Halil SAVDA: Cizre'de vurulan barış ve umut...

Haberleri —

Cizre’de 27 Aralık ile 14 Ocak tarihleri arasında 3’ü çocuk 5 kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenler kimler, nasıl yaşarlardı, ne yaparlardı, aileleri ne düşünüyor? Barış’ın, Ümit’in, Yasin’in, Zeki’nin ve Nihat’ın birer fotoğrafını çektim; onları aynı karenin içine alarak sizin için bir tablo yapmaya çalıştım! Ailelerinin dilinden, onların anlatımlarıyla çocuklarını ve bu cinayetler ile devletin ne yapmaya çalıştığını ve neyi amaçladığını aktardım. Fotoğrafı onlar çektiler, ben bir çerçeveye yerleştirdim. Yaşamları ve anlatılanlar 40 yıldır Kürdistan’da yaşananların özeti gibi!


Arkadaşlarıyla dosttu, her şeyini paylaşırdı;


YASİN ÖZER 

Yasin’in Babası Halef Özer anlattı: "Çocukluğum ve gençliğim Güçlükonak’a bağlı Hêtma (Böcük) Köyü'nde geçti. Orada doğdum. 1990 yılında İdil’e geldik. Fakirdik ve biraz para kazanmak istiyordum. Bir de köyde çocuklarımı okutamıyordum; çocuklar okusun istedim. İdil’de üç yıl kaldık. İş olanakları sınırlıydı, bu nedenle 1993 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesine gittik. Sonra Cizre’ye geldik. O zaman Yasin 7 yaşındaydı. Ceyhan’da doğmuştu ve Türkçe konuşuyordu; Kürtçe bilmiyordu. 7 çocuğum var, Yasin üçüncü çocuğumdu. Cizre’de ilkokula başladı. Evimizin hemen yakınında Cumhuriyet İlköğretim Okulu var, orada okudu. Cizre’ye gelince manav dükkanı açtım. Yasin bazen benim yanımda çalışıyordu bazen de inşaatlarda demircilik yapıyordu. Pratik zekası vardı ve kısa zamanda Demir ustası oldu. Arkadaşlarıyla dosttu, her şeyini paylaşırdı." 

Halef’in kapısı 27 Aralık 2014 sabahı çaldı. Yasin’in bir arkadaşı kapıda duruyordu. Halefe kısık ve üzgün bir sesle, "Amca gel, Yasin’i vurdular" dedi. Giyindi, kapıdan gelen gençleri takip etti. Hiç konuşmadı. Sanki konuşmayı kendine yasaklamıştı. Biraz yürüdüler. Bir caminin avlusuna geçti. Yasin boylu boyunca uzanıyordu.

26 Aralık 2014 gecesi mahallede gençlerin bulunduğu çadıra iki kişi girmek istedi. Gençler ikisini durdurdular. Aralarında tartışma çıktı. Sonra etraftaki evlerin bazılarına yerleşmiş silahlı kişiler ve zırhlı araçlarla polisler, gençlerin üzerine ateşli silahlarla kurşun yağdırdı. Hizbullah ve polisin ortak provokasyonu ile Nur mahallesi ateş çemberine alınmıştı. 

Yasin’in bir arkadaşı şunu söyledi: "Hükümet Hüda-Par üzerinden bir kardeş kavgası yaratmak istedi. Böylece bizi sokağa çıkaramaz hale getirmeyi amaçladı. Ama biz bu oyuna gelmedik. Bu oyuna gelmeyince Polis zırhlı araçlardan açıktan Yasin’i hedef aldı."

Yasin, sabah saat 5 civarında uzun namlulu bir silahla göğsünden vuruldu. Kurşun kalbine isabet etmişti. Arkadaşları onu en yakın yerdeki camiye kaldırdılar. Daha 19 yaşındaydı ve orada hayatını kaybetti. 

Çocukluğundan beri gençliğin içindeydi ve her sokak eyleminde bulunmaya gayret ediyordu. Polisin olası bir operasyonunu engellemek için arkadaşlarıyla hendekler kazmıştı. Her gece mahallede nöbet tutuyordu. 

Yaşı ilerledikçe olgunlaşmış ve YDG-H içinde örgütlenmişti. Kendine olan öz güveni, emeği, fedakarlığı, pratik zekası ve dayanışmacı tavrı nedeniyle mahalledeki herkes tarafından tanınıyor, seviliyor ve saygı görüyordu.  


