‘Halen ararsan insan kemiği bulursun’

  • “Cenazeler olduğu gibi öylece kaldı. Bazıları olduğu yerde çürüdü. Bazılarını da köpekler yedi. Ayılar, kurtlar, tilkiler yedi. O kemikler bu zamana kadar dışarıda kaldı. Halen ararsan insan kemiği bulman mümkündür oralarda. Ama birçok insan öldürüldü.”

NİHAD GÜLTEKİN

Agirî Direnişi üzerinden 94 yıl geçti. Bu direniş ardında yüz binlerce dram, trajedi ve nice hazin hikâyeler bıraktı. Bu sürece tanık olan ya da yaşayan her insanın anlattığı hikâye toplumun hafızası olarak kayıtlara geçti. Pierre Nora ‘Hafıza Mekanları’ adlı kitabında, “Canlı hafıza deniz çekildiğinde kıyıda kalan deniz kabukları gibidir” der. Abdülbaki Çelebi gibi tanıkların anlatımlarının canlı hafıza olarak kayıtlara girmesi, devletin tarih yaklaşımına bir yanıt olarak okunabilir. Resmi tarihin dışındaki alternatif ya da muhalif diyebileceğimiz tarih, hâlâ devlet nezdinde bir ‘gerilim’e neden olmaktadır. Bu anlamıyla sözlü tarih çalışmalarında tanıklardan derlediğimiz kişilerin kolektif ve kişisel bilgileri aynı zamanda “derlenmiş hafıza” olarak da tanımlanmaktadır. Bu çalışmalardan tanıklar dönemin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal eğilimleri, gündelik hayata ilişkin bilgileri görmemizi sağlar. Ağrı Direnişi’nin toplumsal tarihine tanıklık etmiş onlarca Ağrılı ve Erdîşli ile hafıza kayıt çalışmaları yapılmıştır. Bu tanıklardan biri olan Abdulbaki Çelebi’nin anlatımlarını bu yazıda inceleyeceğiz. Ancak Çelebi’nin anlatımlarına geçmeden önce Ağrı Direnişi’ne kısaca değinmek gerekir.

Nasıl başladı?

1926-1931 yıllarında Serhad bölgesinin merkezi olan Ağrı Dağı ve çevresinde yaşanan olaylar, Kürtlerin tarihinde Ağrı Dağı Direnişi olarak kayıtlara geçti. Büyük aşiretlerden Sîpkan, Celalî, Zîlan, Redkîler sürgün edilmek isteniyordu. Ağrı Direnişi, Şêx Seîd öncülüğünden gelişen direnişten sonra sürgün edilme kararına karşı bir isyan olarak başladı. Bu isyanın öncüsü Biroyê Hesikê Têlî ile birlikte onun aile ve akrabalarının sırtını Ağrı Dağı’na vermesinden ve devlete teslim olmayacağını belirtmesinden sonra alevlendi. Mayıs 1926 tarihinden 1927 yazına kadar bazı savaşçı gruplar, Şêx Seîd Ayaklanması’ndan sonra devlete teslim olmayanlar, sürgün kararına karşı çıkan bazı Kürtler ve sürgün yerlerinden kaçanlar yüzlerini Ağrı Dağı’na çevirdi. Böylece Biroyê Hesikê Têlî’nin savaşçı sayısı ve taraftarları artmış oldu. İran devleti sınırları içinde, Ağrı Dağı’na yakın kalan Kürt aşiretleri ise savaşın sonuna kadar direnişçilere yardım ettiler.

