Ferda ÇETİN: KARINCALARIN DEVİ YEDİÐİ HİKAYE

“Yeni Dünya Düzeni (YDD)” adı altında yapılacak düzenlemelerin merkezi Ortadoğu’ydu. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, göreve başladığında YDD’nin bir parçası olarak, “Büyük Ortadoğu Projesi”nin Fas’tan Hindistan’a uzanan büyük bir coğrafyayı kapsadığını; birçok ülkede siyasal, askeri ve ekonomik alanlarda “demokrasi”yi geliştireceklerini duyuruyordu.
Bu plana göre ABD açısından problem görülen devletler ve örgütler tasfiye edilecekti. Ortadoğu’da geliştirilecek yeni planlamalarda Irak, Libya, Suriye, İran gibi devletler müdahaleler yoluyla değiştirilecekti.
ABD açısından Abdullah Öcalan önderliğindeki PKK de ciddi engellerden biriydi ve ABD bunu değişik vesilelerle dile getiriyordu. Öcalan düşüncesi, toplum ve devlet tahayyülü, özgürlük tanımı, yaşam ve ilişkileri bakımından, kapitalist sistemin tam zıddı ve alternatif bir sistem öneriyordu. Sovyetler gibi büyük bir rakibin ve reel sosyalizmin tam anlamıyla çöktüğü bir zamanda, özgürlükçü-sosyalist düşüncenin bu kadar açıktan temsili ve savunulması kapitalist sistem açısından ciddi bir tehdit sayılıyordu.ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa 1990’lı yılların başından itibaren PKK’yle ilişkiler geliştirdiler. Birçok gazeteci, bürokrat ve diplomat aracılığıyla PKK’ye gönderilen mesajlarda bu devletler; “PKK ile ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz ancak bunun için Öcalan’ın reddedilmesi gerekir” diyordu.
Bu öneriyi yapanların gerekçesi ise, Almanya’nın 1990 yılında PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan hakkında çıkardığı yakalama ve tutuklama kararıydı.Tutuklama kararını veren Almanya Karlsruhe Federal Mahkemesi’ydi. Mahkeme 12 Ocak 1990 tarihinde 1 BSJ 195/88-3 BGS 9/90 sayılı kararı ile Kürt Halk Önderi Öcalan hakkında tutuklama kararı vermişti. Karar İnterpol’e bildirilmiş, İnterpol Genel Sekreterliği de bu kararı 1990 yılının Haziran ayında tüm ülkelere göndermişti.
ABD ve Avrupa devletleri sonraki yıllarda da bu kararı kullanacak ve “yargı kararlarına bir şey yapamayız. Hakkında yakalama ve tutuklama kararı olan bir liderle ilişki kuramayız ama onun dışındaki bir PKK yönetimi ile ilişkilenebilirz” diyorlardı. PKK tarafından tasfiye girişimi olarak adlandırılan ve “PKK’ye evet APO’ya hayır” şeklinde formüle edilen bu girişimler, daha sonraki yıllarda da sürdürülmüştür.
Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Suriye’den çıkarılarak Yunanistan-Rusya-İtalya-Kenya üzerinden Türkiye’ye teslim edilmesi olayını Kürt siyasetçiler “uluslararası komplo” adıyla tanımladılar.Merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS), Öcalan İmralı’ya hapsedildikten iki ay sonra, 1999 yılının Mart ayında bir rapor hazırladı. “Askeri Dengeler Raporu” adı ile kamuoyuna açıklanan bu rapora göre:
Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi sonrasında örgüt yönetiminde çatışma ve dağılma yaşanacak, PKK yönetimsiz kalacaktı. İkinci aşamada, yönetimsiz kalan Kürt halkının örgütlülüğü dağılacaktı. Son aşamada ise, son yirmi yılda oluşturulan yasal kurumlar, dernekler, vakıflar ve bürolar kapanacak; devletsiz ama örgütlü bir ulus olan Kürtlerin “sistem”i dağılacaktı. Bu aşamadan sonra, Kürt halkı PKK dışında yeni alternatif arayışına girecekti.
