FİKRET GÜNEŞ: Dersim Generali

Haberleri —

Bundan tam yirmi sene önceydi, kader bu ya; biraz önce mola verdikleri yamacın tepesinde Erzincan’ı gözlemişti. Erzincan’ın dört bir yanında dumanlar yükseliyordu. Kadın ve çocukların feryatları yürekleri parçalıyordu.

Aksakallı Kartal yanındaki iki yardımcısına dinlenmeleri için bir işaret verdi. Yardımcılar, uygun bir yer konusunda biraz tartıştılar. İlerde ulu bir ağaç ve yanında bir çeşme vardı, oraya kadar sabretmesini Aksakallı’ya söylediler.
Ulu ağacın altında durdular. Epey yol almışlardı. Engin dağları, derin vadileri, gecenin karanlığı, asker baskınları gibi birçok engelleri aşıp gelmişlerdi. Aksakallı Kartal’ı üşütmemesi için kalın bir yorgana sarmışlardı. Yanındakiler Aksakallı’yı katırın sırtından aşağı indirdiler. Üzerindeki yorganı alıp çeşmenin yanıbaşına oturttular.
Aksakallı sıcaktan bunalmıştı. Susuzluktan dili kurumuş, dudakları çatlamıştı. Biraz dinlendikten sonra çeşmede elini yüzünü yıkadı. Doyasıya su içti, içtikçe de “Oh! Mübarek ne kadar da tatlıdır. İçmekle doyulmuyor ki!” dedi. Yerinden kalktı, üstündeki paltosunu çıkarttı. Hafif bir rüzgar esiyordu. Yüzünü Erzincan’a çevirdi. Erzincan’a varmış da durumdaydılar. Aşağı doğru inip köprüyü geçerlerse şehir içine gelmiş olurlardı. Aksakallı iki kolunu açarak uzun uzun Erzincan’ı süzdü. “Erzincan sana geliyorum. Bu cennet memleketi yakıp yıktılar, Kerbela’ya çevirdiler” diye mırıldandı. Yanındaki “Ne dedin, anlamadım” dediyse de cevap vermedi. Aksakallı çeşmenin yanıbaşında uzandı. Uzanır uzanmaz hemen uyudu. Yanındakiler üşütmesin diye üzerini yorganla örttüler.
Kısa bir zaman geçmişti ki Aksakallı, “Hayır, hayır, olamaz bu!” diye bağırarak fırladı uykusundan. Yanındakiler onu teselli etmeye çalıştılar. “Hayırdır inşallah. Mutlaka rüya görmüşsün” dediler.
“Evet bir rüya gördüm.”
 “Hayra yor!”
“Bunun hayrı şehri yok artık. Çıktık bir kere yola. İnşallah testi kırılmaz. Kırılan testide su durmaz!”
“Rüyan neydi?”
“Nasıl anlatsam? Anlatsam mı, anlatmasam mı bilmiyorum!”
“Anlat, anlat. Sen de rahat edersin, biz de. Hem sonra meraktan kurtulmuş oluruz” dediler.
“Bir kartal, bazen gözümde sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuk oluyor, etrafımda dolanıp duruyordu. ‘Gittiğin yol doğru yol değil’ diyordu. Ona ‘bu yol Erzincan’a gider, ben defalarca bu yoldan gidip geldim’ dedimse de bir türlü laf anlatamadım. ‘Hayır, yanlış yoldasın’ deyip duruyordu. Ona, ‘bindiğim katırın gözlerini bağlasam, katır bile beni oraya götürür’ dedim. Mavi gözlü çocuk bana ‘bu yol Erzincan’a gitmez, bu katır da seni oraya götürmez. Bu yol ve bu katır senin değil. Bu katıra binmeyecektin, bu yola çıkmayacaktın’ dedi ve kayboldu.”
“Çocuktur işte. Anlaşılan torunlarını özledin!” dedi yanıbaşında duran adam. Aksakallı’nın içinden bir pişmanlık geçti, ama bunu dışarıya vermedi. Sustu. Dalıp gitti. Yanındakiler uyardılar “Kalk gidelim, geç kaldık” dediler. Hemen toparlanıp aşağı doğru indiler. Fırat’ın üzerindeki köprüyü görüyorlardı. Köprünün iki başında askerler nöbet tutuyordu. Aksakallı, Erzincan valisine gelişini bildirmemişti. Bir an “Keşke bildirseydim, beni karşılardı. Bu tozda dumanda kimin kime ne yaptığı, ne oyun tezgahladığı belli değil!” diye içinden geçirdi. Erzincan valisi, Aksakallı’ya haber üzerine haber yollamıştı, ‘gel görüşelim’ diye. Vali, “Devlet sizinle oturup anlaşmak arzusundadır. Paşa hazretleri bu savaşı bitirmek istiyor!” demişti. Bu haberler üzerine Aksakallı, arkadaşlarıyla yaptığı uzun müzakereler sonucunda valiyle görüşmeye karar verdi ve bu vesileyle yola çıktı. Ama içine ansızın bir kurt düşmüştü.
Aksakallı ve yanındakiler köprüye vardıklarında askerler onları hemen durdurdular. “Kimsiniz, nereye gidiyorsunuz, kimliğiniz?” diye sordular.
Aksakallı kimliğini uzattı genç askere. Vali beyden davet aldıklarını, kendilerini mümkünse hükümet konağına götürmelerini söyledi.
Askerler hemen Aksakallı’nın başına toplandılar. Bir koşuşturma başladı. Belli bir süreden sonra gelen bir araca Aksakallı’yı ve yanındakileri bindirdiler. Askeri araç hükümet konağının önünde durdu. Aksakallı burayı iyi tanıyordu, birkaç kez buraya gelmişti, iyi karşılamışlardı. Arabada beklettiler. Herhalde vali bey gelecek diye düşündü. Etrafta valiyi aradı. Lakin görünürde askerlerden başka kimseye gözü ilişmedi.
