HAKAN TUNÇ: Anlamak uzun sürer…

Haberleri —

Bütün bitmişliği ile adım attı sokağa, saçları hala ıslaktı, ensesinden sırtına bir damla suyun sızdığını hissetti, yalpalayarak yürüyordu sokaktan meydana…
Gece okuduğu kitap düştü aklına, Mehmedin Kitabı (Nadire Mater, siyahbeyaz-Metis Güncel). 1968, İstanbul doğumlu askerin dediklerini düşündü: „Şiddet zaten çocuklukta başlıyor, kız olsa bebek alırsın, erkek olsa tabanca alırsın. Askerdeki şiddet kabul edilmiş bir şiddet. Başına ne geleceğini biliyorsun. Mesela, üsttekine karşı çıkınca dayak yiyeceksin, onun üstüne ceza alacağın da kesin.“ (s. 30) Sonra 1965, Tonya doğumlu olan erin sözlerini evirdi içerisinde: „20 yaşındaki çocuğun eline MG3 diye bir silah veriyorsun, şeritler şu kadar, gece görüş dürbünleri var. 20 saniyeden fazla gözünde tuttun mu değişik şeyler görüyorsun. Asker takıyor gözüne, uzun tutuyor tabii. Ateş böceği bu sefer insan gibi görünüyor, panik yapıyorlar. Çalıştırıyor MG3’ü, havancı havan çıkarıyor, geri tepmesiz topçu topu çalıştırıyor, gördükleri insan değil, ateşböceği.“ (s. 92)
Olanları düşünüp duruyordu uyandığından beri, içerideki ve dışarıdaki savaş(lar)ı, devlet denen yapıların canavarlığını düşünüyordu, kendi varlıklarını sürdürmek için yürüttükleri amansız ve acımasız politikaları düşünüyordu… Devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerini, birbirlerine martaval okumalarını, kan emici yaratıklara dönüşen hallerini düşünüyordu…
Bir karış daha fazla yahut bir karış daha eksik toprağının olması, herkesin onlar gibi düşünüyor ya da düşünmüyor olması, onların inandıklarına inanmaları yahut inanmıyor olmaları neden bu kadar önemliydi? Neden ille de her şeyin onların istediği gibi olması gerektiğini düşünüyordu. Neden var güçleri ile bunun için çabalıyorlardı?
Bu acımazlıkların hepsini insanlar düşünüyordu, insanlar planlıyor ve yapıyordu… Her gün yüce değerlerden bahsedenlerin bunları yok sayarak bu kadar zalimleşebiliyor olmalarına şaşırıyordu. Neden bu kadar fütursuzca düşünüyorlardı ve bunları nasıl oluyor da elleri titremeden, gözlerini budaktan sakınmadan yapıyorlardı?
Neden ve nasıl demekten kendini alamıyordu. Düşünüp duruyordu da aklı bir türlü ermiyordu, bu yaşananlara, yaşatılanlara... Neden ve nasıl diyordu durmaksızın, bu sorulara verdiği cevaplar onu hep başka neden ve nasıl sorularına götürüyordu. Cevaplar - sorular - cevaplar – sorular - cevaplar… bu döngü sonsuza sürüyordu da bir türlü sonunda olanları yine de anlayamıyordu…
Neden çözümü konuşmak yerine hep savaşın konuşulduğunu düşünüyordu. Neden hep stratejiler konuşuluyordu? Neden uzmanlar, hep kötü diye nitelendirdikleri senaryoları anlatıyordu? Ülkelerin toprak bütünlüğü neden hep insandan evvel geliyordu ve evvela o konuşuluyordu? Neden hiç insandan bahsedilmiyordu? Hiç insan kalmayınca, sona gelince, devletin de o toprağın da sonlanacağı bilinmiyor olabilir miydi? Düşünülmüyor mu bunca basit şeyler? Düşünülüyorsa neden/nasıl oluyor da hiç insan yokmuş gibi, özne değil de bir nesneymiş gibi, hep başka bir şeylerin teknik kapasitesinden, füzelerin menzilinden, tankın gücünden bahsediliyor?
Kendi bütünlükleri için parçalanmadık bir şey bırakmayan devletleri düşündü sonra... İnsan bedeninden hayvan bedenine, topraktan ormana, dağdan dümdüz ovalara, akarsulardan durgun göllere parçalanmayan şey kalmadı. Bırakılmadı hiçbir şey bütün bir halde... Kendi bütünlükleri için parçalamadık şey bırakmayanlar, şimdi de Suriye’nin bütünlüğünden bahis açıyorlar. Suriye’nin bütünlüğüne halel gelmesin diye nutuklar atıyorlardı... Bir ülkenin başka bir ülkeyi düşünmesinin ne olduğunu, sonuçlarının nereye vardığını biliyordu... Avrupa’dan Amerika’ya, Afrika’dan Asya’ya nasıl kan döktüklerini biliyordu. Son on yılda Ortadoğu coğrafyasında olanları, yaptıklarını biliyordu. Sistemin büyük güçlerinden rol çalıp, imparatorluk zamanının eski şaşaasını özleyenlerin heyecanla savaş boyalarını sürmelerini de biliyordu… Biliyordu bunları, biliyordu da anlamıyordu. Neden, nasıl diye sorup duruyordu yine kendi kendine, ardı arkasına…
Sistem pek şahane işliyordu! Dün bütünlük diye cetvelle sınırlar çizenler; bugün demokrasi diye, insan hakları diye, özgürlük diye kendi çizdikleri bütünlükleri parçalayıp talan ediyorlar… Her şey sistemin bekası için. İşleyiş aksamasın, tıkanıklık giderilsin kâfi…
Toplumlar başkalarının kendilerine biçtikleri sınırlara/donlara sığmazlar, dar gelir kendi dikmedikleri donlar onlara... Anlamak uzun sürer… Anlayıncaya kadar zaman geçer diyordu, zaman geçiyordu…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.