Türkiye Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in 16 Eylül 1998 tarihinde Hatay/Reyhanlı’da Suriye’ye tehditler savurduğu konuşması ile saldırının startı verilmişti. Türkiye Cumhurbaşkanı Demirel’in 1 Ekim 1998 günü Türkiye Meclisi’nin açılışında yaptığı konuşma, Atilla Ateş’in konuşmasının tekrarıydı. Demirel, söylenenlerin sadece ordunun değil, devletin ve hükümetin de görüşü olduğu mesajı vermişti.9 Ekim 1998 tarihinde başlayan ve Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Suriye’den çıkmasını sağlayan uluslararası güçler, Öcalan’ın Yunanistan ve İtalya’da siyasi sığınma başvurularını da engellediler. Öcalan 17 Ocak 1999 günü Roma’dan ayrılmak zorunda bırakılarak önce Rusya’ya, ardından Kenya’ya sürüldü.
Ortadoğu’dan ayrıldıktan sonra Öcalan, daha önce parlamento tarafından davet edildiği Yunanistan’a gitmenin uygun olacağını düşünüyordu. Ancak Öcalan Yunanistan’a ayak bastığı anda kuşatmaya alınarak bir an önce ülkeyi terk etmesi için baskı altına alındı. Öcalan’ın iltica başvurusu, Parlamento 2. Başkanı Ziguridis tarafından yırtılıp atıldı.Öcalan’ın Rusya ziyareti de, Duma’nın oybirliği kararı ile kabulüne rağmen, devletin yükseklerinde kabul görmedi. Bunun üzerine dönemin İtalya hükümeti ile görüşülerek Öcalan’ın İtalya’ya gelmesi için girişimler başlatıldı. İtalyan yetkililer böyle bir ziyaretin yaratacağı sorunların farkındaydılar.
Kürt halkının siyasal öncülüğünü tasfiye amacıyla gerçekleştirilen Uluslararası Komplo aradan geçen 17 yıl sonunda başarısızlığa uğratılmıştır. Çünkü ne “Öcalan’sız PKK” ne “tasfiye edilmiş PKK yönetimi” planı ne de “PKK yerine yeni alternatifler” yaratma düşüncesi başarılı olmuştur.
Eğer bir gün tarih bu komployu yazacaksa, “İngiltere, Almanya, Fransa, Yunanistan, Rusya ve Türkiye’nin, ABD koordinasyonunda, Kürt halkına karşı geliştirdiği tasfiye hareketi, Kürt halkının mücadelesiyle başarısızlığa uğratılmıştır” şeklinde özetlenecektir.
Durumun hassasiyetini, hükümete yaratacağı sorunları anlattıktan sonra, Öcalan’ın siyasi sığınma talebinin zor olduğunu, şayet gelirse gözetim altında tutulacağını Kürt muhataplarına bildirdiler. Öcalan ve arkadaşları bu durumu bilerek İtalya’ya gittiler.
Öcalan Roma’ya geldiğinde, Roma İstinaf Mahkemesi, Öcalan için, “gözetim altında tutma” kararı aldı. Bu karar, Almanya’nın 1990 yılında Öcalan hakkında verdiği tutuklama kararına dayandırılıyordu.
Öcalan’ın İtalya’ya gelişi Avrupa devletlerini tedirgin ediyordu. Türk devleti ile ikili ilişkilerin zarar görme ihtimali; Türkiyeli ve Kürt göçmenlerin Avrupa’da doğrudan taraf olacakları bir çatışma ve en önemlisi, ABD ve İngiltere’nin organize ettikleri bu krizin kendi ülkelerine taşınma olasılığıydı. Açık ki sorun İtalya’nın değil, tüm Avrupa’nındı.
Öcalan’ın durumunu incelemek için toplanan Avrupa Konseyi Temsilciler Komitesi bir karar alamadı. Bu görevini, teknik bir komite olan Avrupa Suç Sorunları Komitesi’ne (CDPC) devretti. Bu komite de, sorunun aciliyetine rağmen hiçbir karar alamadı.
27 Kasım 1998 günü Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ve İtalya Başbakanı Massimo D’Alema Bonn’da bir araya geldiler. Kürt sorunu ve Öcalan konusunda Avrupa’nın takınacağı tutum tartışıldı. İki saatlik görüşmeden sonra, Kürt sorununun barışçıl çözümü için, Avrupa’nın harekete geçeceği belirtilerek, iki ülke dışişleri bakanlarının, çalışmaları başlatmak üzere görevlendirildiği açıklandı.
Bu girişimden bir gün sonra 28 Kasım 1998 günü, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Sandy Berger, Öcalan’ın iç hukuk çerçevesinde yargılanmak üzere Türkiye’ye iadesini istedi ve İtalya’ya suçlamalarda bulundu.