Nihayet arabanın kapısını açtılar. Aksakallı’nın ellerine kelepçe takmaya çalıştıkları zaman itiraz etti; “Vali beye haber verin, görüşme...” dedi, fakat kimse onu dinlemiyordu. Aksakallı ve yanındaki iki kişiyi araçtan indirdikten sonra doğruca hükümet konağının bodrum katına indirdiler.
Aksakallı, vali beyin makamının ikinci katta olduğunu biliyordu. Bir zamanlar Erzincan’ın valisi olarak adlandırılmış ve o koltuğa da oturmuştu.
Bundan tam yirmi sene önceydi, kader bu ya; biraz önce mola verdikleri yamacın tepesinde Erzincan’ı gözlemişti. Erzincan’ın dört bir yanında dumanlar yükseliyordu. Kadın ve çocukların feryatları yürekleri parçalıyordu. Ermeniler Erzincan’a girmiş, hükümet konağını ele geçirmişti. İsmet İnönü, Elazığ-Kovancılar’a yakın bir köyde bizzat Aksakallı’yla görüşerek yardım dilemişti.
Aksakallı Dersim aşiret çocuklarıyla Erzincan’a yürümüş, sekiz gün savaşarak Erzincan’ı kurtarmıştı. O günü hatırladı. Hükümet konağına girdiklerinde bir kahraman gibi karşılanmışlardı. Vali makamına bizzat kendisi oturmuştu. Daha sonraki Erzincan’ı kurtarma törenlerinde Aksakallı hep Erzincan’ın kurtarıcısı diye takdim edilmişti.
Kazım Karabekir, vatana üstün hizmetlerinden dolayı, devlet adına kutlamak, takdir ve şükranlarını sunmak üzere Aksakallı’yı ziyaret etmişti. Karabekir, bizzat kendi elleriyle Aksakallı’ya üniforma giydirdikten sonra general rütbesini takmış, “Sen bundan sonra artık Dersim generalisin. Sana Halife Sultan Aziz Hazretleri’nin selamlarını getirdim!” demişti.
Aksakallı’yı hemen Elazığ’a götürdüler. Orada diğer dostlarıyla karşılaştı. Tam yetmiş iki kişiydiler. En küçükleri oğlu Reşik Hüseyin’di. Daha on sekiz yaşına basmamıştı. Hüseyin, Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen tarafından evleri bombalandığında yaralanmıştı. Bacağından hala topallıyordu. En yaşlısı 85 yaşındaydı, o da Erzincan’ın kurtuluşunda olağanüstü çaba sarf ettiği için istiklal madalyasıyla ödüllendirilmişti.
Yargılanma başladı; gecenin geç saatlerinde, hafta sonunda apar topar alınıp mahkeme denilen bir yere götürülüyorlardı. Kimin savcı, kimin hakim olduğu belli değildi. Tercüman yoktu. Neyle suçlandıklarını ve suçlarını, kimin için hangi ceza istendiğini bilmiyorlardı. Yalanların, iftiraların, sahte şahitlerin bini bir para olmuştu. Verilen sözler tutulmamıştı. Dökülen kanlardan, yakılan köylerden hiç söz edilmiyordu.
Bir “mahkeme” dönüşü bütün bu hileleri ve yolun sonunu gören Aksakallı yanındakine:
“İki dostumun bana söyledikleri aklımdan çıkmıyor!”
“Kim onlar?”
“Erzincan’ı kurtardıktan sonra tanıdığım yaralı Ermeni komutan Bagos bana ‘Rızo yanlış yaptın. Bugün bize yapılan yarın size yapılır. Biz bu devletin sabah kahvaltısıysak siz Kürtler de öğle yemeği olursunuz’ demişti.”
“Peki ikincisi kim?”
“Teslim olmadan önce Erzincan’ı seyrederken rüyama bir Kürt çocuğu girmişti.”
“O ne dedi?”
“Dedi ki; gittiğin yol, bindiğin katır senin değil!”
İkisi de sustular. Anlaşılan söylenenler çok doğruydu. Fakat ne yazık ki artık iş işten geçmişti. Testi kırılmış, su dökülmüştü. Devletin oyununa gelip, devletin katırına binmişti.
Sonbahar mevsiminin son günleriydi. Bütün doğa sararıp solmuştu. Bir ölüm sessizliği kaplamıştı her tarafı. Hava buz gibiydi. Ortalık kapkaranlıktı. Ay kara bulutların arkasına saklanmıştı. Ay ve yıldızlar anlaşılan bu zulme tanıklık yapmak istememişlerdi. Aya ve yıldızlara inat gecenin karanlığını yırtmak için buğday meydanının dört yanına arabaları yanaştırdılar. Arabaların farları ışığında Aksakallı’ya oğlunun asılmasını izlettirdiler. Halbuki O’na son isteğini sormuşlardı, O da “beni oğlumdan önce asın” demişti. Anlaşılan yalancılar bir daha sözünde durmamışlardı. İki kara suratlı koluna girmek istedi. Aksakallı onları yana itip, sert adımlarla sehpaya doğru yürürken, karanlığa bağırdı:
“Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim,
Bu bana dert oldu.
Fakat sizin önünüzde diz çökmedim,
Bu da size dert olsun!”

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.