Furiosa: Erkeğin eğitilebilme imkanı

Kültür/Sanat Haberleri —

Mad Max / Foto:AFP

Mad Max / Foto:AFP

  • Furiosa: Bir Mad Max Destanı, George Miller’ın yepyeni bir distopik evren yaratma gayesinin güçlü bir adımı. Furiosa, bütün bu kaosun içinden yükselen etkileyici bir kadın ikonu olarak, hikayesine en baştan başlıyor.

BİLGE AKSU

Eski Yunan’da komediden evvel trajedinin temsiline dair en sık rastlanan argüman, dönemin sınıflı yapısı ve sahnedeki temsilin de buna uygun şekillenmesi oluyor. Buna göre başta Platon ya da Aristo gibi düşünürlerin ahkam kestiği böyle bir ortamda, kurgunun neleri dikkate alarak ortaya konacağı sıkı kurallara bağlıydı. Dolayısıyla sıradan insanın gündelik telaşı ve anlatmaya değmeyecek komik halleri öne çıkarılmıyordu. Trajedi kültürün kodlarına iyice yerleştikten sonra, komediye dönüp bakma ihtiyacı doğmuştu.

Fakat günümüzün yaygın furyası distopya kültürü, buna dair bakışımızı biraz değiştiriyor. Trajedilerde olup biten, yalnızca soyluların soyluca dertlerini izlemek ve onlara ah vah etmekten ibaret değildi. Başına türlü olayların geldiği ve sayısız çorapların örüldüğü bu ulvi varlıklar, yaşadıkları dayanılmaz acıları seyirciye doğrudan aksettirerek, onlara neleri yapıp yapmamaları gerektiğine dair ipuçları sunuyordu. Çekilen tarifsiz çileler, önünde sonunda perdenin açılıp kapanmasıyla sınırlanan bir temsil dünyasından ibaretti ve seyirci koltuğundan kalktığı anda hepsi son buluyordu.

Distopyaları neden bu kadar seviyoruz?

Distopyaların bir furya haline geldiği son yıllarda, ana faktörün iklimden doğurganlığa, virüslerden politik referanslara kadar uzandığı sayısız kurgu izledik. Bunların tamamı, büyük ölçüde trajedi kapsamına girebilecek işlerdi. Distopyaları neden bu kadar sevdiğimizi, bu hissiyatın gündelik yaşantımızda bize sağladığı rahatlama hissiyle ilişkilendirmek pek de uçuk bir çıkarım değil bana göre. Kumların ve fırtınaların evreni tahakküm altına aldığı, zombilerin ya da çeşitli yaratıkların etrafta kol gezdiği, güç dengesini lehine çevirebilmiş psikopatların hüküm sürdüğü bu kurgular, koltuğundan kalkıp AVM kapısından çıkan seyirciye, her şeyin “hâlâ” yolunda olduğu mesajını veriyordu.

 

 

Mad Max evreni

Bu furyanın içerisinde, benzer anlatı yapısını sürdürse de farklı pencerelere yol almak isteyen yapımlar da oldu. Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Furiosa’nın dahil olduğu Mad Max evreni, 2015’te bunu yapmaya aday olanlardan biriydi. İlk bakışta, 80’leri etkisi altına alan ilk üçlemede tipik bir kahramanın yolculuğu teması taşıyan bu evren, Goerge Miller’ın Mel Gibson’la girdiği bir işbirliğiyle ortaya çıkmıştı. Eski bir polis olan Max, eşinin öldürülmesi sonrası bir intikam yolculuğuna çıkıyor ve büyük bir yok oluşa sürüklenen dünyada ortaya çıkan çeşitli güç odaklarının karşısına çıkıyordu. Hikayenin temel çatışmalarından biri, doğal dengenin alt üst olmasına rağmen sürdürülmesi gereken makineye bağımlı yaşamı korumaktı. Bu yüzden bu yeni dünyada su ve verimli toprak kadar ihtiyaç duyulan nesne, benzindi.

