Hayatımda iz bırakan küçük manzumeler


Daha 5 yaşımdayken, benden büyük oyun arkadaşlarımla birlikte kayıtsız olarak ilkokula başlamış ve ders yılının ikinci yarısında Köy Enstitülü öğretmenimiz tarafından asli öğrenci olarak okula kaydedilmiştik. Oysa yasalara göre bu mümkün değildi ve 10 yaşımda ortaokula kaydolmak istediğimde de problem çıkmıştı. Ancak politikacı ve tahsildar olan babamın desteğiyle tüm bu engelleri aşabilmiştim.
Kuşkusuz başkaları gibi benim yaşamımda da iz bırakan olaylar ve kültürel tanıklıklar oldu. Bu sosyokültürel tanıklıkları çocukluk, okul, ilk gençlik ve üniversite yılları olarak bölümlemek gerekiyor.
Sözgelimi, daha “Türkçe’nin T’sini” bilmediğim çocukluk yıllarımın Xizir günleri olarak adlandırılan yılbaşı günlerinde, bir köy seyirlik oyunu gibi yeni yıl kutlamalarına tanık olurduk:
Sarê sale binê sale
Xizir nêvanê vê malê
Daxwaza xêr u xweşiyê
Ev daniya kal u pîrê
Bu dönemlerde bende iz bırakan bir başka manzum söylem ise Kurmancî bir “gulbang” idi:
Destek gulî minî zer e
Minî çîne berveber e
Va cara me ge İmam Cafer e
Destek gulî minî reş e
Minî çîne marş wa marş a
Va cara me ge Ocaxa Şixreş e
Destek gulî minî spî ye
Minî çîne pî we pî ye
Va cara me ge Temûrê Millî ye.
İlk gençlik yıllarımda bende derin iz bırakan kilamlar, daha çok “sosyal isyancı“ kategorisindeki halk önderlerine yakılan şîn kilamlarıydı. Tabii bunların en önde geleniyse 1915’te Harput’ta kalleşlikle idam edilen Kasımoğlu Memedali ile ilgili olanlardı. Bugün elimizde birçok versiyonu bulunan bu kilam, adeta bir efsaneyi hatırlatıyordu.
La qonaxan aw girkirin
Dayik xongan hizmat kirin
Şon namini la ve davlate
Çav la Qasimoxlu gawr kirin
Mamo Mamo Mamadali
Tu ba salan pirî zar i
La dujmuni vî çirkirye
Askarê dujmunyan bila kirye.
Kasımoğlu Memedali üstüne yakılan şîn kilamlarının yanına sonradan Meyrik ve Husna Can kilamları da eklenmeye başlamıştı. Üniversiteyi bitirdikten bir yıl sonra, 1971’de Meyrik ağıtlama/kilamını ilk kez Çiğilli Aşık Turabi’den dinlemiştim. Turabi’nin yaktığı kilam, yörede büyük etki yaratmış ancak Nurşani’nin yaktığı Türkçe-Kürtçe ağıt daha da yaygınlaşmıştı.
Buna daha sonra yine bir ağıtlama/kilam olan Husna Can eklenmişti. Meyrik gibi erken bir ölümle noktalanan Husna’nın acıklı hikayesi de İç Toroslar’da büyük bir etki yaratmıştı. Sonraları Garip Dost tarafından meşhur edilen bu kilamın bir versiyonu şöyleydi:
Wan fistanan li xwe meke
Ba sar xwe da mêzi meke
Omrê min î dawpenç salî
Da dû xwe da tava meke
Were lê lê Husna Canê
Husna buka Kistikanê
Dana Kistikan bo şeş mehanê
Were lê lê derd giranê
Sarız yöresinde ünlenen bir başka kilam ise, “kilamê Bizine” idi. Bu bir keçiye atfedilse bile bir “iş türküsü” değil, esas olarak bir sevda kilamı -yani “kilamê êvîne” idi. Çünkü kimi imgeleri başkaca aşk kilamlarına benziyor, kimi dizelerse doğrudan sevgiyi çağrıştırıyordu:
La Malatyê îpek badan
La Antabê tambur dadan
Mirim mirim Aşê mirim
Mirim Aşê por raşê mirim
Bancê zirav minê minaran
Az qurbanim çiçikê minê hinaran
Saba ta nebû saba kê bû
Az firyam da sê zinaran
Çok sonraları Beser Şahin’in Erkan Korkmaz’dan alarak okuduğu “Tu Ne Royî” adlı sevda kilamı da gençliğimizi kuşatan yüzlerce kilamdan biriydi. Aslında İç Toroslar’da yaygın bir tür olan ve Kürtçe’de “dûrik” veya “çarîn” olarak adlandırılan sevda kilamları, bölgede yaratılan halk edebiyatının en yaygın türlerinden biridir. Bunların alttaki örnekte görüldüğü gibi iki dörtlüğü bile bir sevda kilamına (kilamê dil) yetmektedir:
Tu ne royî tu ne şevî
Kî goytiye çi, tu direvî?
