Güney Kürdistan ve umut kırma! - Medet SERHAD

Dünya insanlık tarihinin erkek-iktidar-devleti gelişim aşamasında tüm mitolojik öykülerde işlenen ideolojik, politik argümanların kadını anlamsal ve yapısal tarihsel birikim geçmişinden koparma üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle de hedef konulan kadının yeniden özgür, iradesinin gelişme umudunu kırmaya yöneliktir. Egemen iktidar anlayışı burada kadının toplumsal inşa rolü yok sayar. Kadın erkeğin eki konumuna getirilerek, kadının erkeksiz irade olamayacağı, kendi adına toplumsal mücadele veremeyeceğini, her türlü kutsallık mitleri ile kadının umudu kırılmaya çalışılır. 5 bin yıllık egemen devlet sistemi kadın emeği üzerinden edinilen sömürge ideolojik deneyimi ve tecrübesi daha sonra tüm toplumsallığa dayatılmış oldu. Köleliğin gelişimi ve günümüze kadar sömürgeleştirilen halklar, sınıflar ve en son doğanın sömürgeleşmesi zincir halkalarının eklenmeleri gibi eklenerek günümüze kadar geldi. Paranı birikimi gibi iktidar olgusu da kendini biriktirdi. Sömürgeci sistem her şeyden önce sömürgenin umudunu kırmayı politikasının ana eksenine oturtur. Bu politikanın teorik altyapısını oluşturur. Teori, sömürgenin ‘hiçliği’ üzerine kurulur veya parçalanmışlığı, olmazlığı hep sömürgene hatırlatılır. Tarihi bellek yok sayılıyor. Egemen tarihi doğru olarak işlenir, toplumsal kültür, değerleri aşağılanır. Egemenin kültürü yüceltilerek hayatın her alanında işlenerek inşa süreklileşir.
Örneğin, Kürdistanı işgal eden sömürgenler Kürtlere “siz birlik olmazsınız, kendinizi yönetemezsiniz” sözünü her söylemde dile getirir. Bunu söylerken tarihten alıntılar yaparak, örnekler verirler. Bu alıntı ve söylemlerini Şerefxanê Bitlisê’nin "Şerefname" kitabında Hz. Muhammed’e atfen “Bir Kürt ziyaretçinin savaşçı ve korkunç bakışlarından dolayı huzuru kaçan peygamber; Her şeye kadir olan Allah’tan, Kürtleri birleşemeyecek biçimde lanetlenmesini istemişti. Çünkü Peygamber birleştikleri takdirde Kürtler’in dünyayı yenmelerinden korkuyordu” diyor. Şerefxanê Bitlisê Şerefname’yi 1596’da yazmıştır. Hz Muhamed ise MS. 609 yılında mücadelesine başlıyor. Yani yaklaşık bin yıllık tarihi bir zaman farkı vardır. Bu söylem 15’yy’daki, Osmanlı ve Sefavi ideolojilerinin Kürdistan üzerindeki egemenlik ideolojilerinin teorik arka planı olarak gelişiyor. Bu söylem ve iddiaların hiçirine Arap tarihi belge ve kaynaklarında yoktur. Bu tamamen Osmanlı egemen sisteminin Kürdistan üzerindeki egemenlik sistemlerini kalıcı hale getirmek ve Kürtler arası birliğin sağlanmasının önüne geçmek için uydurulmuştur.
Özcesi işgalci sömürgeci güçler toplumsal birlik dokusunu dağıtmak için her türlü yalan ve dolana başvuruyorlar. Kürt toplumu üzerinde bugünde devam eden yalan ve saptırmaların arka planında bu gerçeklik yatıyor. Kürtler üzerindeki yürütülen kirli argümanlardan birisi de “Kürtlerde ihanet bitmez!” söylemidir. İhanetin sanki Kürtlere özgü veya kaderiymiş gibi sürekli işlenerek, Kürtlerde iradi kırılmayı ve egemenin hizmetçisi kul kölesi olmasına zemin sağlar. Oysaki, ihanet bilimsel ve sosyolojik olarak ne Kürtlere nede bir başka halk ve topluluğa özgü olmamıştır ve olamazda.
