Güçlükonak katliamı: alışma, alıştırma!

Haberleri —

Devlet aygıtlarının üstlendikleri suçlar için "unutmayacağız, unutturmayacağız" sloganı, hiçbir zaman sadece slogan olmadı. Zira unutmak, hesap sormamak; unutturulmasına müsade etmek de, duyarsızlaşmanın seyircisi niteliği taşırdı. Bu da, katliamcılar kadar olmasa da, suçlu kılardı zihinleri ve de vicdanları.
Peki insanlık, bu itiraz kadar, 'alışmamak' için de hakkıyla, veyahut sağlam bir bilinçle davrandı mı? Katliam devletini, tarihini, sürecini, suç aletlerini hatırlamaktan ziyade, bunları olağanlaştırmanın yeni sorun olduğu aşikar. Bu olağanlaşma evresinin ise, alışmakla sağlandığı... Unutmak kadar, alışmak da duyarsızlığın ve öylesi bir insanlığın doğumu için yeterliydi. Örneğin Türk devleti, işlediği katliamlarda bu duyguyu yakalamıştı! Mütemadiyen katlediyor ve böylece alıştırıyordu! Artık bu topraklardaki devlet katliamları, cinayetleri, "sıradışı" değil; "yine, bir kez daha" vurguları önplana çıkarılarak görülüyordu.
Türk medyası da, devletin döktüğü kanların temizleyicisi görevini her dönem, her cinayette layıkıyla yerine getiriyordu. Aşağıda, yıldönümü vesilesiyle Güçlükonak katliamını ve katliamın "alışılmaması gereken" aşamalarıyla, Türk medyasının ilkesizliğini işleyeceğiz...

***
Roboski'de katledilen 34 kişiyle aynı sınıfa ve ulusa ait insanlar, Kürt köylüler, bundan tam 16 yıl önce, tarihler 15 Ocak 1996'yı gösterirken, Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde katledilmişti. 11 köylü, bir minibüs içerisinde devlet güçlerince önce kurşunlanmış, ardından yakılmışlardı. Haliyle devletin suç aletleri PKK'lilerin elinde de olabilecek araçlardı ve bu katliamı PKK'ye maletmek için önemliydi. Önemliydi fakat tatmin edici değildi! PKK'nin katliamdan kısa zaman önce ilan ettiği tek taraflı eylemsizlik kararını hedef almak ve "sözde ateşkes" vurgusunda bulunabilmek için de, zamanlama uygundu. Bu 'malzemeler' eşliğinde, Türk Genelkurmay Başkanlığı, katliamın PKK tarafından gerçekleştirildiğini uydurmuştu bile!
Katliam bölgesine giden heyetler, katili tanımıştı!

Sivil toplum örgütleri, aydınlar ve sanatçılar ise katliam bölgesine giderek incelemelerde bulunmuş; Güçlükonak'ta 11 köylüyü PKK'nin değil, devlet güçlerinin öldürdüğünü anladıklarını, kamuoyuna da anlatmışlardı. Katliama uğrayanların yakınları da Genelkurmaylık'la değil, inceleme yapan sivil heyetlerle hemfikirdi. Zaten daha sonraları da, yargıya başvurarak hiçbir sonuç alınmayacak davalar açmışlardı.


Katili işaret edenlere işkence
Katliama tanıklık eden ve bölgeye giden sivil heyetlere gerçekleri anlatan iki köylü de, heyetin bölgeden ayrılmasının ardından gözaltına alındı. Köylüler, gözaltında "gerçeğin bedelini" ödediler; işkence gördüler. Devamındaki süreçte, gerek birinci derecede katliamdaki rolü nedeniyle Genelkurmaylık'a gerekse de köylülere işkence uygulayanlara suç duyurusunda bulunuldu ve "katliamın sinirleri bozulmuş bir kaç askerin yapamayacağı kadar büyük organizasyon gerektirdiği ve bölgede görev yapan bütün askerlerin komplonun parçası olarak emir komuta zinciri içinde hareket ettiği" denildi, fakat bu da sonuçsuz kaldı.

