Hafızamda iz bırakan Kürt kadın simalar

Haberleri —

Bugün insanlık ve kadın düşmanı İslamcı terör örgütü IŞİD’in yenilgiye uğratılmasından ve etkisizleştirilmesinden söz ediliyorsa, bu, büyük ölçüde kadın özgürlük savaşçıları sayesindedir. Çünkü bu örgütün çirkin yüzünü en çok hissedenler onlardır. Bu konuda Kobanê direnişi bir dönemeçtir. Bunun içindir ki, “Kuşatmayı Yaran Kürt Kadını” çalışmamızda bu başarının birçok kadın kahramanına yer vermiştim.

Mehmet BAYRAK

Elli yıla yakın yazarlık hayatımda bugüne kadar 40’a yakın kitaba imza attım ki bunlardan üçü Kürt kadınları üzerineydi: 2002’de “Geçmişten Günümüze Kürt Kadını”, 2007’de “Osmanlı’da Kürt Kadını/ Jinên Kurd Di Serdema Osmanî De” ve 2015’de “Kuşatmayı Yaran Kürt Kadını”.

Bunlardan önce, 1988-89 yıllarında çıkardığımız, dönemin ilk Kürt kimlikle dergilerinden olan Özgür Gelecek’te, şair dostum Cemşid Mar’ın, o zamanlar şehid olan bir kadın gerilla üstüne yaktığı ağıtlama şiire yer vermiştim ve hakkımda açılan 30 dolayında davanın biri de bu şiirle ilgiliydi. “Badem Çiçeği” adlı şiir şöyle:

“Yedi kardeşin bir bacısı/ al bayrak gibi yanıp savrulmuş saçların/ bedenin kavrulmuş/ daha süt vermeden/ kan akmış memelerinden

karşıda maratu dağı/ tepesinde kar/ bakma serin göründüğüne/ göğünür yanar/ yüreği/ benim burnumun direği/ anamın süt damarı sızlar

kundaktaki kuzusunu saklar gibi/ savutun kucağında/ öyle serilmişsin yere/ her yanın yara/ her yanın bere/ bin vermiş bire/ gelincik bahçesi gibi bağrın/ kız senin acın/ kız senin ağrın/ uğrun uğrun/ ağlattı beni

kekliğin sesine kandın/ susuz pınarlara indin/ tepelerde alev alev/ niye böyle erken yandın/ daha vardı newroz’a/ kayaları yastık/ toprağı döşek eyledin/ şiirler okudun cigerxwin’den/ şivan’dan türküler söyledin/ yemek pişirdin dostlara/ diktin söküklerini/ yırtıklarını yamadın/ dağ taş demedin/ kara kış demedin/ dolaştın dağları boylu boyunca

düştüğünü duyunca/ botan bulandı/ ağrıdı ararat/ cudi sancıdı/ sol yanım incidi/ dağların dişi aslanı/ sormaya gerek yok aslını/ sen ki benim ikizimsin/ aynı kutsal ananın/ memesinden süt emmişiz/ bu topraklarda açmışız gözlerimizi/ bu topraklarda yummuşuz/ uyu benim nazlı bacım/ koyu kara gözlü bacım/ badem çiçeğim

yanmış kavrulmuş bedinini/ demirci’nin üç renkli önlüğüyle saracağız/ sulayıp özgürlüğün fidanını/ zincirini kıracağız despot dehak’ın...” (Mart- Nisan/ 1989).

   

Buğday tarlası arasında kaybolmuş bir genç kız...

Ağıtla eleştirmek

Konuya ilişkin ilk kitabım yayımlandığında, Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. Maddesi uyarınca dava konusu edilmiş ancak 2003 yılı ortalarında bu maddede değişiklik yapılması üzerine dava düşmüştü. Geçmişten günümüze Kürt kadınını bilimsel temelde işleyen bu çalışmada, bir kadın gerilla resminden ve 19. yüzyıl ortalarında İçtoroslar bölgesinde Osmanlı ordusunun yaptığı katliam üzerine Semsur bölgesi Êzîdî kadınlarının yaktığı ağıttan dolayı dava açılmıştı. Yani 19. yüzyıl ortalarında Hafız Paşa komutasındaki Osmanlı askerlerinin yaptığı katliamı ağıtla eleştirmek ve bir kadın gerilla resmine yer vermek suçlama konusu yapılıyordu.

