FERDA ÇETİN: Tutulmuş sözler kronolojisi

1970’lerin başı olmalı. Mevsim yaz, boğucu bir hava. Halfeti’nin Amara Köyü’nden genç bir adam, köyün camisinin gölgesine sığınmış, elindeki kuru sopa ile toprağı eşeleyen yaşlı adamla sohbet ediyor; „Nereye bu gidişat? Nasıl olacak bu Kürtlerin hali?“ Yaşlı adam sert, umutsuz ve huzursuz bir sesle elindeki kuru sopayı göstererek; „Bunu görüyor musun? Bu sopa yeşerirse Kürtler de yeniden dirilir.“ Bu kez genç adam öfke ile yanıtlar: „Evet, o kuru ağaç yeşerecek.“
Mazisi sisli, istikbali meçhul bir halde iken Kürdistan, bir avuç insan, „Ya ölüm boğacak şarkılarımızı, ya elimizden aldığınız dünyadan daha muhteşemini yaratacağız“ deyiverdi.
Tarih 30 Nisan 1981’dir. Kemal Pir, Diyarbakır Askeri Mahkemesi’nin 1981/365-874 esas ve karar nolu iddianamesine cevaben konuşuyor:
„…Benim için dünyayı tanımak ve bilmek yetmiyordu. Dünyayı değiştirmek gerekiyordu. Değiştirmek için de mücadele etmek... Ben de bu inançla ve özgür irademle bu mücadeleye katıldım.“
Seslerin anlamını yitirdiği, zalim ve despot bir sükutun hüküm sürdüğü bir ülkede bu aykırı sözler, başkaldırı çağrısı olarak, girişilecek şiddetli bir savaşın da habercisiydi. Dil sürçmesi veya bir anlık duygusallığın yansıması değil, kelle koltukta çekilmiş asil bir restti.
1981 yılında Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Mehmet Hayri Durmuş ve Kemal Pir savunmalarında, „Koşullar elverişli hale gelip imkân bulunduğunda PKK halk savaşını başlatacaktır“ diyorlardı.
Aynı mahkeme tutanaklarında Mehmet Hayri Durmuş: „… ülkemizde bir halk ordusunun oluşturulması gerektiğine inanıyor ve uzun süreli bir halk savaşının verilmesiyle ülkemizin kurtulabileceğine inanıyoruz“ diyordu. Kemal Pir ise aynı konuyu detaylandırmıştı: „Kürdistan’daki Devrim Ulusal Kurtuluş Devrimi olduğu için sömürgeci siyasal ve ekonomik yapıyı hedeflemektedir. Bunun için biz de uzun süreli bir halk savaşını hedef aldık“.
Duruşma hakiminin, „Bu halk savaşı nasıl olacak?“ sorusunu Kemal Pir kendinden emin bir keskinlikle yanıtlıyor:
„PKK henüz böyle bir örgütlenmeyi yapmamış, yapamamıştır. Ama on yıl sonra veya yirmi yıl sonra da olsa bunu yapacaktır.“
PKK Genel Sekreteri Öcalan ve arkadaşları, Diyarbakır Cezaevi’ndeki yüzlerce tutsağın ağır işkenceler ve ciddi bir idam tehdidi altında olduklarının farkındaydılar. Düşünüyorlardı ki bu idamları engelleyebilmenin yegane yolu büyük ve kesintisiz bir direniş geliştirmekti. Kürt Halk Önderi Öcalan, o günkü durumu ve 15 Ağustos eylemlerini şöyle anlatıyordu:
„Bir ulusun varlığı tümüyle tehdit altındaydı. 15 Ağustos atılımı bu yok olmanın önüne geçilmesi için binbir emekle hazırlanmış, başta o zindan direnişiyle, zindan şehitlerinin anılarına bağlılığın bir gereği olarak ve en başta da bir ulusun son nefesini vermemesi için atılması gereken bir adımdı. Ve onu da biz atmaktan çekinmedik, attık.“
Şimdi tarih 20 Mart 1983’tür. Güney Kürdistan’daki bir kampta Mahsum Korkmaz (Agît) konuşuyor:
„Cuntanın geri üs olarak kullandığımız alanlara yönelik olarak yeni engelleyici çabalarına karşı bir dizi önlem arasında en belirgin önemde olan iç yerleşme faaliyetinin hızlandırılmasıdır. Bunun için bir an önce mücadele sahasına geçmeliyiz.“
Özgürlük için yola çıkanların en büyük silahıdır söz. Söz, hakikati temsil ettiği oranda, diğer canlıların çıkardığı seslerden ayrılır. İnsanın temel faaliyeti olarak sözü lakırdıdan ayıran, çıktığı ağzın sahibine yüklediği mesuliyet olmalı. Bu açıdan „insan“ı da benzer ve ortak bir cins olarak ele almak doğru olmaz. İnsanı insan yapan, konuştuklarıyla yaptıklarının paralelliğidir. Söz, fikrin dışa vurmuş halidir. Fikri de zikri de bir değilse insanın, söylediklerinin bir anlamı kalmayacaktır.
