milletvekili olan ve bir suikast sonucu katledilen Phoolan Devi’nin izinden giden kadınlar ataerkil sisteme karşı silahlanıp Gulabi örgütünü kuruyor. Özsavunma anlamında örnek teşkil edebilecek bu örgütlenmenin yanısıra ülkede ayrıca Tehlikedeki Kadınlar Derneği; yani Women İn Distress Derneği kuruluyor. Hindistan’ın en önemli kadın kuruluşlarından biri olan ve ulusal, bölgesel küresel ağlarda görev yapan dernek Hindistan’ın çeşitli bölgelerinde örgütlenmiş bin 500 sivil toplum kuruluşunu bünyesinde barındırıyor.
Kadınların taciz ve tecavüze, namus cinayetlerine, şiddete ve cinsiyet ayrımcılığına maruz kalması ile beraber ellerinde sopaları ve pembe giyimleri ile bilenen Gulabi, eskiden kamuda bir sağlık çalışanı ve bir çocuk gelin olan beş çocuk annesi Sampat Pal Devi tarafından 2006 yılında kuruldu. Gulabiler eşlerine şiddet uygulayan erkeklere, çocuk yaşta evliliğe ve başlık parasına karşı mücadele veriyor. Kadınlara yönelik okuma yazma kursları da veren Gulabi örgütünün 20 bin üyesi var. Ve Paris’te de bir temsilciliğe sahip.
Hindu kadın gerillalar
Hindistan’ın kırsal bölgelerinde mücadele veren Maoist hareketin yarısını kadınlar oluşturmaktadır. Kadınlar yoksulluk, ataerkil baskılar ve sosyal adaletsizliklere karşı mücadelenin en etkin katılımcıları olarak 90 yıllarından itibaren Maoist harekette etkin olmaya başlarlar. Pek çok takım ve bölük komutanlarının kadın olduğu Halk Kurtuluş Gerilla Ordusunun merkez bölge komitesinin yarısından fazlası kadınlardan oluşmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, devlet zoruyla köylerin boşaltılması ve gördükleri zulüm, yoğun sömürü sistemi nedeniyle adeta bir kadın isyan hareketi olan bu gerilla hareketi, Hindu kadınların gelişecek dünya kadın öz savunmasında önemli bir yer tutmaktadır.
Afganistan Devrimci Kadın Birliği-RAWA
Afganistan Devrimci Kadın Birliği (RAWA), 1977 yılında Afganistan’ın başkenti Kabil’de insan hakları ve toplumsal adalet mücadelesi yürüten bir bağımsız siyasi /toplumsal kadın örgütü olarak, Meena Keshwar Kamal’ın önderliğinde birkaç aydın kadın tarafından kurulmuştur. Meena, 1987 yılında Pakistan’da KGB ile gerici İslamiyetçi güçlerin işbirliğiyle katledilmiştir. RAWA yıllardır bağımsız, kökten dincilik karşıtı, demokrasi ve laiklik yanlısı bir organizasyon olarak çalışmalarını sürdürüyor. 1992’de Mücahitler adında bir grup tarafından 60 bin kişinin katledilmesini dünyaya anlatmayı esas aldılar. Sonrasında Taliban örgütünün uygulamalarını dünyaya duyuran örgütte Afganistan ve Pakistan’da 2 bin kadın çalışıyor. RAWA’nın temel amaçları arasında her türlü gerici İslamiyetçi güçlere karşı mücadele etmek, Afganistan’da özgürlük, demokrasi, barış ve kadın haklarının oturtulması, demokratik değer ölçülerine dayanan, seçilmiş ve laik bir hükümetin oluşturulması, tüm özgürlük sevdalı ve demokratik güçlerinin birleşmesi ve gerici İslamiyetçi güçleriyle işbirlikçi güçlere karşı mücadele etmesi, aşiretsel ve dinsel savaşları kışkırtarak Afganistan’ı istikrarsızlaştırmaya çalışan tüm ihanetçilere karşı mücadele etmesi, yurt içi ve dışı eğitim, sağlık ve ekonomi projelerinin geliştirilmesi, tüm dünyadaki özgürlükten yana olan hareketlerin desteklenmesi yer alıyor.
Rojava Kadın Devrimi
21. yüzyılda yükselen neoliberalizme ve faşist yönetimlerine karşı direnen kadınlar dünyanın dört bir yanında halk ayaklanmalarına öncülük ettiği gibi dijital ortamlarda taleplerini dile getirmeye devam ediyor. Toplumsal sorunlara karşı gelişen ayaklanmalarda en önde yer alan kadınlar, yasal hakları için de eylemlerini sürdürüyor. Tarihten günümüze tüm devrim süreçlerinde önemli bir rol oynayan kadınlar devrim aşamalarının hepsinde belirleyici bir konumda olmaya devam ediyor.
Kadının 21. yüzyılda devrimin öncü özne gücü olma potansiyeli bulunduğu gibi son yıllarda kadınların yaşadığı direnişler ve özelde Rojava’da gerçekleştirdiği kadın devrimi bunun en somut hali oldu. Devrimlerin içinde yer almaktan öte devrimi inşa eden ve bir kültür yaratan Rojava Devrimi, bu anlamda özel olarak incelenmeyi gerektiriyor. Devrimlerde yer alan kadınlar olmanın ötesine geçerek, devrimi inşa eden ve demokratik ekolojik kadın özgürlüğüne dayalı paradigmaya dayanarak alternatif bir sistemi yaratan bir konumda bulunuyor.