DGM Savcısı ilk sorguda soruyor, “neden Türk kadını değil de, Kürt kadını?..” Türk kadınıyla ilgili birçok kitap bulunduğunu, bu nedenle benim de Kürt kadınıyla ilgili yazdığımı söylüyorum. Bu defa da, “neden Gürcü kadınıyla ilgili yazmıyorsun da Kürt kadınıyla ilgili yazıyorsun?” diye soruyor... Cevap veriyorum: “Kürt olduğum ve bu konuda eksiklik olduğu için Kürt kadınını yazdım, siz de Gürcü kadınıyla ilgili yazın!..” Tabii, savcı susuyor ama davayı da açıyor ve aylarca duruşmalara gidip geldikten sonra, nihayet kanun maddesinin değişmesiyle dava düşüyor...

 

Uluslararası Kürt Kadını Konferansı

İlk iki kitabım yayımlandıktan sonra, Hakkari Üniversitesi’nde ve Türkiye’de ilk kez bir Uluslararası Kürt Kadını Konferansı düzenleniyor ve bizi de davet ediyorlardı. Kırk dolayında akademisyen ve araştırmacının katıldığı konferansta, Oxford’lu Rektör tarafından bize süresiz konuşma hakkı veriliyor ve doğaçlama yaptığım sunum 50 dakika sürüyordu.

Burada özetle, o dönemler özellikle algı yaratma amacıyla kotarılıp “töre cinayetleri” adıyla piyasaya sürülen kadın cinayetlerinin, esas olarak “töre”değil, “namus” cinayetleri olduğunu; savaş ortamlarında yaygınlaşan bu tür cinayetlerin “töre cinayeti” adıyla münhasıran Kürtler’e mal edilmeye çalışıldığını, oysa bu tür cinayetlerin özellikle İslam dünyasında görüldüğünü örneklerle anlatmıştım. Ayrıca, İslam öncesi Kürtler’de ve İslam dışı Kürtler’de bu cinayetlerin olmadığına vurgu yapmıştım. Özellikle, ırkçı-faşist Saddam yönetiminin, kaynağını Kur’an’ın “Enfal” sûresine dayandırarak yaptığı büyük katliamın bunun en çarpıcı örneğini oluşturduğuna dikkat çekmiştim.

 

 Şırnak’tan Akçakoca’ya fındık işçisi Berivan

 

Bu görüş ve yaklaşımımın, daha sonra Van gibi şehirlerde düzenlenen “Kürt Tarihi ve Edebiyatında Kadının Rolü” türünden toplantılarda dile getirildiğine tanık olmuştum (Bkz. Öz-Po, 3.3.2008).

Esasen, şu sıralarda beli kırılarak tasfiye edilen IŞİD ölçeğinde İslam fanatizminin kirli yüzünü özellikle Êzîdî kadınlar örneğinde görüp, bir kez daha tanık olduk. (Merak edenler için sadece bir yazı önermekle yetineceğim. Barış Şarer: Habur’un İntikamı: Bir Şiirsel Adalet Öyküsü; Yeni Öz- Po, 24.2.2016).

 

‘Yazın Hoca’cı, kışın Dede’ci…

Med TV ya da Roj TV sürecinde, Naci Kutlay ve Nurettin Yılmaz’la birlikte, Günay’ın çağrısıyla bir proğrama katılıyoruz. Konu, “Kadın Cinayetleri”. Bütün konuşmacılar, aşağı yukarı aynı görüşleri dile getiriyor ve bu tür cinayetlerin kasten bir “Kürt töresi” gibi gösterilmeye çalışıldığını söylüyorlar. Bense, görüşlerimi örneklerle daha net olarak ortaya koyuyorum. Çünkü o tarihlerde hem ünlü Kürt tarihçisi Mehmed Emin Zeki Bey’in “Meşâhir-i Kurd u Kurdistan”ını hem de Kürt kadınına ilişkin ilk kitabımı yayımlamışım. Musafa Kemal’in ve İsmet Paşa’nın Harbiye’den arkadaşı M. Emin Zeki Bey, eserinde çok sayıda Kürt kadınına yer verdiği gibi; bunlarla yetinmeyip Güney Kürdistanlı yazar El Cabari’nin eserinden giderek bu sayıyı daha da zenginleştirmiştim. Dahası, M. Emin Zeki Bey’in, Cumhuriyet dönemindeki Koçgirili Zarife gibi kimi Kürt kadın simalara yer vermemesini de eleştiriyordum.