3 Nisan 1983 tarihinde Mahsum Korkmaz arkadaşlarıyla yeni bir toplantıdadır. Diyarbakır cezaevinde kendini yakan ve ölüm orucunda kendilerini feda eden arkadaşlarını düşünmektedirler. 1981 yılında, Amed cezaevinden arkadaşlarına gönderilen mektubun sahibi Mazlum Doğan –ki Agît’in ilk öğretmenidir- artık yaşamamaktadır. Ama sözleri apaçık ortadadır:
„Biz içeride zorluklara ve işkencelere karşı direneceğiz. Ama siz acele etmemelisiniz, halkımızın özgürlüğü için iyi örgütlenmeli ve kendinizi iyi hazırlamalısınız.“
Agît, Mazlum Doğan’ın kaygılarını çok iyi bilmektedir. Ama içeride hala işkence ve ölüm arasında gün sayan arkadaşlarının aciliyetlerini de. Arkadaşlarına önerisini sunar:
„Cezaevindeki öldürme ve idamlara karşı misilleme amacıyla sınır yörelerinden uzak, ana yolların denetimini sağlayan karakollara imha eylemleri geliştirmek için hazırlıklar yapılmalı, hedefin büyüklüğüne göre bir veya iki grup hazırlanmalıdır.“
Gruplar hazırlandı. Biri bizzat Agît’in komuta ettiği ve daha sonra Eruh baskınını gerçekleştiren 14 Temmuz Propaganda Birliği’ydi. Eruh baskınıyla Hêzên Rizgariya Kurdistan (Kürdistan Kurtuluş Birliği)’ın kuruluş ilan edildi. Bugün Kürdistan’ın dört bir yanında mücadele eden gerilla ordusunun ilanı…
15 Ağustos 1984 tarihinde Eruh ve Şemdinli baskını ile uzun süreli halk savaşı başlamış oluyordu. Bu başlangıç bir tesadüf veya ani kararla yapılmamıştı. Devlete karşı silahlı mücadele kararı, PKK’nin 1982 yılında yapılan ikinci kongresinde alınmıştı.
Yani Kemal Pir ve Hayri Durmuş’un 1981’de, Diyarbakır’daki mahkemede sözünü ettikleri, „On yıl, yirmi yıl sonra da olsa, uzun süreli halk savaşının yürütülmesi için halk ordusu oluşturulacaktır“ sözünün gereği, arkadaşları tarafından üç yıl gibi kısa bir sürede yerine getirilmişti.
Söze değerini ve hükmünü veren insandır. Söz-insan ilişkisi, insan türünün de tek tip olmadığını gösterir. Birincisi sadece konuşan insandır. İkincisi ise konuştuğunun gereğini yerine getiren insan. Bu açıdan ağızdan çıkan her sese „söz“ demek doğru olmaz. Sözün evveli ve ahiri var. Tekamül etmiş söz yaydan çıkmış ok misali, artık sahibine ait olmaktan çıkmış, muhatapların da ortağı olduğu bir değer…
Hakikat ile söz arasında da kopmaz bir ilişki, mükemmel bir tamamlayıcılık var. Onun için sözde ifadesini bulan hakikat, tatlı hayat kurbanlarının ve küçük insanların müzmin can sıkıntısıdır. William Blake verdiği sözü unutanlar ve sözünden dönenler için bu can sıkıntısının derinleştirilmesi gerektiğine inanır; „Hakikati söyle, bırak yalancı, alçak ve hainler senden uzaklaşsınlar“ der.
