HALİL DAÐ: Çiçek Kiçî’nin sözleri...

Haberleri —

KUZEY YAZILARI-II-
’Al bu taşı, beraberinde götür, Halil arkadaş’’ dediğinde közler üzerinde ısıttığı taş parçasını çoktan uzatmış ve benim almamı bekliyordu. Ben ise o sırada yıllar önce okumuş olduğum Komutan Marcos’un ‘taşlarla yaşamak’ isimli yazısını düşünüyordum. Botan eyaletinin bu kısa boylu kadın komutanı belki Komutan Marcos kadar bütün dünyaca tanınmıyordu ve belki O’nun kadar taşları kelimelerle anlamlandıramazdı ama Amerikan yapımı casus uçaklarının aralıksız dolaştığı ve iliklere işleyen kasım soğuğuna rağmen bir nebze ateşin bile yakılmadığı operasyon gecelerinde savaşçılarını nasıl ısıtacağını çok iyi biliyordu.
Komutan Marcos’un yazısını, ‘98 yılının baharında Avrupa’dan dağa gelen bir yeni savaşçının kendisiyle birlikte getirdiği ‘Le Monde Diplomatique’ isimli gazeteden almış ve arkadaşlarla birlikte bir kayalıkta oturup okumuştuk. Binbir zorlukla Almanca’dan tercüme ettiğimiz yazıyı kelimesi kelimesine anlayamamış olsak da, o zaman yazının ana teması çok hoşumuza gitmişti. Latin Amerika Gerillası’nın yaşamını ve onun doğayla ilişkisini çok güzel anlatan Komutan Marcos, taşların gerilla yaşamındaki yerine ağırlık verdiği yazısında sadece tek bir şeyi eksik bırakmıştı.
Eğer Marcos, Botan gerillasını ve onların ‘89 yılından beri dağlarda savaşan bu kadın komutanını da tanımış olsaydı, sanırım yazısına ‘taşlarla yatmak’ diye bir bölüm daha eklerdi.       
Çünkü, Çiçek Heval’in bu soğuk Botan gecesinde bana uzattığı bu taş, bu gece onunla yatmam için verilmişti. Yirmi yıllık gerilla yaşamında, Çiçek Heval’in böylesi geceleri ilk defa yaşamadığı her halinden anlaşılıyordu, taşı uzatırken. Sıcak ve düz bir taş seçmişti bana vermek için. Bense, arkadaşların, bazı geceler taşlarla yattığını sadece duymuştum. Ama şimdiye kadar böylesine soğuk bir geceyle karşılaşmamış ve böylesine üşümemiştim. Ve elime aldığım taşın ısısını hiç böylesine güçlü hissetmemiştim.
‘’Bizim çayımız da var, bir bardak iç, ondan sonra gidersin’’ dediğinde yanlarından ayrılmak üzereydim. Başka bir yerde olsaydım, bu çay teklifini nezaket gereği de olsa biraz düşünürdüm. Ve büyük ihtimalle de, gece yarısı kadın arkadaşların ortamını rahatsız etmemek için başka bir zamana ertelerdim. Ama bu Botan gecelerinde gerillanın tek keyfinin bir bardak sıcak çay olduğunu bildiğim için, Çiçek Heval’e bu sözlerini ikinci defa tekrarlatmadan yanlarına oturuverdim.
Kadın arkadaşlar çaydan önce közlerin üzerine kapattıkları battaniyenin bir ucunu da dizlerimi örtmem için bana uzattılar. Dizlerimi kapatıp sıcak çayımı da elime alınca, sanırım iştahla içmiş olacağım ki, karanlığı bir gülme dalgası sarıverdi. Başka bir yerde ve başka insanlarla birlikte olsaydım, sanırım çayı höpürdeterek içtiğim için de utanırdım.          
Ama arkadaşlarımın yanında çok rahattım. Ve Çiçek Heval’in ustaca dile getirdiği ‘’burada her şeyin bir tadı var, değil mi?’’ sözleri hemen yardımıma yetişmişti. Onların gülüşleri sürüyordu ama ben şu bıçak gibi kesen soğuğun altında içtiğim çaydan öyle bir tat alıyordum ki, verdikleri ikinci bardağı da hemen kabul ettim.
Aslında, kuzeye geçtiğim ilk günden itibaren Heval Çiçek’in bu tecrübe dolu ve bir o kadar da sade sözlerinin farkına varmıştım. Bir bardak çayı, bir lokma ekmeği, soluduğumuz havayı neden böylesine farklı hissettiğimi düşünmedim değil. Hayata dair her şeyin bir anda güzelleşmesi, en ufak ayrıntıların bile en değerli hallerine bürünmesi kısıtlı olmalarından kaynaklanmıyordu şüphesiz. Onları böylesine güzel hissetmemizin en büyük nedeni hayata hakkını veriyor olmakla ilgiliydi. Yaşamanın, yeryüzünde olmanın, insan topluluğu içinde yer almanın gereklerini yerine getiriyor olmak, yaşama dair her şeyi tatlandlandırıyordu.  
Hayattan tat almanın ona emek harcamaktan geçtiğini bütün herkes bilir ve dile getirir. Ama hayatın bu gerçeğini gerilla kadar güçlü uygulayan var mıdır, bilemiyorum.
Son olarak, bu düşüncelerimi Çiçek Heval’e söyleyip ama bütün bunları yazacağımı söylemeden, çay için teşekkür edip yanlarından ayrıldığımda sıcacık taşımı avuçlarımın arasında tutuyordum. Ait olduğum mangaya ulaştığımda arkadaşlarımın hepsinin çoktan uyumuş olduklarını gördüm. Yan tarafta kasım yağmurlarının hafiften ıslattığı kurumuş otların üzerine uzandığımda elimde tuttuğum armağanı nasıl kullanacağımı düşünüyordum.
Sıcak taşı önce ayaklarıma, sonra belime yerleştirdiysem de, en son göğsümün üzerine koymaya karar verdim. Gömleğimin fermuarını açtım ve taşı içeriye bırakıp kefiyemi de üzerime attım. Bir kaç dakika geçmemişti ki, taşın sıcaklığını soluğumda hissetmeye başladım.
Uykuya dalmadan kısa bir zaman önce, çocukken soğuk aldığımda yatmadan önce göğsüme sürülen o hoş kokulu ilacın ismini hatırlamaya çalıştım. Ama bir türlü hatırlayamadım.
Arkadaşlar uyandırdığında saat gecenin kaçıydı bilmiyorum ama deliksiz bir uyku çekmiştim. Hızla toparlanıp harekete geçtiğimizde günün ağarmasına daha çok vardı ve ben arkadaşlarımın arkasından koşarken buz tutmuş kuru otların üzerinde kayıp düşmemek için elimden geleni yapıyordum.
Çiçek Heval’in armağanının hâlâ göğsümde olduğunu yürüyüşe başladıktan çok sonra farkettim. Biraz soğumuştu ama ısısı hissediliyordu. Uyku taşımı gömleğimin içinden çıkarıp patikanın kıyısına usulca bıraktığımda sabaha az bir  zaman kalmıştı ve ben yaklaşmakta olan soğuk kış gecelerini nasıl karşılayacağımı artık çok iyi biliyordum.  *Botan’da yazıldı.



paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.