Program tamamlandıktan sonra, Günay yanıma yaklaşıyor ve diyor ki: “İsveç’ten bir telefon geldi, diyor ki, Mehmet Hoca bu tür kadın cinayetlerini İslamiyetle ilişkilendiriyor ama daha yakın geçmişte onun bir hemşehrisi de İsveç gibi ülkede kızını öldürdü, buna ne diyecek? Günay ekliyor: Bu durumu sor dedi ama ben yine de sormadım. Eee, sorsaydın diyorum. Peki, sorsaydım ne diyecektin diye ekliyor. Şu cevabı veriyorum: Bu olayı biliyor ve lânetliyorum. Zaten, uygar dünyada büyük tepki çekti ve olayın faili cezasını çekiyor. Fakat sana bu söyleyen yanlış kapı çalmış, çünkü sözkonusu aile İçtoroslar’dan Tapkıran aşiretine tabi, sonradan Sünnileşmiş bir aile... Bir de espri yapmıştım, eşim de aynı aşiretten ama Alevi kesimden. Bu aşiretin bir bölümü de “yazın Hoca’cı, kışın Dede’ci...” deyip, sohbeti gülerek noktalamıştık.

Burada sözü geçen ve bir talihsizliğe kurban giden Fadime Şahindal’ın katli, aynı ülkede yaşayan Kürt şair Selam Cizîrî tarafından bir ağıtlama- şiirle anılıyordu:

  Fadîme Şahîndal    

Keçika xweşik Fadîme Şahîndal /

Bi rûyê girover çavên wek xezal

Bejna wê delal wek rihana şeng/ Wê kate dabû li Uppsaleya reng (...)

Dê û xwişka wê bi hewar û gazin/ Arîkariyê ji bo wê dixwazin

Bi lez û bi bez çûn nexweşxanê/ Hemû dipirsin Fadîme kanê?

Bûyerên wilo ji bo me xirab in/ Pêwist e Kurd tev li himber wê rabin (...)

Em tev sund bixwîn bi navê Yezdan/ Cudayê rakin nev keç û kuran (11. 10. 2002)

 

Kuşatmayı yaran Kürt kadını

Lilyan Çiya, bu konuda kaleme aldığı bir yazıya “Jinên di nav rûpelên dîrokê de hatine jibîr kirin” başlığını veriyor (Newaya Jin). Yazar, kadınların tarihin yaprakları arasında unutulmasından dert yanıyor ve şu isimleri anıyor: Janê Xanim, Fatma Xan, Mama Pura Helîme, Qaha Nergêz, Adile Xanim, Esma, Îran Xanim, Susika Simo... Bunlar, toplum önderi ve sanatçı olarak kitaplara geçen birkaç isim. Üstte anılan çalışmalarda bunların 100’den fazla örneğine yer verildi. Peki, bununla bitiyor mu?.. Kuşkusuz değil.

Kabul etmek gerekir ki, bugün insanlık ve kadın düşmanı İslamcı terör örgütü IŞİD’in yenilgiye uğratılmasından ve etkisizleştirilmesinden söz ediliyorsa, bu, büyük ölçüde kadın özgürlük savaşçıları sayesindedir. Çünkü bu örgütün çirkin yüzünü en çok hissedenler onlardır. Bu konuda Kobanê direnişi bir dönemeçtir. Bunun içindir ki, “Kuşatmayı Yaran Kürt Kadını” çalışmamızda bu başarının birçok kadın kahramanına yer vermiştim. Şimdiyse, sadece savaşçı kimliğiyle değil, toplum içinde değişik konumlarıyla yer alan ve hafızamda iz bırakan değişik Kürt kadın figürlerine kısaca değinmek istiyorum.

Şimdilerde tutuklu bulunan Mehmet Altan’ın “Kadınlar Ne Zaman Manşet Olur?” konulu yazısına aldığı (Öz-Po, 16.10.2010) bir Türkçe şiirde şöyle deniyor:

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular

Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir

Azıcık okşasam sanki çocuktular

Bıraksam korkudan gözleri

sislenir (...)

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular

Böyle bir sevmek

görülmemiştir

Yalnızlıklarımda elimden tuttular

Uzak fısıltıları içimi ürpertir

Sanki gökyüzünde bir buluttular

Nereye kayboldular şimdi kimbilir.

Evet, benim de unutamadığım ve deryada damla misali sadece birkaçını burada anacağım, bu kadın figürlerin bir bölümü bugün anılarıyla, bir bölümüyse resimleriyle aramızda...

 

Kızıltepe’da Qasr-ı Qanco’nun Berivan’ı...

