Gülistan ve Sekvan Üstün’e...

Geçtiğimiz hafta 17 Ekim’de saat 15.00 sularında Şırnak ile Cizre arasında, Cudi Dağı eteklerinde, bir kömür ocağında göçük yaşandığı bilgisi haber merkezlerine düştü... Haberin ayrıntısında göçük altında işçilerin bulunduğu yer alıyordu. Kısa bir süre sonra da, 7 işçinin bu iş cinayetinde hayatını kaybettiği bildirildi. İş cinayetlerinde sicili hayli kanlı olan Türkiye’de bir kömür ocağında göçük yaşanmış olması da, büyük bir çoğunluk için ne yazık ki “sıradan” bir haberdi... Ve ne yazık ki, ateş düştüğü yeri yakıyordu!
Çarşamba sabahı Gebze Hapishanesi’ndeki arkadaş görüşçülerimizden sevgili Gül’ün gönderdiği mesajla Şırnak’taki maden cinayetiyle ilgili bir başka ayrıntıyı daha öğrendim. Gül Facebook’tan alınmış bir fotoğraf göndermişti. Bir yanda 12 Aralık 2015-2 Mart 2016 tarihleri arasında Cizre’de ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde, mahsur kaldığı bodrumda yakılarak katledilen genç mapusdaşım, Gebze Hapishanesi’nin Eylem’i Gülistan Üstün. Diğer yanda 17 Ekim’de göçükte hayatını kaybeten abisi Sekvan Üstün... Sekvan’ın vasiyeti varmış, öldüğünde mezarının kardeşi Gülistan’ın yanında olmasını istemiş. Sekvan’a ve beraberindeki işçilere mezar olan göçükten çıkarıldıktan sonra, Gülistan’ın yanında toprağa verilmiş.
30 Kasım 1990’da greve çıkan ve 4 Ocak 1991 tarihinde Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçen büyük madenci yürüyüş ve direnişinde öğrenmiştim; madencilerin her sabah işe giderken aileleriyle helalleştiklerini... Bir ömür düşünün ki, her sabah sevdiklerinden ayrılırken, bir daha geri dönemeyeceği ihtimaliyle, hergün sevdikleriyle vedalaşarak ayrılsın evden. Böyle bir hayatın insan yaşamını nasıl etkileyeceğini tasavvur etmeye çalışın. Giden için de, yolculayan için de ağır, travmatik bir durum değil de nedir ki bu?! Direniş ve Ankara yürüyüşü boyunca madencilerin, madenci eşlerinin anlattığı yaşama dair deneyimlerini kah şaşkınlıkla, kah kızgınlık ve öfkeyle dinlemiştim o zamanlar. Bu nedenle Sekvan gibi gencecik bir insanın vasiyetini duyunca şaşırmadım.
Gül’ün notu üzerine hemen internet haberlerini taradım. Cihan Ölmez’in imzasıyla çıkan haberi gördüğümde durdum... Sevgili Cihan’ın haberini okurken bir film şeridi gibi Cizre bodrumlarını, Gülistan’ı, kızkardeşi Ruken’i, Üstün ailesinin yaşadıklarını, düşündüm.
Cizre’de o bodrumlarda devlet kadın-çocuk, genç-yaşlı demeden insanlarımızı yaktığı süreçte, Üstün ailesi haftalar boyunca Gülistan dönecek ya da iyi olduğu haberini gönderecek diye umutla bekledi. Bitmek bilmeyen bu sıkıntılı bekleyiş, birgün “Gülistan’da o bodrumda yanmış” haberiyle son bulduğunda, aile ikinci defa yıkıldı. Sonrası malum... Devletin adli tıp merkezleri önünde ailelere yaşattığı zulmü yaşadılar. Kızlarını bulup, kendi toprağında doğanın koynuna koyduktan sonra acılarını sağaltmaya çalışıyorlardı. Yaşadıkları acılar sağalmadan, henüz yaraları kabuk bağlamamışken, maden cinayetinde Sekvan’ı yitirdiler. Sekvan evliymiş. İki çocuğu varmış. Mesleği kepçe operatörü imiş...
İnsan böyle zamanlarda kendini sokağa atmak ve avazının çıktığı kadar “yeter” diye bağırmak istiyor. Ayrıca biliyorum ki, Üstün ailesinin yaşadığı bu acı, Ağustos 2015’den itibaren devletin Kürt halkına yaşattığı zulmün sadece küçük bir parçası...
Yazımı yazmak için oturmadan önce, sevgili Gül’ün gönderdiği notun peşine düştüm. Facebook sayfalarından birinde Sekvan için yazılan not dikkatimi çekti. Arkadaşı Uğur Kaydı’nın Sekvan ve gidenlerin ardından yazdığı veda notu, sadece Şırnak madenindeki cinayeti değil, bütün iş cinayetlerinin ardındaki gerçeği özetliyor:
„Korkmuyor musunuz’ diye sormuştum Şırnak’ta bir madenci abime. ‘Korkup da ne yapacan’ demişti. ‘Korkuyla yaşanmaz ki!’ Kocaman harflerle ‘ÖNCE GÜVENLİK’ yazıyordu önünde konuştuğumuz duvarın üzerinde. Önce düşük maliyet. Önce yüksek kar. Önce maksimum kapasite. Önce karanlık. Önce sessizlik. Önce duman. Önce ölüm. Şimdi kriz masalarında kifayetsiz bir telaş. Mekanınız cennet olsun.”