Siyasi ve askeri değişimler

1927 yılında Xoybûn Örgütü kuruldu ve İhsan Nuri, paşalık ünvanıyla Ağrı Direnişi’ne savaşçılarıyla katılma kararı verdi. Bu olay, beraberinde bazı aydınların da katılımını sağlayarak Ağrı Direnişi’nde siyasi ve askeri değişimlere neden olmuştur. Ağrı Cumhuriyeti ve Hükümeti ismi altında savaşın konseyi ve sivil idarelerin kurulması hızlandı. Savaşı yürütecek desteler (kuvvetler) bir komutan ve 15-50 savaşçıdan oluşacak şekilde oluşturuldu. Ayrıca Gaziya Welat ve Agirî isminde gazeteler yayımlandı. Desteler Kars’tan Van Gölü’ne, Çaldıran, Bitlis, Muş, Bingöl ve Erzurum’a yakın yerlere kadar siyasi ve askeri eylem düzenliyorlardı. Zamanla direniş bütün Serhad alanına yayıldı. Agirî Direnişi’nin önderleri farklı şehir ve bölgelerde Xoybûn şubelerini açtı. Ağrı Dağı merkezi dışında Tendûrek’te ikinci bir karargah kuruldu. Böylece Bazîdaxa, Bergirî, Erdîş, Gelîyê Zîlan, Patnos ve diğer alanlar doğrudan buradan yönetilecek duruma geldi.
Direnişçiler ile devlet yöneticileri arasında çıkarılan aftan dolayı Pira Belek köprüsü yakınlarında resmi görüşmeler, mektuplaşmalar oldu. Ancak direnişçilerin siyasi ve hukuki istemleri, devlet yöneticileri tarafından kabul edilmedi. Bu siyasi görüşmelerde devlet heyeti TBMM üyeleri ve Bazîd’deki askeri yetkililer ile direnişçilerin baş konuşmacısı olan Hesikê Têlî Biro arasında sürdürülmüştür. Devletin bu diyaloglar sonucu yaptığı tek şey, bir “af” çıkarmak oldu. 1930 bahar aylarında her iki güç tarafından bir kırılmanın gerçekleşeceği döneme girildi. Mehmed Bey ve Nadir Bey ile Seyid Resul komutasındaki Kürt güçleri, Haziran 1930’da Çaldıran üzerinden gelerek Zilan, Patnos ve Ağrı bölgelerindeki karakollara baskınlar yapıp birçok yerleşim yerini ele geçirdiler. Devlet aynı yılın Haziran ayında Dewrêş Bey’in komutasında ağırlığını Gelîyê Zîlan alanına verdi. Dewrêş Bey, bu bölgede yaşayan Türk, Acem ve Kürtlerin bir kısmının milis gücüyle birleştirerek savaşa büyük bir güç olarak katıldı. Gücünü Van Erdîş’e bağlı Geliyê Zîlan alanı Eledax ve Tendûrek dağının eteklerinde köy ve yaylaların olduğu bir bölgeye yerleştirdi. Buradaki köyler asker ve milis gücüyle çevrildi ve katliam bu köylerdeki insanları öldürmekle başladı. Bu katliam bölge halkı ve direnişçilere bir gözdağı vermek için planlanmıştı. Birebir görüşme yaptığım birçok şahidin anlatımlarından en az 24 köyün (Perexalî, Milk, Sarkoy, Birhan, Hesenevdal, Eks, Şor, Gomik, Murşit, Şorik, Komir, Çaxirbeg, Xarxus, Înalî v.b) insanlarının öldürüldüğünü belirtmişlerdi. Dönemin gazeteleri bu köylerdeki katliamla ilgili 15 binden fazla insanın öldürüldüğünü yazar. 1931 yaz ayına kadar Ebexê köylerinde ve Ağrı Dağı etrafındaki köylerde katliamlar devam etti.
Ağrı Direnişi ve Zîlan Katliamının daha iyi anlaşılması için tanıkların anlatımları Kürt tarihinde önemli belge niteliği taşır. 1930 yılında 4 yaşında olan Abdülbaki Çelebi o dönemi şöyle anlatıyor: “Babam bizi oradan aldı, amcamdı, bendim, Mustafa ve Mele Ahmet idik. Biz çocuktuk. Bizi Şarbazar’dan alıp Bunizli köyüne getirdi. Biz ayrılırken akşam vaktiydi. Bizden sonra oraya asker girmiş. Köye saldırdılar. Köyün erkeklerini tamamen topladılar. Onları Milk köyüne götürdüler. Köyde erkek kalmamıştı. Bazıları kaçıp kurtuldu. Çocuklar kaçtı. Hepimiz kilisenin yukarısında yer alan bir boğaz vardır, orada saklandık. Baharın suyu gelip oraya doluyordu. Orası oldukça derin ve uzun bir yerdir. Bu oda kadar da geniştir. Köyün bütün gençleri ile çocukları oradaydık. İnsan dışarıya çıkmazsa kimse onu göremez. Onun altı kendiliğinden düzgündür. Gelip üstümüzde dursalar da bizi bulamazlardı. Biz oradaydık.