2015’te Tom Hardy ile yeniden karşımıza çıkan Mad Max: Fury Road, Miller’ın kendi evrenine 30 küsur yıl sonra attığı bir çentikti. Temel çatışma ve evrenin fiziksel durumu aynıyken, bu yeni filmde ortaya yeni bir kahraman çıkıyordu: seneler evvel ailesinden koparılmış, becerikli ve tehlikeli bir savaşçı kadın, Furiosa… Filmin adında geçen Max, yalnızca filmin giriş sekansında izleyiciye perspektifi aktaran bir kadrajda, bir tepeden uzaklara bakan görüntüsü ve akabinde Furiosa’dan medet umduğu sahnelerle akılda kalacaktı. Miller’ın muzip bir tercihi midir bilinmez ama bu filmden üç yıl evvel, 2012’deki The Dark Knight Rises’ta film boyu taktığı bir maskeye benzeyen ağızlığıyla Tom Hardy, sinema tarihinde çok da rastlanmayan bir şeyi yaparak, başrolde girdiği hikayeden yan rolde çıkıyordu. Mad Max: Fury Road’un asıl kahramanı, herkesin kabul ettiği üzere, Charlize Theron’un hayat verdiği Furiosa ve beraberindeki kadınlardı.

Aksiyonu bir yardımcı unsur olmaktan çıkarıp hikayenin kendisi haline getiren ve bunu meşhur kamyonun önündeki müzisyenin çaldığı parçalara göre hızlandırıp yavaşlatan yaratıcı bir hikayeydi Fury Road. Büyük felaketten seneler sonra, insanlığın kölelikten dahi beter hale geldiği, suya ve gıdaya erişiminin neredeyse hiç kalmadığı bir evrende, görebileceğimiz en etkileyici kötü karakterlerden birini de bize armağan ediyordu. Ölümsüz Joe, tıpkı Max gibi yüzünden hiç çıkmayan maskesiyle bu evreni ele geçirmiş, beraberindeki konseyin yardımıyla herkesi ve her şeyi yönetiyordu. ‘Kurtarılmış’ bazı kadınlar damızlık olarak saklanıyor, erkek çocuklar Joe’nun emellerine uygun olarak, korkunç birer savaşçıya dönüşüyordu. Arka planda işleyen dini referansla bu askerler, gerektiği zaman canlarını feda ederek, Joe’nun vaat ettiği cennete, Valhalla’ya gitmeyi dört gözle bekliyordu. Furiosa işte böyle erkeksi bir ortamda, Joe’nun en güvendiği karakterlerden biri olarak karşımıza çıkıyor ve böylesi bir tuhaflığın nasıl meydana geldiğini düşündürüyordu.

Kıpkırmızı şeftali belki de ilk yasak meyve

Miller’ın 9 yıl sonra vizyona soktuğu Furiosa: Bir Mad Max Destanı, işte bu tuhaflığın nedenine ilişkin cevaplar vermek üzere karşımıza çıktı. İlk filmde hiç görmesek de hep inandığımız o kurtarılmış cennet, o yeşil vadi bu filmin ilk dakikalarında karşımızdaydı. Ve henüz bir çocuk olan Furiosa, bu cennetin kıyılarında gündelik yaşantısını sürdürüyordu. Altyazı’da Aslı Ildır’ın da sözünü ettiği gibi, filmin giriş sekansında gördüğümüz kıpkırmızı şeftali belki de ilk yasak meyve metaforuydu gerçekten. Onu kopardığı anda fark ettiğimiz düşmanlar asla bulmamaları gereken bir yeri bulmuşlardı ve sonun başlangıcına adımımızı atmıştık. Fakat elbette bu Furiosa’nın bir meyveyi koparıp yemesinden ileri gelmiyordu. Olacaklar, olacaktı, hepsi bu.