Sandy Berger’ın suçlamalarına rağmen 29 Kasım 1998 günü, İtalya Dışişleri Bakanı Dini ve Almanya Dışişleri Bakanı Fischer, Roma’da bir araya geldiler. İki bakan, Kürt Sorunu’na Avrupa Çözüm İnisiyatifi çalışmalarına başladıklarını açıkladılar. Her iki bakan, Öcalan konusunda, uluslararası bir mahkeme kurulması konusunda görüş birliğine varıldığını açıkladı. İki ülke uzmanlarından oluşan komisyonların mahkemenin oluşturulması ve işleyişini incelemek üzere bir hafta içinde çalışmalara başlayacakları belirtildi.
Avrupa’da, Kürt sorununun siyasal çözümü yolunda bir arayış ve başlangıç yapılmak isteniyorken, ABD yetkilileri peş peşe açıklamalarla Öcalan’ın suçlu olduğunu, Türkiye’ye teslim edilerek orada yargılanması gerektiği belirtiyordu.
3 Aralık 1998 günü, AGİT Bakanlar Konseyi toplandı. Toplantı sonrasında bir açıklama yapan Almanya Dışişleri Bakanı Jocka Fischer, “İtalya ve Almanya Öcalan konusunda uluslararası bir mahkeme kuramazlar” dedi. Uluslararası mahkeme fikri ne olmuştu da birden bire imkansız hale gelmişti?
Bu hızlı gelişmeler ve keskin dönüşler Öcalan’ın Avrupa’da istenmediği anlamına geliyordu.
7 Aralık günü 1998 günü Fransız savcı Jean François Richard, sınırötesi bir “operasyon”la Öcalan’ın kaldığı evi bastı. Öcalan’ın kaldığı evi aradı ve Öcalan’ı sorgulamak istedi. Bu baskın sıradan ve olağan bir “hukuk işlemi” değil, bir siyasi icraattı. Bu baskınla Öcalan’a Fransa’nın kapalı olduğu mesajı verilmiş oluyordu. Öcalan, artan baskıları ve komplonun büyüklüğünü görüyor, bu nedenle Avrupa’da kalmakta ısrar ediyor, çeşitli kanallarla diyalog yolu arıyordu.
İtalya, Avrupa ülkelerinin bu uluslararası soruna katkı sunmalarını istiyordu. Bu amaçla İtalya Başbakanı D’Alema’nın İngiliz Danışmanı Philip Robins, 7 Aralık 1998 günü Londra’ya giderek Başbakan Tony Blair ile görüştü. Robins, Blair ve diğer İngiliz yetkililerinin kendisine, “Avrupa’nın Öcalan’ı kabul etmeyeceğini” kesin bir dille belirttiklerini söyledi.
İsviçre hükümeti 26 Aralık 1998 günü aracılar yoluyla Öcalan’a bir not ulaştırdı. Bu notta, Öcalan’dan İsviçre’ye gelmemesi isteniyordu. Oysa ne Öcalan’ın ne de Öcalan adına avukatların İsviçre hükümetinden herhangi bir talebi olmuştu. İsviçre kendince ve önceden “tedbir” almış oluyordu.
Öcalan’ın avukatları, Hollanda hükümetine resmi başvuru yaparak iltica talebinde bulundular. Bu başvuru 8 saat içinde yanıtlanarak reddedildi.
Durum gayet açıktı. ABD’nin baskısı altındaki Avrupa, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Avrupa’da kalmasını istemiyor; dolayısıyla Kürt sorununun siyasal yollarla çözümü şansı da ortadan kalkmış oluyordu.
Öcalan, Almanya Karlsruhe Federal Mahkemesi’nin verdiği kararla “bir terör örgütüne üye olmak ve cinayete suç ortaklığı yapmak” suçlarından aranıyordu. Öcalan Roma’ya geldiğinde, bu karara dayanılarak gözaltına alındı. İtalya hükümeti, uluslararası hukukun kendisine verdiği bir “sorumluluğu” yerine getiriyordu. Bu kararla birlikte İtalya’nın önünde sadece üç seçenek vardı:
Öcalan’ı kendisi yargılayacaktı,
Öcalan, tutuklama kararı veren Almanya’ya iade edilecekti,
Uluslararası bir mahkemede yargılama yapılacaktı.