Katili görenlere dava

Katliamı düzenleyenler apaçık ortadayken ve onlara yönelik hukuki girişimlerin tamamı sonuçsuz kalırken, katliamın gizlenmesine izin vermemek adına girişimlerde bulunanlar ise, yargılanmaya başlanmıştı!
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, orduya hakaret edildiği iddiasıyla dava talebinde bulundu ve İHD İstanbul Şubesi Eski Başkanı Ercan Kanar, Petrol-İş Sendikası Eski Genel Başkanı Minür Ceylan ile Şanar Yurdatapan, “ordunun manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif” suçlamasıyla yargılandı ve 10'ar ay hapis cezasına mahkûm edildiler.

AİHM'den Türk devletine mahkumiyet

Türk yargısı katledenleri korurken, katliamın peşine düşenleri cezalandırırken; katledilenlerin yakınları için de uluslararası mahkemelerin yolu görünmüştü. AİHM'e yapılan başvuru sonucunda görülen davada, Türk devleti "etkili soruşturma yürütmediği" gerekçesiyle mahkum oldu, bu kez. 

İtiraflar

PKK'ye yüklenmek istenilen katliamın devlet tarafından işlendiğini gösteren pek çok delil vardı ancak devlet kanadından itirafler ise, yıllar sonra gelmişti.
Şırnak'ta görev yapan Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tozlu, Güçlükonak'ta 11 köylünün katledilmesinde, dönemin Akçay Piyade Tugay Komutanı Albay Selahattin Uğurlu'nun bilgisi-emrinde ve Muhabere Arama Kurtarma (MAK) timlerinin gözetiminde gerçekleştiğini itiraf etti.
Eski Devlet Bakanı Adnan Ekmen de yine yıllar sonra sessizliğini bozmuştu: "Bu olayı PKK yaptı deniliyor. PKK'nin bunu yapması için herhangi bir gerekçesi yok. Bunlar koruculuk yapmış ama vazgeçmiştir. O olayda ölenlerin çoğu korucuydu ve öldürülenlerin çoğu koruculuktan uzaklaşmaya çalışıyordu. Genelkurmay basını toplantıya götürdü, 'bunu PKK yaptı' dedi. Hayır, bunu JİTEM yaptı ve bu ortaya çıktı."
JİTEM demişken, şu notu da düşmüş olalım; katliama karışan itirafçı ve koruculardan Hacı Öztunç, katliamla ilgili "fazla ve ele verir şekilde konuştuğu" için yine JİTEM tarafından öldürüldü. Ceseti,  Silopi'de Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldü.

Devlet unutturmak istemiyor ama...

Esasında Türk devleti de, katliamını gerçekleştirdikten sonra unutulmasını istemiyor. Çünkü onun için katliamlar aynı zamanda ve aslında en çok, 'mesaj' niteliği taşıyor. Yalnız, bunların birer 'kara hatıra' olarak kalmasını, zihinlerde yer etmesini; insanların haklı mücadelelerinde hatırlayıp, geri adım atmasına yol açmasını diliyor. Haliyle, bu dileği bir türlü tutmuyor ve Kürtler, her katliamdan sonra etraflıca sarılıyor mücadeleye; birliğini de kuvvetlendirerek.
Roboski katliamında, ölenlerine sahip çıkanlar da, devletin "unutma ama sadece aklında kalsın" fikrine ters davrandıkları için, baskıya uğradılar. Katliamda 3 kuzenini kaybeden Faruk Encü ile Serbest Encü, Nihat Encü, Nezir Encü, Ferset Encü ile Ferdi Alma, katliamda devletin rolüne dikkat çektiklerinden gözaltına alındı. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Güçlükonak'taki katliamda da, yine yakınlarına sahip çıkanlar ve gerçeğin haberini verenler, "PKK değil devlet yaptı" diyenler, gözaltındaydı. İşkence görmüşlerdi. Suç duyurusunda bulunup, sonuçsuz bırakılmışlardı.