Barış istediğim için ismini Barış koydum;


BARIŞ DALMIŞ 

Anne Feleknas ve Baba Mehmet Halil Dalmış’ın 7 çocuğu oldu. Barış, 10 Haziran 1999'da Cizre’de dünyaya geldi. Dedesi Hacı Ali Uykur; "Barış, Öcalan’ın esir alındığı yıl doğdu" diyor. 

Baba Mehmet Halil, 3 Nisan 2014’te Öcalan’ın doğum günü vesilesiyle Urfa’ya giderken KCK üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı, tutuklandı. M. Halil tutuklanmadan önce Kurdi-Der Cizre Şubesi’nde yönetim kurulu üyesiydi. 

7 çocukları olan Barış ailesinin Jilvan isminde bir oğlu gerillada. 

Barış ailenin beşinci çocuğu. Dayısı Abdullah, Neçirvan ve teyzesi Zozan Uykur daha barış doğmadan gerillaya katıldılar ve orada hayatlarını kaybettiler. Dede Uykur; "Eğer Kürt kimliği inkar edilmeyip ve zulüm olmasaydı dağa çıkmazlardı" diyor.

Barış’ın büyükbabası Ramazan Uykur, Cizre'de korucubaşı Kamil Atak’ın oğlu Tamer ve üç kişinin silahlı saldırısında öldürüldü. Dede Hacı Ali Uykur o günü şöyle anlatıyor: "Ramazan ayıydı ve Ramazan oruçluydu. Vücuduna tam 64 kurşun isabet etti." Büyükbabası öldürüldükten altı yıl sonra yaşama gözlerini açan Barış, bu hikayelerle büyüdü. 

Ailesinin ve çevresinin yurtseverliğinden etkilenen Barış, daha 7-8 yaşlarındayken sokakta yapılan yürüyüşlere katılmaya başlamıştı; gaz bombası, zırhlı araçlar ve jop artık ona aşinaydı. Daha o yaşlarda devletten kopmuştu; bu nedenle 8 yıllık temel eğitimden sonra okula gitmedi. 

Barış, Yasin’i tanıyor ve ona hayranlık duyuyordu. Büyüdüğünde onun gibi olmak istiyordu. Aynı şekilde öldürüldü. Yasin’in vurulduğu gün öğleden sonra bir keskin nişancı tarafından vuruldu. Hastanedeyken hayatını kaybetti. 

Yasin, sakin ve herkesle anlaşabilen bir çocuktu. Arkadaşları, komşuları ve ailesi tarafından seviliyordu. Komşusu Ömer Küçük; "Çok iyi bir çocuktu, kimseye zararı yoktu" diyor.  

Dedesi "Çocuklar öldürülmez" dese de barış öldürüldü. 

Dede devamla, "İnsanlar birbirlerini sevsin diye uğraşmalı devlet. Çocuklarıma taş atıyor, panzer kurşun sıkıyor. O taş panzere değse ne olacak! Başbakan eğer başbakan olsaydı, bizi bir tutardı. Huso Şelala’nın torunuyum. Huso Şelala Çanakkale’de savaştı. Çanakkaleyi Huso Şelala aldı. Ama şimdi devlet Huso Şelala’nın torununu öldürdü. Daha ne zamana kadar bizi öldürecekler, yetmedi mi?"  

Teyzesi Fatma Öğen: "Dilinizi bilmiyoruz; neden dilimizle konuşalım istemiyorsunuz? Haklarımızı istiyoruz diye çocuklarımızı öldürüyorlar. Başımızı kaldırsak vuruluyoruz. Barış diyorlar, bizi vuruyorlar."

Anne Feleknas ise; "Hendekler olmasaydı şimdi Barış gibi daha çok çocuk öldüreceklerdi. Barış istediğim için ismini Barış koydum. Barış’ı öldürdüler" diyor.


"Kefenin cebi yok ki, parayı ne yapayım"


ZEKİ ALAR 

Zeki Alar’ın doğum tarihi sonradan nüfusa kaydedilen birçok Kürt gibi kütüğe 01/01 olarak kaydedilmiş. Zeki, 1982’de Cizre’de dünyaya geldi. Evli ve en büyüğü 7, en küçüğü 1 yaşında 3 çocuk babası. En büyük oğlunun ismi Mehmet Emin; dedesinin ismini vermişler. Nizar ise 5 yaşında. Zeki ilkokul mezunu… 

Baba Mehmet Emin ve Naile 1979’da Cizre’ye geldiler ve 9 çocukları oldu. Bir çocukları 90’lı yıllarda gerillaya katıldı. Oto tamiri yapan baba çocuklarına da aynı mesleği öğretti. Zeki babasının yanında çırak olarak başladığı oto tamiri mesleğini vurulduğu 27 Aralık 2014’e kadar sürdürdü. 