Ortadoğu’da ikinci bir kadın devrimine ihtiyaç olduğunu ifade eden Rêber Abdullah Öcalan, karşı devrimin uygarlık sisteminden dışlanan tüm kesimlere karşı yapıldığını belirtir. İkinci kadın devrimini kadının ve erkeğin zihniyet ve yaşam değişikliğini istediğini belirten Rêber Abdullah Öcalan, iktidar ve devlet eksenli tüm oluşumların kadının yerini ev ya da aile olarak ele aldığı tespitini yaparak, buna karşı kadının özgün örgütlenme bilincinin önemine işaret eder. Dünya devrim deneyimlerine baktığımızda ataerkil zihniyet yapılanmasını aşamadıklarını ve kadının mevcut hapsedildiği konumdan çıkarılmadığını görürüz. Bu nedenle köklü toplumsal değişim ve dönüşüm gerçekleşememiş, sonuç itibariyle devrimler liberalizmin için eriyip gitmişlerdir. ‘Özgür kadın ile özgür yaşam’ perspektifini esas alan Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin bu perspektiften ve cins çelişkisinin en yoğun yaşandığı Ortadoğu’da bu çelişkiden yola çıkarak örgütlenmesi, dünyanın da ilgisini çekmektedir. Bir yandan da merkezi hegemonik sistem en tehlikeli düşman olarak kadınları görmektedir. ‘Önce kadınları vurun’ stratejisi sadece Eileen Mcdonald’ın aynı isimli kitabından almamakta, bu bir stratejiyi ifade etmektedir. Bu strateji şimdi Ortadoğu’da DAİŞ’in eliyle uygulanmaktadır.
Rojava Devrimi geçmişten günümüze özgürlük, eşitlik ve adalet talebiyle gerçekleştirilen dünya devrim mücadele mirasına dayanmakta ve kadın kurtuluş ideolojisi ile bunu bütünleştirmiş bir devrim deneyimidir. Rêber Abdullah Öcalan’ın yaşamına ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin kırk yıllık mücadele geleneğinin ürünüdür. Kadın ve Aile Sorunu kitabı başta olmak üzere çok sayıda kitap yazan Öcalan’ın temel çelişkiyi güçlü kurnaz erkek ile köle kadın arasında olduğunu ele alması ve bu çelişki çözülmeden kadın özgürlüğüne kavuşmadan hiçbir toplumsal sorunun gerçekçi bir şekilde çözülmeyeceğini belirtmesi önemlidir. Tüm dünya devrim süreçlerinde yaşanan zorlanmaların yaşandığı bu süreçlerde sistem eleştirisi kadar özeleştirinin de yapılarak alternatif bir sistemin oluşturulduğunu belirtebiliriz. Kürdistan Kadın Özgürlük mücadelesinin inatla değişim ve dönüşümü kendinden başlatması ve mücadele alanlarını terk etmemesi önemlidir.
Bu temelde kırk yıla dayanan özgürlük mücadelesinde kopuş teorisi ekseninde kadınların özgün özerk örgütlenmelerini gerçekleştirerek cins bilinci, sevgisi ve mücadelesi temelinde ordulaşarak YJA-Star’ı oluşturması, kadın kurtuluş ideolojisine dayanarak PAJK’ı kurması, toplumsal sözleşme ile konfederal kadın örgütlenmesi olan KJK’yi oluşturması atılan önemli adımlardır. Kadın özgürlük felsefesi temelinde gelişen bu adımlar, Kürdistan’ın dört parçası başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde alternatif modeller olarak ele alınmıştır. Ve tüm bu örgütlenmenin somut ifadesi Rojava Devrimi olmuştur. Bu temelde özsavunma alanında YPJ, HPJ, Asayişa Jin, demokratik özerk yönetim ve eşbaşkanlık sistemi, kadın ekonomisi, kadın akademileri, kadın kanunları başta olmak üzere yaşamın her alanında kadın eksenli bir sistem oluşturulmuştur. Kadının tüm toplumsal mekanizmalarda örgütlü iradesi ile yer alması devrimin karakterini belirlemiştir. Kadın eksenli bir yaşamın mümkün olduğu kanıtlanmıştır. Yasal eşitsizliklere mücadele etmenin ötesine geçmenin ve kadın eksenli bir yaşamın mümkün olduğunu göstermenin adı olmuştur. Kadının bizzat özne olduğu bir devrim olarak tarihteki yerini almıştır.
Yararlanılan kaynaklar: * Şirin Tekeli, Faşizm ve Kadınlar http://dergipark.gov.tr/download/article-file/8316 * Fulya Alikoç, İtalya’da Faşizm ve Kadınlar - 1 http://teoriveeylem.net/2017/05/italyada-fasizm-ve-kadinlar-1/ * https://halkin-dg.com/guncel/sibel-ozbudun-fasizm-ve-kadinlar.html
http://jinhaber1.com/Dosya-Haber/content/view/504?page=5