Emirê min li ser te çûye
Vijdan bika, carkê were
Ku goytiye çi, ber mekeve
Vî canê mi lêlê li min darmeke
Lê seba te ez bûme dîn
Vijdan bika, carkê were
Şah Sultan’la Karşılaşmamız
İç Toroslar geleneksel Kürt halk şiirinin önemli isimlerinden biri olan Şah Sultan’la ilk kez 1973 yılında İstanbul’da, ablamın evinde karşılaştık. 1972’de yazmaya ve o yıl söylemeye başlamıştı. Aslen Elbistan’ın Nargele köyünden olan Şah Sultan, bugüne kadar 250 dolayında Kurmancî kilam yapmış durumda. 2011’de Berlin’de yayımlanan 654 sayfalık Divan’ının yarıya yakını Kurmancî eserlerden oluşuyor. Bugüne kadar 6 müzik albümü yaptığını biliyoruz. “Elbistan Kültür Komitesi” adına hemşerisi birkaç ozanla birlikte yaptığı ortak “Rêç” (İz) albümüne, biz de bir yazıyla katkıda bulunmuştuk.
O tarihe kadar İç Toroslar’da yetişmiş eski, orta ve genç kuşaktan birçok şair, ozan ve aşıkla tanışmıştım. Bunlar Kürtçe söyleseler de eserlerini daha çok Türkçe olarak icra ediyorlardı. Ancak Şah Sultan neredeyse tümden Kurmancî söylemesiyle de bunlardan ayrılıyordu ve bu özellik onun için bir ayrıcalık oluşturuyordu. Yörede işlenen birçok önemli temayı o da kendi üslubuyla işlese de çoğu eseri kendine özgüydü ve tam bir geleneksel söyleyiş tarzındaydı. Biz burada yüzlerce eserden yalnızca birine yer vermekle yetineceğiz:
Çimo ame darbadarin
Oy oy dayê xarîb dayê
Am ja havda bê xabarın
Oy oy dayê xarîb dayê
Kas dardê kasî nobîni
Oy oy dayê xarîb dayê
Av dawrona qa nomîni
Oy oy dayê xarîb dayê
Dostê sadiq endi namon
Oy oy dayê xarîb dayê
Mîno boki hot çû zamon
Oy oy dayê xarîb dayê
O sıralarda eşkıya türkü ve ağıtları üstüne çalıştığımı söylediğimde, bugüne kadar sakladığım şu dörtlüğü oracıkta söylemiş ve bana yazdırmıştı:
Azê tim la çiyaki bim
La yayle wa giyaki bim
Savê xatirê ta rinde
Azê ba eşqiyaki bim
İngiliz Binbaşı Noel’in öğrettiği...
20. yüzyılın başlarında büyük bir karmaşa içindeki Ortadoğu’da önemli görevlerde bulunduktan ve önce Güney Kürdistan’da Refik Hilmi Bey’den, ardından da Musa Anter’in kayınpederi Kürt şairi Abdurrahman Rahmi Zapsu’dan Kürtçe dersleri aldıktan sonra, içlerinde Celadet, Kamuran Bedirxan kardeşlerle Ekrem Cemil gibi Kürt aydınlarının da bulunduğu 17 kişilik bir heyetle 1919’da İç Toroslar’da bir inceleme gezisi yapan Binbaşı Noel, bu geziden bir yıl sonra 1920’de Güney’de yayımladığı “Kürdistan-1919” adlı günlüklerden oluşan önemli eserinde, İç Toros aşiretlerinin tarihsel, sosyokültürel yapısı konusunda son derece önemli bilgiler verdiği gibi bazı Kurmancî kilamlara da yer verir. Daha sonra Xoybûn’u kuran Bedirxanlar’ın öncülüğünde çıkan Kürt kültür dergisi Hawar’da da “Loriya Fatê” adlı bu kilama yer verilir. (Sayı: 27/1941)
Kürt aydınları bu önemli geziyi birkaç sayfalık bilgiyle geçiştirirken Noel, üç aylık geziyi bir kitap halinde yayımlamış ve özellikle İç Toros aşiretleri konusunda önemli bilgiler vermişti. Aşiretler bölümünü ilk kez 1990’lı yıllarda İngilizce’den çevirterek notlayıp yayımladığımız bu eserdeki Kurmancî şîn kilamı, bir annenin beşikte büyüyüp ölen kızı üstüne yaktığı bir ağıttı:
Dergûşa min ji dêr e
Min daye kewê êr e
Ez çi bikim ji vê dergûşê
Dergûşeke bê xêr e
Lorî, lorî, dergûş lorî!
