Gerilla güzel güler, gülüşü intikam olur

Hakiki savaşçıların sessiz olduğu söylenir! İki kadın gerilla, iki yürek yoldaşı: Şükran Kaçar-Hevi ve Türkan Yüksel-Nûdem; sessizliğin hünerli perileri mutlak sessizliğin, Hamuş’un ortasında yıldızlara doğru yükseldiler. Nirvana’nın ötesindeki sessizlik diyarındadır dünyada bulunmayan mutlak özgürlük. Oradalar şimdi, her kadının gülüşünde, her çocuğun umudunda, direnenlerin andında ve tüm insanlığın kalbinde…
Kayıp ülkenin kayıp bir çocuğu gibi sessizliğe bürünürken anlıyorum ki acı öğreticidir ama kin daha çok devrimcidir. Düşmanı olan insan kinsiz yaşayamaz. İntikam renginde batıyor akşam güneşi, doğarken size benziyor.
“Gazeteye yaz, televizyona anlat” dediler ama o kadar bağlandığı Gazi Şehidi Annesini bir kez olsun anlatmadı, anlatamadı. Acıydı, öfkeydi, özlemdi, bir derin sessizlikti onunkisi, belki de büyüsü bozulmasın diyeydi… Bu yüzden ben de onu yazmak istemedim, uzun süre düşündüm, büyü bozulmasın diye; şimdi de öylece yazıp geçmeyeceğim zaten. Çünkü sadece yazmak, anlatmak değil yaşatmak gerektiğini de en çok ondan öğrendik.
O sussa da gözleri ve gülüşü anlatıyor ve diyor ki: Şair söylemeden çok önceydi. Annem demişti ki, gülünce güneş açtırıyor gözlerin! Bahara varmadan, zaman korkakça bir saldırı anında ölüm yağdırıyor Kato’ya; zaman üşüyor, zaman titriyor, zaman üstüme, arsızca üstüme geliyor. Üstüme yağsın yağmur, dolu, kar, kurşun, lav ne varsa zamanın eteğinde, ordu ordu yağsın isterse; bir tek kulaklarım açık olsun ki gülüşünü duyayım. Gülüşün ısıtır anne.
Ağlamak değil gururlanmak gerekir
Biliyorum sen çabuk üşürdün ama gözlerin yine sıcak bakardı. Yoğun çalışmalar arasında yaşla dolduğu olur, yorgunluk değil yoğunluğun belirtisi olurdu. Ne açlık, ne soğuk, ne ölüm, ne teslimiyet, ne ihanet bir kez olsun kıramadı gözlerinde ışıldayan umudu. O an geldiğinde Hevi yoldaşla beraber duruşunuz Beritancaydı! Ağlamak değil gururlanmak gerekir ama üzüntümüzü gizleyemiyoruz.
Nicedir bıraktım ağlamayı. Bıraktım seninle kavga ettiğim anlara hayıflanmayı. Diyorduk ya, kavgasız geçen ömrün meyveleri dalında çürür. Her kavgadan sonra gülüşün yetti hayırlı insan olmama. Ölsem de gam yemem dediğim gülüşün daha bir insan kıldı beni.
Çünkü sen tüm direnişlerin bayrağında yazan özgürlük andıydın. Zalimlere meydan okuyan çağdaş Hürrem’din, tüm Hürremi’lerin kızıl anasıydın. İstanbul’da ezilenlerin onurunu, Antalya’da Likyalıların direnişini, Ege’de Efelerin yiğitliğini canlandırandın. “Zeybek yiğit oyunudur, erkek oyunu değil” diyerekten meydanlara atılandın. Karadeniz’in yağmur yürekli çocuğu Kazım Koyuncu en çok sende yaşardı, şarkıların notaya gelmeyen hüzünlü ezgisiydin sen. Ankara’nın yüzüne vurulmuş Zülfikar’dın, mazlumların ahıydın. Amed’in yoksul düğünlerinde halay başıydın, kekoların ablasıydın. Van’da kır çiçeklerini açtıran bahar güneşiydin, baldaki öz, peynirdeki siyabo’ydun. Ayak izlerin Hewler’de, Maxmur’da. Jin sen, jiyan sen, azadi sen. Hepimizin can Nûdem’i, Heval Karasu’nun dediği gibi Pir’imizdin sen. Kadınların yürüyüşünde, çocukların gülüşünde, kelebek tutar gibi narince tuttuğun sincabın elinde ceviz yiyişinde; İncirde, aşurede, nar tanelerinde; kayalardan sekerken, patikalarda yürürken, şelalelerden geçerken, özgürlük derslerini anlatırken, siyasi parti meclisinde, toplumsal alanda, halkın içinde, ovada, dağda, gerillada…
Sevgi ve saygıyla örülüyken, kavgasına bile şimdi daha fazla anlam verilmez mi yoldaşlığının? Neden bu kadar çok ruhuna tutunduk? Neden bu kadar çok gülüşüne sarıldık? Ve neden şimdi herkesten çok sen olmak istiyoruz? Belli değil mi?