Zeki, Barış Dalmış ile aynı mahallede yaşıyordu ve ailesi ile komşuydu. Barış vurulunca aile ile birlikte hastaneye koştu. Gece geç saatlere kadar hastanede kaldı. Arabası ile birlikte evine doğru gelirken İdil yolu üzerinde bulunan petrol istasyonuna yakın aracını durdurdu. Gece saat 12:00 civarıydı. Ablası Halide’nin anlattığına göre, tam aracından inerken uzakta duran bir zırhlı polis aracından uzun namlulu silahla ateş edildi. Orada yaralandı. Zeki’nin yere düştüğünü görenler,  hemen alıp hastaneye kaldırdılar. Cizre’de  esnaflık yaptığından herkes tarafından tanınıyordu. 

Abla Halide yaşananları şöyle anlatıyor: "Hastanede yoğun bakıma alındı, orada gördüm. ‘Nasılsın’ dedim, ‘İyiyim’ dedi. Kan kaybediyordu. Darbeyi karaciğerinden almıştı. Hastanede göğüs uzmanı olmadığından Mardin’e sevk edildi. İki saat ambulans bekledik. Ambulansta Zeki’ye eşlik etmek istedim, polisler izin vermedi. Ambulansa polisler ve hemşire bindi. Biz de araçla takip ettik. Ambulansta polisin onu sarsmasından veya başka bir şey yapmasından şüpheleniyorum. Ambulanstan inince de konuşuyordu ama durumu kötüydü. Ameliyata alındı, sonra Diyarbakır’a sevk edildi. Doktoru ‘hayati tehlikesi var’ dedi. Aktif kanaması vardı. Konulduğu oda hijyenik değildi. Orada Zeki’yi gördüm. Gözleri kapalıydı. Onunla konuştum: ‘Güçlü ol kardeşim. Çocuklar vurulduğunu bilmiyorlar. Mehmet Emin evde seni bekliyor. Sen güçlü ol, bize yardımcı ol’ dedim. Gözlerini açtı, başını kaldırdı. Zeki yaşamak için direniyordu. Sonradan yarası enfeksiyon kapmış dediler. Yoğun bakım ünitesine kaldırıldı. Enfeksiyon ilacı hastanede olmadığından İzmir’den getirdik. O zamana kadar uzman doktorlar yılbaşı tatiline gittiler."

Zeki Alar, 4 Ocak 2015’te Diyarbakır’da hayata gözlerini yumdu.  

Abla Halide: "Çocukken bodrum katlarında büyüdük. Hayatımız hep silah sesleriyle geçti. Böyle hep yetim ve kurşun sesleriyle mi yaşayacağız? Zeki ile abla kardeş olmaktan çok iki yoldaştık. O benim her şeyimdi; sırdaşımdı. Zeki gidince çocuklarını yetim bırakmadı; beni yetim bıraktı." 

Zeki’nin eşi Evin Alar, hayat arkadaşını şöyle anlatıyor: "En küçük oğlumun ismi Mevlüt. Babasının mevlüdünü yedi.Çocuklarımın sadece babası değildi aynı zamanda arkadaşlarıydı. Nerde güzel bir şey görse alırdı. Paylaşmayı ve dayanışmayı seviyordu. Hep ‘Kefenin cebi yok ki! Parayı ne yapayım’ derdi. Güzel anılarını ve hayallerini bize bıraktı ve gitti."

 

Bana bir daha el sallayamayacak


ÜMİT KURT 

Baba Abdullah 1973’te Güçlükonak’a bağlı Hêtma (Boncuk) köyünden Cizre’ye gelmiş. İlk geldiğinde kömür alım-satımı yapmış. Evlenmiş. 

Abdullah ve Nafiye’nin 9 çocuğu oldu. Ümit 2000 yılında doğmuş. Ümit’in nüfus cüzdanı kayıp olduğu için doğum gününü bilmiyorlar. 

Önceleri ekonomik durumları iyiydi. Baba yıllar içinde hasta düşünce artık çalışamaz duruma geldi ve işleri kötüye gitti. Her geçen gün fakirleşti.