   

Körfez Krizi olarak adlandırılan İran-Irak Savaşı’nın akabinde yaşanan kimyasal Kürt katliamı, belki de Kürt sorununun dünyaca tanınmasına yolaçan bir olaydı. O tarihten sonra Güney’den Kuzey’e yaşanan Kürt göçü, Türk basınını da dalga dalga sarmıştı. Bu yazı dizilerinden biri de Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştı. Gazeteci Şenay Kalkan, özellikle Urfa-Mardin hattındaki kan davası üzerinde yoğunlaşıyor; bölgede söylenen Kürtçe, Arapça şarkılara dikkat çekiyor ve Ahmet Türk’ün yurdundan 16 yaşındaki bir Berivana Berivan Halime’ye yer veriyordu. (Cumhuriyet gaz. 15-22 Mayıs 1991).

Aynı konuyu, geçmişte bu yörede öğretmenlik yapmış olan ve TRT programcısı iken 1980 yılı ortalarında İstanbul’da katledilen yazar Ümit Kaftancıoğlu’nun “Tüfekliler” romanında giderek biz de irdelemiştik. (Bkz. Köy Enstitülü Yazarlar- Ozanlar, TÖB-DER yay. Ank. 1978).

Bu türden ilginç bir sîmaya da, gazeteci Meliha Okur’un, Şırnak’tan çıkıp Akçakoca’ya mevsimlik fındık işçiliğine giden Berivan’ın şahsında tanık oluyorduk. Bu Berivan da aynı yaşlarda ve okul ile işçiliğin yanında gitar çalmayı öğrenmiş nice benzeri gibi emekçi bir Kürt kızı.

Böylesi mevsimlik işçi serüvenlerine en çok yer veren gazetelerden biri de Özgür Politika. Gazete, Politik Art ekinde böylesi bir figüre “Buğday tarlası arasında kaybolmuş bir genç kız.../ Doğanın hakimi, zalimi, muktediri değil, parçası...” alt başlığıyla yer veriyor (Sayı:170/ 2015).

 

İçtoroslar’dan bir sembol isim: Nucan Nurhak

   

Yıllar önce, Engin Sincer’in köyü Topalan’da katıldığım bir festivalde; ilk kez Pazarcık-Elbistan hattında şehit düşen 605 gerillanın ismine tanık olmuştum.

Kendisi de İçtoroslar’dan (Semsur bölgesi) olan Üniversite’den  okul arkadaşım A. Bali’nin, 1996 yılından konumuzla ilgili ilginç bir yazısı var: “Kürdistan’dan İnsan Manzaraları” (Öz- Po, 7.2.1996). Yazar arkadaşım, geçmişten günümüze yol alarak, bunların ve Nucan’ın yurdu Nurhak/ Engizek’e varır. Nucan’ın şehadetinden neredeyse on yıl önce onu anar gibidir: ”Yine bir kara haber dolaşır, o da gelir yine bize bulaşır. Engizek’in yalçın dağları tank ve toplarla ses verdi, öldürülen yirmiüç gencin biri kızın, ikisi de torunun dendi. (...) Oy havar havar, başlamaz olaydı böyle bahar! (...) Vay analara. Başlarına karlar yağa, tanımadılar evlatlarını, görenler şaşırdı, işitenler ağlaştılar, erkeğiyle kadınıyla. Tarih yeni bir sayfa açıyor, yapılanlar da unutulmayacak, mazlumun ahı kalmaz elbet...”

Pazarcık ilçesinin Karadoğanlı köyünden olan 1973 doğumlu Nûcan Nurhak yani Cennet Dirlik, Batman’ın Beşiri ilçesi kırsalında 7 gerilla ile birlikte şehid olur ve 1 Eylül 2005’te Nurhak dağlarının eteklerindeki köyünde toprağa verilir. Cennet, şehit olmadan Temmuz 2005’te yakın arkadaşı Şoreş Toprak’a şiirsel bir mektup yazar. Burada, “Biliyorsun Nurhaklar’ın bende çok ayrı bir yeri vardır; Nurhaklar benim yüreğimde gizli bir sevdadır” demekte Cennet yani Nûcan ve  mektubunun şiirsel kesitinde duygularını şöyle ifade etmektedir:

“Bir yıldızdık gökyüzünde/ parlamaya çalışan kenar evren çocuklarıydık/ Kardeşlerim kadar sevdim seni/ Barış kadar, Fırat kadar sevdim/ (...) Fırat suyu kan akar/ Yüreğimde sevda gibi/ aşk gibi/bir sızı akar./ (...) kimse tanımayacak/ kimse bilmeyecek/ ve bu şiir de/ yine başkalarının sanılacak/ kimse bilmeyecek seni, beni /Kimse bilmeyecek...”

Evet, unutmamak ve unutulmamak adına deryada bir damla misali sadece birkaç Kürt kadın sîmasını anmaya çalıştım. Ve diyorum ki; “Fırat’ın dili olsa...”

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.