Türk medyası; bildiğiniz gibi!

Türk medyası, saatler sonra "görmez olaydı" denilen türden sayfalarında, ekranlarında gördüğü Roboski katliamını, neredeyse 'rutin trafik kazaları' kadar önemsemişti. Oysa, katliamın yaşandığından kısa zaman sonra muhabirleri bölgedeydi, cesetler önlerindeydi. Belki 34 köylüyü öldüren F-16 uçak değil de kalaşnikof tüfek olsaydı -ki sanki kalaşnikofun üretimini PKK yapıyor- Türk medyasınca "PKK köylüleri katletti" başlıkları dakikasında atılacaktı. Lakin, PKK henüz uçak kullanmadığı için, sessiz kalmak ve sahiplerin beyanlarını beklemek, en iyisiydi. İşte haftalar öncesindeki ilkesizliği, yıllar önce de Güçlükonak'ta uygulamıştı Türk medyası. Yıllar sonra birinci ağızlardan itiraflar gelse de, 'o gün' katliamı PKK'nin gerçekleştirdiğinden dem vuran medyanın, itiraflarla utandığı söylenemez. Zira, niyetleri zaten gazetecilik değildi.
17 Ocak 1996'daki nüshasında Milliyet gazetesinin katliamla ilgili 'haber'inin spotu, şöyleydi: "Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinden Taşkonak köyüne giden minibüsü durduran bir grup terörist, sürücüyü kurşuna dizdikten sonra, aracı benzin dökerek yaktı. PKK'li teröristler uzun namlulu silahlar ve roketle minibüse saldırdı." Gazete, yalanından sonra çarpıtmaya soyunarak, devletin asıl dikkat çekmek istediğini de, yazmaya başlıyor: "CBS televizyonunda 'Ankara'ya hergün barış çağrısı yapıyorum' diyen, sonra da MED TV'de 'Ateşkes süreci için yeni hükümeti bekliyoruz' diye konuşan Apo'nun bu açıklamalarının hemen ardından katliam oldu. Öcalan'ın seçimlerden önce tek taraflı olarak ilan ettiği 'sözde ateşkes' yine 'fos' çıktı." Türk medyasının aynı tarihli pek çok gazetesi de, aynı 'haberciliği' yaptığından, bu aktarma yeterli görülebilir.

Tek fark ve ehemmiyeti

Bu yazı, Roboski ve Güçlükonak katliamlarının benzerliklerini yansıtma amacı taşımasa da, katleden aynı aygıt olduğundan benzerlikler de az değil tabii. Ancak, benzerlikler bir yana, var olan bir fark ise, daha çok şey anlamamızı sağlıyor. '96'da ve pek çok katliamda suçu PKK'ye yüklemeye çalışan devlet, artık bunun da ötesine geçmiş durumda. Roboski katliamının, Güçlükonak katliamından ayrılan bu önemli farkı, AKP Hükümeti'nin Kürtleri topyekün tanımadığını ve Kürtlerin sınırsız şiddeti, caniliği hak ettiğini gösteriyor. Güçlükonak'ta suçu yine Kürtlerin evlatlarına yıkmanın derdine düşen devlet tarafından, artık başkalarına yıkılmaya müsait türden değil, bizatihi kendisinin gerçekleştirdiğinin anlaşılacağı araçlarla Kürtler katlediliyor. Böylece Mesaj giderek daha netlik kazanıyor ve AKP Kürtleri apaçık savaşa davet ediyor. "Sağ gösterip sol vurmaya ihtiyacımız yok" diye düşünüyor Erdoğan. Evet, Kürtleri savaşa davet ediyor!


ALİ BARIŞ KURT


paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.