Ümit Kurt, başka çalışanları olmadığından evin ekonomisine katkıda bulunmak için liseyi terk etti ve çalışmaya başladı. Anne Nafiye Kurt anlatıyor: "Ümit daha ilkokul okurken çalışmaya başladı. Boyacı ustalarının yanında çıraklık yapıyordu. Bazen Irak’a gidiyordu. Yazları ise batı şehirlerine fındık toplamaya gidiyordu. 6 Ocak sabahı ‘İşe gideceğim’ dedi. Çıkarken bana sarıldı. Hiç böyle sarılmamıştı. Merdivenlerden aşağıya indi. Balkona çıktım. Aşağıdan bana baktı, el salladı."

6 Ocak 2015'te HDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın Şırnak valisi ile görüşmesi sonrasında hendekler kapatılmaya başlanmıştı. 27 Aralık’ta başlayan olaylar ve gerilim dinmişti. Aynı günün akşamı Polis zırhlı araçlarla mahallelere operasyon için girdi.

Ümit, Cudi mahallesindeki evine doğru geliyordu. Cizre en sakin günlerinden birini yaşıyordu. Ortada ne bir olay ne de taş atanlar vardı. Ziraat Sokağı'na geldiğinde Akrep tipi polis aracını gördü. Yürümeye devam etti. Sokağın ortasına geldiğinde makinalı tüfek sesleri geldi. Ümit orada düştü; sırtının sağ tarafından giren kurşun sol göğsünden çıkmıştı. 

Ümit vurulunca, 27 Aralık’ta hükümetin polis ve yerli paramiliter güçlerince yakılan ateş yeniden alev aldı. 

Baba yaşananları şöyle anlattı: "Evde oturuyorduk, bize telefon geldi. ‘Ümit yaralı’ dedi. Hemen hastaneye gittik. ‘Ümit öldü’ dediler. Beni alıp morga götürdüler. Hastanede çalışanlar arkadaşlarına demişler ki ‘Ümit boyacı elbiseleriyle getirildi buraya ama sonra gerilla elbiselerini koydular yanına. Böylece ‘Bak işte bir terörist öldürdük’ diyecekler. 8 Ekim 2014’te polis tarafından atılan gaz fişeği ile Ümit göğsünden vuruldu. Yaralandı. Üç ay sonra 6 Ocak'ta bu kez oğlumu öldürdüler. Evlat acısı aynı ama bu çocuk başkaydı."

Anne Nafiye: "Barış yalan. Hendekler kaldırılsın deniyor, oysa hendekler olmasaydı Ümit gibi hepimizi bu sokaklarda avlayacaklardı. (…) Çok değerli bir çocuktu. Delalimin hakkını istiyorum. Oğlum Kürt olduğu için öldürüldü. Benim yüreğim yandı, başkasının yüreği yanmasın. Oğlumun katili devlettir. Kaç yıldır barış diyorlar IŞİD’i Kobanê’ye sürdüler; Barış dediler Hizbullah’ı Cizre’ye sürdüler. Bizi kandırıyorlar.

"Ümit gitti. O gidince barışa duyduğum ümit de tükendi. Bana bir daha el sallayamayacak." 


"Okula gitmeyeceğim, Kobanê’ye gideceğim"


NİHAT KAZANHAN 

Nihat’ın ailesi 1994 yılında Cizre’ye göç etti. 

Babası Mehmet Emin, "Cizre’ye geldiğimde daha çocuktum ve evlenmemiştim" diyor. 

Dede Ali Kazanhan Cizre’ye göç etme öyküsünü şöyle anlatıyor; "Biz Siirt’liyiz. Eruh’a Başlı Aval (Tünekpınar) köyünde oturuyorduk. Bize geldiler ‘Ya korucu olacaksınız ya da köyünüzü yakarız’ dediler. Korucu olmadık. Hepimizi köyden kovdular. 20 yıldır köyde tek insan yok. Civar köylerin belki 100 tanesi korucu olmadığı için bizim gibi göç etti. (…)  Diyebilirim ki bizim köyden askerlerin gözaltına almadığı ve işkence etmediği tek bir erkek yok. Kürt olduğum için oluyordu bu. Kürtlerin hakları gasp edildiği için birçok akrabamız, komşumuz ve köylümüz dağa çıktı. " 

Nihat 3 Ocak 2003’te Cizre’de dünyaya geldi. 

Ayşe ve Mehmet Emin’in 10 çocuğu oldu; Nihat beşinci çocuklarıydı. Baba M. Emin; "Tır şoförüyüm o nedenle eve ender geliyordum. Hep yolda olduğumdan çocuklarımla ilgilenemiyorum. Nihat Fenerbahçeliydi ve futbolu seviyordu. Güvercinleri çok seviyordu, onlarla zaman geçirmek hoşuna gidiyordu." 