Konuşurken sen, gülerken sen…
Şimdi senin gibi kavga vermeyi, senin gibi davranmayı, senin gibi yaşamayı öğreneceğim. Eziklik, suçluluk, borçluluk ne denilirse denilsin ben yoldaşlık diyeceğim bunun adına. Üzüntüm erken gidişine… Üzüntüde bile sen olacağım. Yoldaşlıkta, kavgada, ilkede sen olacağım, konuşurken sen, gülerken sen…
Şimdi acaba ne desem anneme? Şimdi adımız dünyanın tüm dağlarında, tüm sokaklarında yankılanır. Kayıp ülkemize yol olur. Ama şimdi nasıl anlatsam öyle sessizce ve gülerek efsane olduğumuzu?
Anneme ne desem tüm ülke ağlar.
Ağlamayın
Ülkeyi gül bahçesine çevirecek Güneşi getirmeye gidin!
Bir sözümüz de uygarlıkları çökmekte olan uygar katillere:
Malatya yolunda 180 km hızla giderken nasıl olduysa takla atan arabanın sürücüsü Nûdem’di ve o araçtaki herkes sağ çıkmıştı. Savaş uçaklarınızın saldırısında gönderdiğiniz roketin tam üzerine geldiğini saliseler içinde gördüğü halde sadece küçük yaralarla atlatan yine o asi Nûdem’di. Bu kez de Hevi yoldaşla birlikte karalı-havalı saldırılarınıza ve soğuk bir dünyaya karşı sonuna dek direnerek yoldaşlarına adanmış bir Nûdem Nurhak var karşınızda. Kahramanlık nutuklarınızın beyhude olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bir de yetiştirdiği binlerce öğrencisi ve ardından özlemleri için yanan yüz binlerce yeminlisi var, varın gerisini siz düşünün…
Ey saraylı soytarılar! Saçının her teline destan yazıp sonra da öldüren bir centilmendir; bir yalandır; yalanlarınızla birlikte yıkılıp gidecek bir tiksintidir uygarlığınız. Aynı uygarlıkta yaşamıyoruz çok şükür. Bizim uygarlığımız sokaktadır. Bizim uygarlığımız Gazi’de Gezi’dedir; Kobanê’de Sur’dadır, Nusaybin’de Cizre’dedir…
Annem dedi ki:
Benim uygarlığım sensin kızım!
…
Hevi yoldaş Nûdem yoldaşla aynı yürekte bir can olmuştu gencecik ömrüyle. Sonuna dek direndi, sonsuza dek yaşayacak, hep genç kalacak. “Ay heval! Bizi yalnız bırakmayın!” diyen Ézidi kız çocuğu Berivan’ın umududur gülüşünüz! Faraşin gülüşünüzü korusun…
Amara Harun yoldaşın “güzel gülüşlü yoldaş anısına” yazdığı şiir:
“Habur bu gece sakin,
Ay’ı örtmüş üstüne,
Derinden uyumakta.
Yeşilden kırmızıya dönmekte olan,
…bir şeftali ağacı,
Habur’a bakmakta,
O deli çayı hiç böyle görmemiş,
…elbet şaşırmakta.
Şen kahkahalar geceyi deliyor
…birden
Habur coşuyor yine,
Bir beyaz köpük.
Aydan kadınlar inmiş,
Şeftali ağacı kıpkırmızı.
Çoğalıyor köpükler,
Her yer köpük,
Öyle ki aşıyor Heftanin’i,
Kentler boğuluyor köpükte,
Her yer Ay.
Her yer Kadın.
Kahkahalar yükseliyor kentlerden,
Şeftali ağacı gülümsüyor,
…sadece gülümsüyor.
Her yer kahkaha”