Lorî dikim lori naye
Ê sewi ye kedi nabe
Ê ariya aşi nabe
Lorî, lorî, dergûş lorî!
Mi dest daye hawirdorê
Mi rebenê li min korê
Celad dike l’dila zorê
Lorî, lorî, dergûş lorî!
Dergûşa min l’ber tifik e
Li teniştê yek kitik e
Sêwî tê de hilkehilk e
Lorî, lorî, dergûş lorî!
Türkçesiyle söylersek:
“Beşiğim ahşaptandır/ Ocağın yanına koydum/ Ne yapayım bu beşiği/ Kötü kaderin beşiği bu/ Salla beşiği salla/ Ninnimi söylüyorum, uyusun diye/ Biliyorum ki uyumayacak/ Öksüz olmaya mahkum, kimsesiz/ Ağlıyor ve teselli olmayacak/ Onu kollarıma sarıp koruyacağım/ Zalimler burada/ Yüreğimizi baskı altına alan/ Salla beşiği salla”
Üstte de belirttiğimiz gibi Noel, bu üç aylık geziyi kapsamlı bir kitap haline getirmiş ancak Kürt aydınları eserlerinde birkaç sayfayla geçiştirmişti. Neyse ki Noel ve benzeri Batılı aydınlardan folklorun bir halkın kimlik bulmasında ne denli önemli olduğunu anlayarak bu ve benzeri birçok folklor ürününe daha sonra yayınlarında yer vereceklerdi.
Bu bağlamda Kürt dilbilimci Zana Farqinî’nin “Ağıtlar eşliğinde oynar olduk” başlıklı son derece anlamlı yazısındaki şu belirleme, konumuz açısından da ayrıca önemlidir: “Avrupa’da halkların folklorik değerleri ulusalcı aydınların gözünden kaçmamıştır. Bu folklorik değerleri derleyip onlar üzerinden hem kendi halklarına seslenmeye hem de ulusal kimliklerini perçinlemeye çalışmışlardır. (...) Yirminci yüzyılın başlarında İstanbul’da çıkan Kürt dergi ve gazetelerinde, ulusal fikirlerden etkilenen Kürt aydınları da folklorun önemine dair makaleler yazıp dikkatleri bu konuya çektiler. Zaten bu gelenekten gelen Bedirhani kardeşler, Celadet ve Kamuran Ali Bedirhanlar da çıkarmış oldukları Hawar, Roja Nû ve Ronahî’nin sayfalarını bolca Kürt folkloruna, yani halk sözlü edebiyatının türlerine ve şarkılarına ayırdılar. (...) Siyasal mücadeleler toplumu sadece tek yönlü etkilemiyor. Kültürü de, sanatı da, örf-adetleri de, davranış kalıplarımızı da derinden etkiliyor. Onun için ağıtlar eşliğinde halaya da duruyoruz. Özel şartların özel durumudur bu. Zaten böylesi durumlarda‚ ‘şîn û şahî cêwîk in’ (yas ve eğlence ikizler) demiyor muyuz?!” (Bkz. Yeni Özgür Politika, 02.03.2015)
Çocukluğumdan beri hayatımı kuşatan bu manzumelerin ne ölçüde beni dönüştürdüğünü kuşkusuz bilemem. Ancak yaşamımda önemli bir iz bıraktığını yukarıdaki birkaç örnek bile göstermeye yetiyor. Hele 1973 yılından beri bir Kurmancî dörtlük saklanıyorsa, heralde bunun bir anlamı olmalı. Bu durumun teorik izahı ise heralde Zana Farqinî’nin üstteki belirlemesinde saklı...
MEHMET BAYRAK