Nihat 2014 yılı başlarında evlerinin sokağında arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Zırhlı bir polis panzeri onlara yanaştı. Dört arkadaşıyla polisler tarafından zorla panzere bindirildi. Polisler çocukları aracın içinde tartaklamaya başladılar. Çocuklara "Bize taş atıyorsunuz, büyüyünce terörist olacaksınız" dediler. Polislerden biri belindeki kasaturayı çıkardı. Kasaturayı Nihat ve arkadaşlarına göstererek, "Bize bir daha taş atarsanız pipinizi keseceğim" dedi. Çocuklardan en küçüğü Nihat’tı. Nihat  korkudan titremeye başladı. Yere düşer gibi oldu; altına işedi. Polisler dalga geçmeye başladılar. Nihat daha çok korktu. 5 çocuğu Cizre Emniyet Müdürlüğü karakoluna götürdüler. Ancak gece yarısı ailesi haberdar edildi. Baba evde olmadığından amcası emniyete gidip Nihat’ı aldı. Nihat eve geldiğinde yüzü solgundu. Annesinin tüm ısrarlarına rağmen yaşadıklarını anlatmadı. Hep sustu. 

Baba Mehmet Emin, Nihat’ın durumunu şöyle anlatıyor; "Nihat çok korkmuştu. Davranışları değişmeye başladı. İçine kapanmıştı. Ne yaşandığını bilmediğimiz için ne yapacağımızı da bilmiyorduk. Sonra arkadaşları o gün polis zırhlı aracından yaşadıklarını paylaşınca durumun farkına vardık ve Nihat’ı Şırnak’a psikoloğa götürdüm. Nihat ilkokul 6. sınıfa gidiyordu. Yaşadıkları ardından son dönemlerde okula gitmedi. Oysa zeki bir çocuktu."

Annesi Ayşe; "Nihat’a okula gitmesi için çok ısrar ettim. Benim ve babasının tüm çabasına rağmen okula gitmedi.  Psikolojisi iyi değildi, bu nedenle daha fazla ısrar etmedik. Bir gün bana dedi ki ‘Okula gitmeyeceğim, Kobanê’ye gideceğim’."

Dedesi ise Nihat’ın vurulmasını ve yaşananları şöyle anlattı: "Nihat öğleden sonra saat dört gibi polisin attığı ateşli bir silahla vurulmuş. Bize haber gelince hemen hastaneye gittik.   Nihat’ın vurulduğu yer hastaneye 400-500 metre, Jandarma karakoluna 100 metre uzaklıkta. Emniyet Müdürü hastaneye geliyor ama gidip Nihat’ın vurulduğu yerde inceleme yapmıyor. Ancak 4 gün sonra olay yeri inceleme ekibi gidip inceleme yaptı. Devlet failleri açığa çıkartmak istemiyor. Eğer failler açığa çıksın isteselerdi ilk gün Efkan Ala, Ahmet Davutoğlu ‘Polisimizin Nihat’ın öldürülmesiyle ilgisi yok’ demezdi. Eğer failler açığa çıksın isteselerdi, dosyada gizlilik kararı verilmezdi. Tanıklar konuşmamış, vurulduğu anın görüntüleri basına sızdırılmamış olsaydı, olayın üzeri kapatılacaktı. (…) Olay esnasında orada çobanlık yapan bir tanık vardı. Yaşananları ayrıntılarıyla görmüş. Çoban, ’Zırhlı araçtan üç polis indi. Top sakallı ve kel bir polis uzun namlulu silaha dürbünü taktı. Nişan aldı ve ateş etti. Sonra Nihat yere düştü’ dedi." 

Annesi Ayşe Kazanhan; "Öğlen eve geldi. ‘Anne Yumurta var mı?’ dedi. O gün evde yumurta yoktu. 1 lirasını cebine koydum, evden çıktı. Delalimi son görmemdi. Ona bir gül gibi baktım. Bebekti, onu yere koymaya kıyamazken, bana cesedini getirdiler."

Yasin’i, Barış’ı, Zeki’yi, Ümit’i ve Nihat’ı öldüren devlet, Kobanê ile oluşan özgürlük direncini yok etmek istedi. Çocukları öldürerek tüm kadın ve erkeklerin yaşama hakkını elinden alıyorlar. Devlet böylece Kobanê’deki özgürlük umudunu yok edeceğine inandı! Ancak Nihat’ın okula tercih ettiği Kobanê, özgürlük hayalini her geçen gün büyütüyor!

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.