FIRAT AYDINKAYA: Müslümanların DAİŞ ile imtihanı

Haberleri —

Dünyanın değişik yerlerindeki yüzden fazla İslam alimi, DAİŞ ile alakalı mektup yayımladı geçen gün. DAİŞ'in sosyolojisine seslenen alimler, özetle "örgütün kullandığı işkence ve şeytani eylemlerin İslami olmadığına" vurgu yaptı. Ne var ki örgütün, "Sıcak evinde oturan alimlerden cihat fetvası alınamaz" görüşünü hatırladığımızda, alimlerin açıklamalarının çok naif kaldığı ortada. Yanı sıra, "elinde tüfek olmadan ölen insanların günahkar öleceği" fetvasını dolaştıran bir örgütün İslamiliğinden şüphe etmenin örgüt hinterlandında pek bir karşılığının olmadığı da açık. Bu yüzden bu açıklamalar her ne kadar özünde örgütü İslam dışı göstermeye çalışsa da örgütün İslami teolojik yorumların içinden türediği, hem de Müslüman sosyolojisinin bir imalatı olduğu sonucunu değiştirmediğini görmek lazım.


DAİŞ'in iştirakçilerine bu dünyada "savaş ganimeti" dışında tek vaat ettiği şey, "şiddet banyosu eşliğinde ölüm". Örgüt bu nedenle katılımcılarına yalnızca sınırsızca öldürmeyi ve bunun karşılığında ölmeyi teklif ediyor. Zaten dünyayı asıl donduran şey, bu örgütün giriştiği zalimane işkence ve şiddet enstantaneleri. Kafa kesmelerden, Nazi bandrollü işkence ve saldırı tekniklerine kadar geniş şiddet portföyüne sahip örgütün, şiddet fetişizminden beslendiği aşikar. Örgütün hedefinde sivillerin ve azınlıkların olması, karakterini açık ediyor yeterince. Bilhassa da Kürtler var hedeflerinde. Peki ama, neden bu örgüt İslam devletini Riyad'ta, İstanbul'da, Tahran'da, Bağdat'da, Kahire'de değil de Kürdistan'da kurma peşinde? Bunun herhalde spesifik bir anlamı olmalı. Bu sorunun cevabı, DAİŞ'in neden Ortadoğu'nun JİTEM'i olduğu gerçeğiyle doğrudan bağlantılı.  


***


DAİŞ'in ideologlarının öteden beri İslam adına hareket ettiklerini iddia edip söylem ve pratiklerini bu çerçevede mobilize ettikleri bir vakıa. O yüzden bu saatten sonra esas tartışılması gereken, örgütsel faşizm kipinde hareket eden sofistike bir örgütün nasıl olup da hem İslami metinlerin hem de Müslüman sosyolojisinin içinden kendini var edebildiği sorusudur.
Mamafih tarihsel İslami metin yorumlarının bu tür örgütlere cevaz verdiği inkar edilemez. Esasında İslam adına kimi ekollerin "şiddet" ile neredeyse teolojik bir bağlantı kurması, modern dönemlere has yeni bir durum. Max Weber'in terminolojisiyle konuşursak eğer, şiddetin İslam'ın içine sistem kurucu bir özne olarak girmesini sağlayan kişinin hem usul rasyonalizmi hem de tüzel rasyonalizm bağlamında İbn-i Teymiyye olduğu açık. Urfalı bir Kürt olan İbn-i Teymiyye'nin Moğol saldırıları vesilesiyle meşru müdafaa koşullarındaki şiddeti, fıkıh usulü içinde müstakil bir özne haline getirdiği yeterince biliniyor bugün. Her ne kadar Mardin fetvasının özü "İslam yurdunu Moğol saldırılarına karşı savunmak" olsa da fetvanın esas üzerinde durulması gereken bir başka yan anlamı, şiddetin bizzat Müslümanlara da teşmil edilebileceğine dair yıkıcı kısmı. Teymiyye'nin DAİŞ ideologlarına ilham verici şekilde namaz kılıp oruç tutan Tatarların dahi kabile ve aşiret kanunları ile idare edilmeyi kabul ettikleri için ölümü hak ettiklerine işaret etmesi epey manidar.


Sömürgeciliğin İslam dünyasına girmesiyle, bu fetvanın politik bir kodla yeniden tedavüle sokulduğu malum. Burada kritik öneme sahip kişinin, DAİŞ tarzı örgütlerin ideologu olan Abdullah Azzam olduğu tartışmasız. Azzam'ın cihat teorisi, İbn-i Teymiyye ve Seyyid Kutup'un çok ötesinde "kuralsız-kutsal şiddet" performansıyla bu örgütlerin dini-politik manifestosu. Kelam ve felsefeden bihaber bir usulcü olarak Azzam, cihat kavramının içini tekamülcü biyolojik darwinizmi andıran biçimde tamamen "savaş" olgusuyla doldurmasıyla dikkat çekici. Azzam cihadizmi, "Bir bardak taşmadıkça dolmuş sayılmaz" metaforuyla açık edip, intihar saldırılarını neredeyse imanın birinci şartı haline getirmesiyle mahir. Tevbe Suresi'ni intihar eylemleri düzenleyen komandolar için bağlamından koparıp bir el broşürü haline getirmesi ise hem akla hem İslam'a ziyan bir iş.   