Seyirci olarak en büyük merakımız, en tabii haliyle Furiosa’nın o kişiye nasıl dönüştüğüydü. Film bunu beş parçadan oluşan bir anlatı yapısıyla bizlere sunuyordu. İlk bölümde, başlangıç durumu ve gündelik yaşantıdan bir kesit. Yemyeşil bir vaha, canlılığın ve hayat belirtisinin her ayrıntısında hissedildiği bir ortamdaki Furiosa. Öylesine özgüvenli ve bilinçli ki, gelen korkunç düşman çetesinin motorlarına sabotaj planı yapabiliyor. Fakat elbette işler ters gitmeli. Bu küçük kız yakalanıyor ve sağ kalan motorlardan birinde, bilinmez bir diyara kaçırılıyor. Sonrası, geri dönüş ya da hayatta kalma çabası.

Furiosa’yı takip eden annesi, onu kaçıran çetenin kampına kadar gelse de başarılı olamayıp öldürülünce, karakterimizin ömürlük motivasyonu sağlanmış oluyor. Artık tek amacı, bu çeteyi yöneten Dementus’u yok etmek. Fakat bu bir olgunlaşma hikayesi. Sabırlı ve kararlı olmak zorunda. O da öyle yapıyor, birkaç sene boyu, bu çetenin içinde görünmezleşerek hayatta kalıyor.

Az diyalog, sonsuz aksiyon

Fury Road’a göre filmin farklı olduğu yönler, kimileri için zayıflık olarak görülmüş. Fury Road’daki az diyalog ve sonsuz aksiyon, onu benzerlerinden ayrı yere taşıyordu bu doğru. Fakat bana göre Furiosa’da bu evreni tam haliyle tanıyor ve anlamlandırıyoruz. En basitinden, bu bir gereklilik olmasa dahi, ilk filmde benzine ve kurşuna nasıl ulaşıldığı belirsizdi. Bu filmde bunların nasıl elde edildiği, yepyeni güç ilişkileri ekseninde ele alınıyor. Benzin kasabası ya da mermi fabrikası, bu evrende tek ve hükümsüz bir Joe’nun bulunmadığına ilişkin veriler sunuyor. Sizi bilmem ama ben distopik yahut fantastik bir evrende dahi, gerçekçi dünya verilerinin olmasına meftun biriyim. Ve bu filmin güç ve çıkar ilişkilerini böyle bir yerden görmesi, oldukça tamamlayıcı.

Furiosa’nın ilk filmde dönüştüğü feminist ikon, hem zamanın ruhu gereği ortaya çıkması beklenen bir öğeydi hem de kendiliğinden gelişen bir sapmaydı. Bunu seneler evvelki söyleşilerinde yönetmen Miller’dan ya da Charlize Theron’dan duymuştuk. Asıl amaç böyle bir alt metni parlatmak ve buna dayalı bir anlatı kurmak değilken, hem hikayenin uygun oluşu hem de ekibin katkısıyla Furiosa, bir başkaldırı destanına dönüşmüştü. Joe’nun kaçan eşlerinin arkalarında bıraktıkları duvar yazıları birer slogan haline geliyor, Max’ten bariz şekilde daha becerikli bir Furiosa’yı tanıyorduk. Hatta Max, başlangıçtaki erkekçe nihilist tavrından uzaklaşıp, Furiosa ve çetesiyle birlikte idealist bir zemine kayarak gerçek bir ‘yardımcı’ rolüne dahi bürünüyordu. Filmin sonunda Yeşil Vadi’nin artık yok olduğunu duyan Furiosa umutsuzluğa kapılmış ve biyonik kolunu fırlatıp atmışken Max, yalnızca arka planda destekleyici bir pozisyon içinde, filmin esas kişisine umut aşılayarak Joe’nun saltanatını bitirmeleri gerektiğini fısıldıyordu. Malum, bu pozisyon geleneksel aksiyon filmlerinde tersinden görülür. Güçlü savaşçı erkek, sembolik ölümünün akabinde hikayede ‘anlamsızca’ bulunan bir kadın tarafından ‘gaza getirilir’ ve yeniden aksiyona sokulur. Fury Road, bunu tersine çevirmesiyle dikkat çekiyordu.