‘Ben tek kurtulabildim’

Bütün esirleri öldürdüler, ben tek kurtulabildim. Ben de içlerinden kaçtım. Kaçıp buraya geldim. Arkamdan kurşun sıktılar ta Milk köyünün yamaçlarına kadar. O kurşunlardan kurtulup geldim. Yağmur gibi kurşun yağdırdılar arkamdan. Ama kurtulup uzaklaştım oradan. Milk köyünden cenazelerin altından sağ kurtulan da çok oldu. O zaman Mistê Ham, o da içlerinden kurtuldu. Tahirê Biro, Sofî Elî, Tahrê Qalê hepsi cenazelerin altında kalmışlardı. Bunlar bizim köylülerimizdir. Bizim köyden kadınları ve çocukları olduğu gibi almışlar. Onları öldürdükten sonra denildiğine göre Erciş’ten bir binici geliyor. Elinde bir kağıtla katliamı durdurmalarını istemiş ama iş işten geçmiş. O zaman da asker o emirle beraber çekip gidiyor. Onlar gittikten sonra herkes cenazelerinin getirmeye gitti. Yani bizim köydeki kadınlar erkeklerini almaya gittiler. Öyle bir zulüm vardı ki, kimse gezebilir miydi? Bir insanın öldürülmesiyle bir tavuğun öldürülmesi arasında bir fark yoktu.
Evet, Misto’nun dediğini yapsalardı, bir misli insan kurtulacaktı. Misto, “Dört bir yana kaçalım. Şaşırtalım. Kurtulma şansımız daha fazla olur” demiş ama dinleyen olmamış tabii ki. Cezo, Misto, Hecî Silo’nun babası Şükrü (Şükriyê Xalis), sizin Birahîm dedeniz, Şeyh Hüseyin’i biliyorum. Onların orada öldürüldüğünü biliyorum.
Kimseyi bırakmıyorlardı. Ne zulümdü. Arifê Biro’nun oğlu Veli vardı Cergeşin’de. Biz arabamızı bağlamıştık Erşat’a gidiyorduk. Veli’nin elleri bağlıydı. İbrahim Bey vardır. Elinde bir ağaç Veli’yi önüne katmış getiriyordu. Kendisi benim Rihan halamın oğlu oluyordu. Onunla konuşmamız yasaktı. Ya da korkudan konuşamadık. Yanımızdan geçerken kendisi “Dayı, bizi helal edin, bu zalimin eline düştük” dedi. Bir şey diyemedik. Erşat’ı geçirdikten sonra Minewer denen yerin yakınlarında öldürdüler. Gözümüzün önünde akrabalarımız teker teker götürülüyordu. Kimse bir şey yapamıyordu. Kunduk, bir dereydi. Oval bir yamaçtı. Köyde ne kadar canlı varsa insan adına hepsini topladılar. Kadın ve çocuk demeden tümüyle toplayıp öldürdüler. Bir köyde tek fert koymadılar. Hepsini belli yerlere topladılar.