Almanya, 17 Aralık 1998 tarihinde Öcalan hakkında 1990 yılında verilen tutuklama kararını kaldırdı. 20 Kasım 1998 günü ise Federal Almanya Hükümet Sözcüsü Uwe-Karsten Heye, düzenlediği basın toplantısıyla, tutuklama kararının kaldırıldığını duyuruyordu. 8 yıllık bir tutuklama kararının, herhangi bir mahkeme hükmüne dayandırılmadan, siyasi otorite tarafından kaldırılması tam bir skandaldı.
Almanya bu kararı niçin 8 yıl önce değil de neden 17 Aralık 1998’de kaldırdı? Bu karar hukuki bir karar idiyse, Almanya devleti, örgütün lideri hakkındaki tutuklama kararını kaldırdığına göre hala süren PKK yasağının anlamı neydi?
Öcalan, 17 Ocak 1999 (Cumartesi) günü Roma’dan ayrılmaya zorlandı. Bir gün sonra (Pazar günü) ise kendisi ile görüşmek üzere bir ABD’li heyet geldi. ABD Hırvatistan Büyükelçisi ile, Bosna-Hersek savaşında Dayton sürecini hazırlayan Graham Fuller, Öcalan’la görüş(e)mediler. Bu bir rastlantımıydı?
Bu süreci, hukuki yolla ve “Avrupa sisteminin mekanizmaları” içinde çözmek dururken, Öcalan’ın Avrupa dışına çıkarılarak kaçırılmasını sağlayanlar; çıkacak kaos ile hem Kürtleri ve mücadelelerini tasfiye edecek, hem de baskı altındaki Türkiye’yi kendilerine daha fazla muhtaç kılacaklardı. İradesiz ve örgütsüz bırakılmış Kürtlerle, tehdit altındaki bir Türkiye, “yeni ilişkiler” bakımından idealdi.
PKK 1999 yılında, silahlı mücadele yerine siyasal mücadele kararını ilan etti. PKK, Öcalan yakalanmadan önce ve silahlı mücadele yürütürken İngiltere’nin ‘terör örgütleri listesi’nde değildi. 2000 yılının sonlarında, İngiltere İçişleri Bakanı Jack Straw, yeni bir liste hazırlayarak parlamentoya sundu. PKK’nin de içinde yer aldığı liste parlamentoda kabul edildi ve Tony Blair hükümeti tarafından uygulamaya konuldu. Bu kararla İngiltere, sorununun barışçıl, siyasal çözümünü değil, Kenya’da başlayan ve İmralı’da sonlandığı düşünülen tasfiyenin gelişmesi için çaba sarfediyordu.
Merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün (IISS) 1999 yılının Mart ayında hazırladığı “Askeri Dengeler” raporunda sözünü ettiği, “Öcalan sonrasında PKK yönetimi arasında çatışma çıkacak ve örgüt bölünecek” tespiti, rapordan dört yıl sonra, 2003 yılındaki PKK kongresinde ciddi bir tasfiye girişimi ile harekete geçirildi. PKK’nin kuruluş felsefesi ve Öcalan düşüncesine karşı olan sağ- liberal eğilim, yönetimin yarısını ve kongreyi ele geçirdi. Kongrede bir dizi karar aldı. Öcalan’ın ve PKK’nin tasfiyesi anlamına gelen bu sağ-gerici girişim, hareket içindeki yurtsever-sosyalist eğilim tarafından tasfiye edildi.
Sonuçta, uluslararası bir komplo olduğu şüphe götürmeyen ve Kürt halkının siyasal öncülüğünü tasfiye amacıyla gerçekleştirilen bu büyük operasyon, aradan geçen 17 yıl sonunda başarısızlığa uğratılmıştır. Çünkü ne “Öcalan’sız PKK” ne “tasfiye edilmiş PKK yönetimi” planı ne de “PKK yerine yeni alternatifler” yaratma düşüncesi başarılı olmuştur.
Öcalan, PKK ve Kürt halkı 1998 yılından çok daha örgütlü, çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor. Eğer bir gün tarih bu komployu yazacaksa, “İngiltere, Almanya, Fransa, Yunanistan, Rusya ve Türkiye’nin, ABD koordinasyonunda, Kürt halkına karşı geliştirdikleri tasfiye hareketi, Kürt halkının mücadelesiyle başarısızlığa uğratılmıştır” şeklinde özetlenecektir.