Ezcümle Azzam'ın dini ve siyasi söylemlerinin anti-emperyalizm bahsinde enteresan şekilde sol bir jargonu andırması dikkat çekici. Toplama fikirleriyle "cihat teorisi" tuhaf bir şekilde "sürekli devrim" tınısına sahip.  Örgütlenme modelinin ise Leninist bir kulvarı imlediği ortada. Şiddete yüklediği anlam bakımından ise, "Yumurta kırılmadan omlet olmaz" diyen sıkı Maoistleri getirir akla. Ne var ki yine de Azzam'ın ideolojik lansmanı sol örgütler lokasyonu değil, tam tersine "cihatsız, savaşsız, kansız, sakatsız müslümanlığın olmayacağı" teziyle, örgütsel faşizmin alfabesini ortaya serdiği izahtan vareste.


***


Beri yandan örgütün militan popülasyonuna baktığımızda şaşırtıcı bir tablo çıkar karşımıza. Örgüt sanıldığı gibi zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlardan, yani lümpen proletaryadan müteşekkil değil. Bu manada köprü altı çocukları hiç değil. Aksine bu örgüt, kaybedecek şeyleri olanların örgütü olarak sonuna kadar bir orta sınıf popülasyonuna sahip. Zaten kendilerinin cihadın işi gücü olmayanların, amiyane tabirle bir baltaya sap olamayanların seçtiği bir meslek olmadığına dair yorumları da olan biteni açık ediyor yeterince. Elitizme meyilli bir örgüt, bir başka ifadeyle. Bu yönüyle statü vitesini arttırmak isteyen daha yüksek statü peşindeki orta sınıfın hayallerini okşadığı açık. Nitekim öldürülmeden evvel Azzam, üniversitede bir akademisyen; Bağdadi doktora yapan bir imam; örgüte katılan el-Kürdiler ise ağırlıkla şehirleşmiş esnaf ehli. Orta sınıf mensuplarına kaybedecek şeylerini telafi bağlamında egolarını tatmin edebileceği bir "emirlik" sunması ve sınırsız şiddet vaat etmesi, işin doğası gereği. Statü peşindeki orta sınıfa Kürdistan'ı, Ortadoğu'yu ve İslam'ı bir mülk olarak sunması, saflarını sıklaştıran önemli bir etken.


Tam da orta sınıf karakteriyle kontrast biçimde küçük burjuva radikalizmi sergilemelerine ise şaşırmamak gerek. Kurşuna dizmelerden kelle uçurmalara, işkence seanslarından rehinelerin boğazlanmasına şiddet, bilgisayar monitörlerinden cihat cephelerine taşınmakta. Kuralsız, nedensiz, hedefsiz bir şiddet metafiziği ile bu halin, amacın da aracın da "şiddet mefhumu"nda birleştiği bir vandalizme kapı araladığı tartışmasız. Velhasıl tipik lümpen küçük burjuva radikalizmi biçiminde, yok etme dürtüsü ile iç içe geçmiş hedonist bir yıkıcılıkları var ortada.


Örgütün modernite ile de paradoksal bir ilişkisi söz konusu. Moderniteyi her kötülüğün başı olarak resmetmesi, yeni muhafazakarlığın bildik ezberi. Fakat buna rağmen modernliğin araçsal rasyonelliğine sonuna kadar batmaları ilgi çekici. Moderniteye kinleri dinsel yorumlarını sekterleştirirken, moderniteye itirazlarını modern silahlardan çıkan roketlerle ifade etmeleri tamamen yeni bir durum. Örgütlenme mantığı da tamamen modern. Sosyal medyaya iliştirilmiş ağlarıyla bilhassa da görsellikle kendini kitlelere sunması dikkate değer. Klasik faşizmin radyoya yüklediği anlamın aynısını sosyal medyaya yüklemesi bir hayli anlamlı. Sosyal medyaya yükledikleri her işkence görüntüsünün halka sunulmuş şirket arzı gibi örgüte militan olarak geri dönmesi, üzerinde durulması gereken bir hal.


***


Velhasıl Azzam, Türkiye siyasetiyle de ilgili. "Kayıp Minare" isimli kitabında Erbakan ve milli görüşü İslami uyanışı sağladığı, NATO ve Amerika karşıtı olduğu gerekçesiyle övmesi dikkat çekici. Halihazırda iktidar partisinin elinde bulunan ve son zamanlarda bu tür örgütlerin insan ambarı biçiminde çalışan İstanbul'da bir belediyenin bir caddesinin adını Abdullah Azzam Caddesi olarak değiştirmesi herhalde sıradan bir jest olmasa gerek.


Kürtler açısından olaya baktığımızda ise sorun daha bir çetrefil. Zira bu tür örgütlerin Kürdistan'ı "militan tarlası" olarak yağmaladıkları, örgüte katılan yüzlerce kişiden belli. Örgüt içindeki Kürdistanlıların oranını düşündüğümüzde, ortadaki durum neredeyse vahamet sınırında. Hizbullah'tan sonra Kürt İslamının ikinci defa, şiddeti dine dahil gören bir dinsel yoruma insan kaynağı olması çok şaşırtıcı. Kürt İslamının şiddete teşne bir sosyoloji üzerinden günümüzde kendini halen var etmeye çalışmasının üzerinde ciddi olarak düşünmek lazım. Nakşibendiliğin-Halidiliğin şiddet olgusunu siyasi İslam'ın bir türevi haline getirmesi, Kürt İslamına şiddete meyyal bir karakter kazandırmış belli ki.


Hülasa, İslam ile şiddet ilişkisi her daim tartışmalı bir konu. Fakat yüz elli yıllık İslamcılık tarihinde ilk defa bir hareketin şiddet olgusuna "mehdi" fonksiyonunu yüklemesi, hem İslam hem de insanlık adına kaygı verici. Alimlerden çok sıradan müslümanların buna ses çıkarması çok daha önemli. İslam peygamberinin Cezime kabilesi olayında, sivillere ve esirlere yönelen keyfi şiddete karşı Halid b. Velid'e duyduğu sert tepkiyi hatırlamanın tam vakti.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.