Cenazelerin altında delirdi

Delal, adı gibi delal bir kızdı. Cenazelerin altında delirdi. Bunun üstüne kafayı sıyırdı. Îskîler’dendi. Ewdilê Hecîgiller’dendi. Milk köyündendiler. Milk ve Kunduk halkını diğer birçok köy ile beraber oraya yollamışlar. İnsanları öldürürken o zaman o küçük bir kızdı. Korkudan aklını oynattı. Eskiden deli değildi.
Bunun dışında cesetler öldürüldükleri yerde o kadar kaldılar ki kokusundan dereye giremezdiniz. Köpekler o kadar ceset yemişlerdi ki ayakta gördükleri insanlara da saldırıyorlardı. Ellerinden kaçamazdınız, o kadar güçlenmişlerdi. O derede insanların sadece kemikleri ayaktaki bir insanın kemerine varıyordu. O kadar çok insan vardı öldürülen. Cesetleri o kadar süngüledikleri halde yine de altından birçok insan kurtuldu. 100-200 kadar insan o cesetlerin altından sağ kurtuldu. Sağ bıraktıkları için değil, artık ölü sayısına yetişemedikleri içindi. Anla ki ne kadar insan öldürüldü orada. Bin, iki bin kemik işi değildi yani. Bazıları da onların altında ezilmişti. Kurşun değmemiş ama ölmüşlerdi. Boğulmuşlardı cesetlerin altında.

Jandarma orada kafasına sıktı

Biz dereden gelirken dere harabe olmuş, içindekiler ya öldürülmüş ya da sürülmüştü başka yerlere. Biz de çıkıp geldik. Dere yaşanacak bir yer olmaktan çıkmıştı. Mistoyê Eli vardır hani. Misto oğlu Ahmed’i sırtına almıştı. Beni de boynuna almıştı. Öylece Zilan Deresi’nden Erşat’a kadar geldik. İki Erşat arasına kıl çadırlarımızı kurduk. Bizim köylerimiz çoğunlukla çadırlarını getirmişlerdi. Çadırlarımız vardı Şarbazar’da. Köyde 100 koyunu olanın bir şeyi kalmamıştı. Kimse geçinemiyordu artık. Artık Erşat’taydık.
Simo, bir sabah erkenden dedemin çadırının kapısına geldi. Dedeme ne dedi bilmiyorum, dedem ona; ”Ulan, eşeğin oğlu, kalk git buradan. Sıddık senin peşinde. Bulursa seni öldürür” dedi.
Sıddık kime yönelse kesin öldürüyordu. Devletin en sadık milisiydi. “Git iyi bir yerde saklan. Buralarda dolaşma”. Allahın emri, biraz yamaçtan yukarı çıktık. Tam o sırada Sıddık ve üç jandarma aşağıdan göründü. Simo’yu da gördüler tabii ki. Bir harabede biraz ot vardı. Simo kaçtı o otların içinde saklandı. Orada oturdu. Gidip Simo’yu oradan çıkarıp getirdiler. Ehmedê Elo’nun kıl çadırının önüne getirdiler. Bir sürü insanın önünde. Çoluk çocuk bir sürü insan vardı. Jandarma orada kafasına sıktı. Bir kurşun yayığı deldi. O sırada Dewrêşê Elo’nun hanımı Bêzar da o yayıkta ayran yayıyordu. Ayran yayıktan fışkırdı. Besê’nin yüzüne geldi. Simo ise çığlık çığlığa sol tarafa Ahmet Dede’nin kazanının içine düştü. Kanı sol kolunun altında bir fiskiye gibi kazanın içine aktı. Biz çocuklar da öylece izliyorduk. Kadın ve çocuklar çığlık içindeydik. Daha sonra Sıddık gidip Simo’nun evini yağmaladı. Olduğu gibi kendi evine taşıdı. Bekir, Haco ve daha bir sürü insanı; Sıddık jandarmaları getiriyor, onları gösteriyordu. Jandarmalar da çoğunu alıp götürüp Aşe Dawudan denen yerde onları öldürüp geliyordu. Cewer Efendi’nin oğlu da birçok insanı öldürttü. Mele Davut’u Sarkoy’da ormanda yakaladılar. İdris kafasını tekmeleye tekmeleye orada öldürdü onu da.

