Hasankeyf’te Gençlik Kampı!

Geçen hafta sonu (28-30 Eylül 2012) Hasankeyf’te 120’den fazla insanın katılımıyla ‘Hasankeyf Gençlik Kampı‘ düzenlendi. Ağırlıklı üniversite çağında gençlerin katılımıyla Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, inşaatı hızla devam eden Ilısu Projesi’ne karşı faaliyetleri yeniden güçlendirmeyi amaçlıyor. Geçen ilkbahardan bu yana, bölgeye sosyal, kültürel ve ekolojik açıdan büyük yıkım getirecek Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesini protesto etkinlikleri fazla olmadı. Bu durgunluğu aşmak hedefiyle, başarılı şekilde organize edilen kampta birçok tartışma yürütüldü ve gelecekte yapılabilinecek faaliyetler ele alındı.
Kampın çadırları Hasankeyf’te çardakların son iki yılda taşındığı alana Dicle nehirinin hemen kenarına kuruldu. Çardaklar daha önce büyük kayanın üstündeki kalenin altında nehirin dibindeyken, 2010 yılında bir kaya düşmesi gerekçe edilerek bu yeni bölgeye taşınmasıyla halkın turizmden elde ettiği gelir de düşmüş. Kamp boyunca devletin Hasankeyf’i zamanla bitirme politikasını sürekli hissediyorduk.
Cumartesi (29 Eylül) sabahı tartışmalar “Barajların Toplum, Kültür ve Doğal Hayat Üzerine Etkileri” başlıklı açık oturumla başladı. İlk önce Yukarı Mezopotamya’nın dört bir yanındaki baraj ve HES projelerin etkilerini ve yürütülen mücadeleleri o bölgelerden gelen insanlar anlattı.
Ancak Mezopotamya’ya geçilmeden Antalya’daki Alakır Vadisi’nden kampa gelen bir aktivist söz aldı. 2007’den beri 8 HES projesine karşı güçlü bir kampanyanın olmasına rağmen vadideki 8 HES inşaatından 3’ü bitmiş durumda. Alakır direniş örneği normal bir durum değil, çünkü projelerin durdurulamamasının belki de en önemli nedeni aktivistlerin dışardan o vadiye yerleşmeleri ve yerel halk ile iyi ilişkileri kuramamasında yatıyor. Yerel halk HES’lerden olumsuz etkilenmelerine rağmen aktivistler kadar projelere eleştirel bakmıyorlar.
Şirnex-Cizîr ve Colemêrg’den gelen katılımcılar Irak sınırında yapılan ve ‘güvenlik barajı’ olarak adlandırılan 11 projeden bahsettiler. Güvenlik terimi ile kastedilen barajların doğrudan ve sadece Kürt gerillalarına karşı araç olarak kurulmasıdır (bölgedeki diğer bararjların en azından bir ekonomik amacı da var). Bu anlatımda en çok ilgi çeken boyut şuydu: „Bölgedeki barajlar güvenlik barajları. Şırnak genelinde inşaa edilmekte olan 11 baraj mühendisler, firmalar tarafından değil doğrudan askerler tarafından planlanıyor. Bölgeye gelen üst rütbeli askerler vadilere ve tepelere bakarak barajın nereleri su altında bırakması gerektiğine karar veriyor. Planlanan iki baraj ise Roboskî’yi su altında bırakacak. Devlet siyasetle örtemediği Roboskî katliamını suyla örtmeye çalışıyor.“
Dêrsim’deki barajlara da bir aktivist değerlendirdi. Dêrsim’de mücadele, planlanan toplam 20’nin üstündeki baraj ve HES’e karşı en az 13 yıldır sürüyor ve kısmen başarılı. Ancak Uzunçayır barajın 3 yıl önce su tutması ve kent merkezine kadar yayılması sorunu çok ciddi hissedilmesine neden oluyor (nem oranın yükselmesi, iklimin değişmesi, hastalıkların artma riski). Bu bölgede ekolojik ve sosyal yıkımların yanında ön plana çıkan noktalardan biri kutsal sayılan mekan ve toprakların su altında kalmasıdır. Halk barajları 1938’den sonra bölgedeki ikinci jenosit olarak yorumluyor.
‘Güvenlik barajları’ ve Dêrsim örneğinin açıkça gösterdiği, bölgemizdeki barajların çoğunluğunun askeri ve asimilasyon amaçlı olduğudur. Bu devletin baskıcı politikası ve 28 yıldır devam eden çatışmalı ortamdan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Yine tartışmalarda ön plana çıkan başka boyut insan-doğa ilişkisidir. Toplumun acil yeni bir paradigma ile doğaya yaklaşımını sosyal ve ekolojik olarak yeniden düzenlemesi lazım.
Ilısu Projesinin tehdit ettiği Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ndeki 199 köyden de elbette bahsedildi. Daha önceki yazılarda projeye değinildiği için son durumu burda aktaralım: Ağustos ayının sonunda Ilısu Barajı’nın tünelleri bitti, Dicle nehri yatağından alınmaya başlandı ve baraj gövdesinin inşaatı başladı. Son 2-3 haftada kamulaştırma faaliyetleri su altında kalacak tüm köylere yayılmaya başlandı. Yani belki de en kritik aşamaya gelindi diyebiliriz. Artık güçlü bir atakla harekete geçmek fazlasıyla şarttır. Bölgedeki toplum şimdi ayağa kalkması gereklidir yoksa 3 yıl sonra su tutulunca gösterilecek tepkiler samimi olmaz.
Kampın temel amacı da zaten budur: Bölgede, özellikle de Batman, Siirt, Amed ve Kerboran/Güçlükonak’ta, yeni aktivistlerin halkla birlikte Yukarı Mezopotamya coğrafyası ve toplumun son onyıllarda bir tek projeden göreceği en büyük yıkımına karşı durmak!