İhanet, devlet ve iktidar olgusunun gelişmesi ile çatallaşan toplumsal gelişmelerde tarihin ana akışını iki nehir şeklinde olmuştur. Bu nehirler iki koldan akmıştır ve akmaya devam etmektedir. Birincisi ahlaki ve politik toplumdur. Kültürel tarih de diyebileceğimiz bu nehirin ikincisi İktidar eksenli, ev hırsızı olan kapitalist toplum nehridir. Toplumsallığa ihanet de iktidar nehrinin temel özeliğidir. Çünkü varlık ideolojisi ihanete, toplumsal değerlerin gaspı üzerine gelişir. Devlet iktidar olgusunun geliştirildiği, insanların özden uzaklaştırıldığı hemen her toplum ya da coğrafyada bu gerçeklik her halkın bağrında az çok bu gerçekliğe rastlamak mümkündür. Bu konuyu Kürtler üzerinden ölçüye vurmak elbette doğru olmaz. Ancak her halde bir tarihsel ihanet karnesi çıkarılsa en az Kürtlerde ve Kürdistan’da çıkacağı görülecektir. Kürtler toplumsal yapısı doğal topluma daha yakın ve iktidara uzak bir konumları vardır. Bundan dolayı da Kürtlerde Osmanlı’da olduğu gibi iktidar için çocuklarını boğan kimseyi göremezsiniz. Konuya örnek olması açısından, Temmuz 2016’da Türkiye’de yapılan darbede tiyatrosunda en benim diyen Türkçülerin insanları ne denli DAİŞ tarzı boğazladığını ve nedenli kirli bir siyaset izlendiği görülüyor. Bu kirli argümanları asla bir Kürt toplumsallığında göremezsiniz. Ya da Araplardaki ruhi ve coğrafik parçalanma, Afrika’daki parçalanma kadar Kürtlerde o denli bir parçalanma göremezsiniz. Kürtlerde bu olgu yok mudur? Kuşkusuz vardır. Ama olması bile egemen işgalci güçlerin ‘böl parçala yönet’ politikalarının bir parçası olarak geliştirilmiştir. İdda edildiği gibi ne Kürtlere ne de hiç bir başka halka özgü değildir. Sorunun gelişimi tarihsel, toplumsal akışdaki iki nehrin karşılıklı savaşımında iktidar koltuğuna bulaşanların doğası gereği geliştirdikleri politikanın bir sonucu olarak toplumsallığı ihanete sürüklemeleridir.
Uzun uzadıya neden mi tüm bunları ifade ettik? Şunun için yazdık. Son süreçte Güney Kürdistan’da yaşananlar adeta Kürdistan’daki sömürgeci işgalcileri doğrular niteliktedir. Sanki bu kardeşlerimizin tek işleri, güçleri Kürt halkının birlik umutlarını, kendini yönetme iradesini umudunu kırmakmış gibi bir çalışma içerisindedirler. TC’nin eski genel Kurmay başkanı İlker Başbuğ, "Biz askeri olarak onları yok edemeyiz, ama başarma umutlarını kırmalıyız” diyordu. Kürdistan Halkları Önderi Öcalan, "umut zaferden daha değerlidir” dedi. Umut, tolumu geleceğe taşır. Yarının sevincini taşır. Topluma inşa çalışmalarının örgütlenme azmini verir. Ancak Güney Kürdistan örgütlerinin yaklaşık yüz yıllık mücadele tarihlerinin her adımı kan, can ve büyük emekler verilmiş. Özgürlük umudu için Kürt halkı için hiç bir fedakarlıktan kaçınamamıştır. Her köy ve yerleşim yeri en az 3-4 kez yakılmış yıkılmıştır. Son 2 yüz yıllık tarihte süreklileşen sürgünler, HALEEPÇE, DERSİM, AGİRÎ gibi toplu katliamlar ile Kürt toplumumun umudu kırılmaya ve teslim edilmeye yöneliktir. Süreklileşen işgal ve katliamlarlar Enfal’de olduğu gibi geride kalan çocuk ve kadınlar Arap çölleri ve dünyanın başka alanlarında satıldılar ve halen de akibetleri belli değildir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi 1961’den başlayan “brakujî” bataklığı bir şekli ile günümüze kadar halen devam ediyor. 