Bir şey yoktu yemek için

Şarbazar’ın içinde kimse öldürülmedi. Yalnız Hesenewdal’ın aşağısından başladılar. Kömür köyünde Newala Fedê’de millet çok öldürüldü. Şarbazar köyünden Mele Osman ile Mele Reşit Hesenewdal köyünün yakınlarında eski karakolun altında öldürüldüler. Orada da çok insan öldürüldü. Yasaklar kalktıktan sonra da orada bir çok kemik vardı. Orada da Newala Fedê’de de vardı. Cenazeler olduğu gibi öylece kaldı. Bazıları olduğu yerde çürüdü. Bazılarını da köpekler yedi. Ayılar, kurtlar tilkiler yediler. O kemikler bu zamana kadar dışarıda kaldı. Halen ararsan insan kemiği bulman mümkündür oralarda. Ama birçok insan öldürüldü. Aklına gelen isimleri sayayım size. Cezoyê Evdile, Yusuf Dede’nin Kisko, Şukriyê Qaso, Şeyh Hüseyin ve Şeyh Sultan, İbrahim Dede ile tahminime göre Mihemedê Hiso da öldürüldü. Tabii bunlar benim şu an aklıma gelenler. Daha çok insan öldürüldü. Ahmed’in babası Tahir’in bir kardeşi de öldürüldü.
Kimse yemeye ekmek bulamıyordu. Bir şey yoktu yemek için. Çalışmak da yoktu. İş yoktu çünkü. Hayvan kalmadı kimsede. Hepsine bir şekilde el konuldu. Çift için öküz gerekiyordu yoktu. İnsanlar o yokluk içinde açlık felaketi de yaşıyordu. Hiç rahat bir dönem değil. Ekmek yoktu, bulunmuyordu. Benim dedem Van’a gidip bir torba un getirirdi. Ben annem ve babamdık. Başka kimsemiz yoktu. Biz dedemlere giderdik. Yatıya kadar orada kalır öyle dönerdik.

Kimse derdini anlatamıyordu bile

Belki bin kereden fazla fes için dayak yemişizdir. Ne zaman gelirlerse el atıp ya fesimizi kafamızdan çıkarıyorlardı ya da koynumuzdan çıkarıyorlardı. Kimin kafasında bulurlarsa onu bir güzel dövüyorlardı. Sonra fesi yırtıp kullanılmaz hale getirip atıyorlardı. Jandarma birine sormuş, “bu nedir?” Şöyle demiş. “Teliktir, telistir, ristir.” Evet… Türkçe bilmiyorlardı ki dertlerini de anlatsınlar. O kadar jandarma zulmü vardı, kimse derdini anlatamıyordu bile. Dil bilmemek de zordur.

Bari son bir defa karnımızı doyurun

Adil vardır hani. Şöyle anlattı o da; “Biz Şor köyünün altındaki derede idik. Orada toplanmıştık ki İran’a göçecektik. Akşam toplantıda şöyle bir karar alındı. Çocuklar bırakılacak, sadece kadınlar alınacak, yola çocuklar olmadan çıkılacak. Çünkü çocukların yolda bize ayak bağı olacağı hesaplanıyordu. “Çocuklar o yolu kaldıramazlar, burada kalsınlar” deniyordu. “Çocukları götüremeyiz. Onlara burada ne olursa olsun. Yapacak bir şey yok. Yalnız kadınlar gidebilir.” Kızım Muhbet konuşmaları yarı uykuda dinliyor. İşitiyor hepsini. Sabah kalktık. Kendimize biraz mirtoxe (unun yağda kavrulması) yaptık. Şöyle dedi; ”Anne bizi iyice doyurun. Biz bir daha sizi göremeyeceğiz nasıl olsa. Bari son bir defa karnımızı doyurun.” O öyle konuştuğu zaman Beko, “Kesinlikle gitmiyoruz!” diyerek kararını değiştirdi. Diğerleri gitmişler. Beko çocuklarını almış Hamur’a götürmüş, oradan öteye gitmemişti. Ya?! Çocuğum, öyle dağıldık, öyle dağıldık ki!”

Kaynak:

* Abdulbaki Çelebi ile ailesinin yaptığı söyleşi-
Berham Mîrzo, Erdîş 2009
* Abdulbaki Çelebi ile yaptığım söyleşi-18.01.2014 Diyadîn

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.