1991’de Güney halkının mücadelesi ve serhıldanı fiili bir özgürlük sahası yarattı. Bu yaratım 2003 yılından sonra Anayasal bir statü ulaştı. Ancak var olan parti ve örgütler bir türlü bu yüz yıllık mücadeleye eşdeğer bir idari ve politik sistem kuramadı, halkın umudu olan özgür yaşama, kendini yönetme iradesini bütünlüklü yapısal kurumlara dönüştürmediler. 2019 tarihindeyiz ve fiilen Güney Kürdistan 29 yıldır Baas rejiminden arındırılmış durumdadır. Ama ortak bir Kürt yönetimi yok. 2018’de parlamento seçimleri oldu ve hükümet kurulamadı. Peki sebep nedir? PDK ve YNK toplantılarında proje, plan, inşa vb üzerinden anlaşamadıklarını söylemiyor ve toplantıları da toplumsal inşa projeleri üzerinden olmuyor. Toplantıları kim kaç koltuk, kim nereyi yönetecek üzerinedir. Ancak bu halk bunca yıllık savaş ve mücadelesini birilerinin koltuğu için vermedi. Verdiği bedel ve geliştirdiği mücadele bir halkın kurtuluş savaşı idi. Bunda da önemli oranda başarılı da oldu, şimdi 29 yıldır yaptığı devrimin yeşermesini bekliyor. Güney Kürdistan statüsü üzerinden tartışma konusu olan iki hükümet biçimindeki YNK eğilimi, 2003 öncesi döneme dönmek Süleymaniye eksenli kendi idaresini oluşturmak şeklinde gelişiyor. KDP içerisindeki eğilim ise YNK’yi zayıflatarak Goran’la hükümet kurmak ve gelecekte yalnız başına Güneye hüküm etme şeklinde öne çıkıyor. Görülen o ki, her iki eğilim ya da akım 1961’deki bölünme çizgilerinden başlayan; devrim öncülüğünü toprak ağalarına bırakan ve günümüzde de politik öncülüğü parti merkezinde ‘ağalaşan’ ‘umut kırma’ çizgilerinde ısrarcıdırlar. Ulusal değerlerin bütünlüğünü esas alanmayan, parça ya da bölge politikalarına ısrar geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kürt ve Kürdistan toplumuna kaybettireceği açıktır. Öte yadan açıktır ki, bu çizgide ısrarcı olmak bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde Kürdistan sömürgecilerinin politikalarına alet olmak olcaktır. Ve bin yıllık Kürt halkının özgürlük umutlarını bir kez daha yok etmek olacaktır.
Ancak unutulan ya da bu kardeşlerimizin göremedikleri Kürt toplumu 1961’deki ağalar adına savaşanlar değildir, ağalık dokusu paramparça oldu. Kürt toplumu umudu yeşertecek alternatif çizgiler yaratmış ve kimseye mahkum değiller. Zihinsel olarak da “politik ağalar” adına ‘birakujî’yi kimse bu halka yaptıramaz. Sosyolojik olarak Kürtler duygu ve düşüncede birlik olup suni sınırları aşarak, parça siyasetini geçtiler. Bunu Halepçe’de, Şengal’de Kobanê ve Efrîn’de tek yürek olarak birleştiler. Cihan Kürdü dokusu okumayanlar umut kırma politikalarına alet olmaya devam ederlerse bu halkın tarihinde olan ve gerçek olan özgür yaşamda ısrarın tokadını da indirmiş olacaktır.
