Hayatlar çalınmadan hayaller buluşsun

Haberleri —

2011 yılından beridir aktif olarak içinde yer aldığı vicdani ret mücadelesinin her alanında var olmaya çalışan Merve Arkun ile kadınların vicdani ret mücadelesindeki konumlanmasını konuştuk. “Kadınların aktif olarak bu mücadelenin birer parçası durumuna gelmesi, hem vicdani reddin toplumsallaşması hem de hayatlarımıza sinmiş militarizmin yok edilmesi açısından çok kıymetli” diyen Arkun, varoluş ve özgürlük mücadelelerinin öz savunmaya dayalı mücadelesini de desteklediğini ifade ediyor.


Vicdani ret kadınlar açısından nerde duruyor?

Bizler 2011 yılında ilk kez örgütlü bir biçimde Vicdani Retçi Kadınlar ismiyle çalışmalar yapmaya başladığımızda, önümüze en büyük sorunsal olarak militarizmi almıştık. Vicdani ret her ne kadar “zorunlu askerliğin reddi” olarak tanımlansa da, biz Vicdani Retçi Kadınlar olarak zorunlu askerliği bütünlüklü militarist kültürün yalnızca küçük bir parçası olarak değerlendirdik. Ve bu noktada da vicdani ret açıklamalarımızla, aslında bu bütünlüklü militarist kültürü reddettik.
Kadınlar olarak bu topraklarda her ne kadar askere gitme zorunluluğumuz olmasa da askerliğin de temelinde yatan militarist kültür, yaşamlarımızın her noktasına sızmış vaziyette. Yani aslında her birimizin vicdani reddini açıklaması sokakta yürürken tacize-tecavüze maruz kalma tehdidine karşı, erkek şiddetine karşı, devletin kadın kimliğimizi yok saymasına karşı birer reddedişti. Çünkü bu topraklarda kadınlar, doğdukları andan itibaren toplumsal cinsiyet rolleriyle baskılandı; anne, sevgili, kızkardeş olarak erkekler ve “erk” şiddet tarafından kimi zaman yok sayıldı, şiddete maruz kaldı, kimi zaman ise katledildi. Militarizm örgütlü şiddet demektir ve kadınlar (ne yazık ki) bu şiddeti hayatları boyunca en acı biçimde deneyimlemektedir.
İşte kadınların vicdani ret açıklamaları da tam bu noktada değer kazanmaktadır. Kadınların vicdani reddi, toplumsal cinsiyet rollerine, erkek egemenliğine, devlet ve militarizme karşı bütünlüklü bir reddediştir.

Ret nereye kadar? Şiddete karşı öz savunma olayı vicdani reddin neresinde duruyor?

Şiddet, birçok farklı şekilde tanımlanabilen bir kavramdır. Ve bu özelliği sebebiyle de iktidarlarca çok fazla manipüle edilmiş, zaman zaman kendi yaşamını savunmaya dair ortaya çıkan refleksin bile, iktidarın dilinden “şiddet” olarak tanımlanmıştır. Ancak özellikle öz savunma ve şiddet kavramları arasında çok büyük bir ayrım vardır. Şiddet, yalnızca iktidarların kullandığı bir baskılama yöntemidir. Öz savunma ise, kendi yaşamını savunmaya, varoluşunu korumaya dair bir mücadeledir. Dolayısıyla şiddet ve öz savunma kavramları eşdeğer değildir. Örneğin, uzun yıllar boyunca Kürdistan’da bir halkın verdiği varoluş mücadelesi tabii ki devletin kullandığı şiddetle aynı değildir. Ya da Filistin’de devam etmekte olan özgürlük mücadelesi, iktidarın şiddetiyle eşdeğer değildir. Kaldı ki vicdani ret mücadelesi ve öz savunma arasında kurulan bağ da biraz dolaylıdır. Her vicdani retçinin nasıl pasifist olmak gibi bir zorunluluğu yoksa, öz savunmayı meşru görme zorunluluğu da yoktur. Ancak ben varoluş ve özgürlük mücadelelerinin meşruluğuna inanan bir anarşist vicdani retçi olarak, öz savunmaya dayalı mücadeleyi meşru görmekteyim. Ama dediğim gibi, bu durum her vicdani retçi için geçerlidir demek de doğru değildir.

Kişi olarak nasıl vicdani ret bilincine vardınız?

Ben 2011 yılının 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde vicdani reddimi açıkladım. Aslında buna karar verişim, büyük ölçüde vicdani retçi İnan Suver’in cezaevi süreciyle gelişti. Ben İnan cezaevindeyken onun düzenli olarak görüşüne gidiyordum ve onun bir vicdani retçi olarak tutsak alındığında yaşadıkları beni derinden etkiledi; cezaevinde maruz kaldığı işkenceler, kötü muamele, direniş sergilediği açlık grevleri... Tüm bu süreçleri hem gördüm hem de İnan’dan birebir dinledim ve dediğim gibi bu beni çok etkiledi. Bir de İnan cezaevindeyken onun eşiyle, annesiyle, ailesiyle tanışma fırsatı buldum. İnan’ın tutsakken içeride yaşadıkları, Remziye’nin (İnan’ın eşi) “özgür”ken dışarıda yaşadıkları... Aslında askere gitmek zorunda olmayan bir kadının bu durumdan nasıl mağdur olduğunu ve hayatının nasıl değiştiğini gözlemledim. Annesinin cezaevi önünde tuttuğu nöbetleri gördüm. O zaman anladım ki tek problem asker olmak ya da olmaya zorlanmak değil. Asıl problem; bunun kaynağı olan, sebebi olan iktidarlar ve iktidarların baskı mekanizması militarizm.
Tüm bu süreci deneyimledikten sonra 15 Mayıs 2011’de Barış İçin Vicdani Ret Platformu’nun düzenlediği 15 Mayıs etkinliğinde vicdani reddimi açıkladım ve bundan sonra vicdani ret hareketi içerisinde de aktif olarak mücadele etmeye başladım.

Kadınların reddi toplum içinde nasıl karşılanıyor?

Vicdani reddin kendisi de aslında toplum genelinde görünür ve meşru değil. Tabii ki kadınların vicdani ret açıklamaları da bu noktada son derece dikkat çekici oluyor. Her ne kadar devlet tarafından yok sayılıyor olsak da bu mücadele içerisinde kadınların konumu çok önemli. Kadınlar vicdani ret mücadelesinde “destekçi” konumlarından öte artık aktif olarak bu mücadelenin birer parçası. Ve bu hem vicdani reddin toplumsallaşması hem de hayatlarımıza sinmiş militarizmin yok edilmesi açısından çok kıymetli.

Türkiye’deki Vicdani Ret Hareketi biçim kazandığından bu yana, toplumsallaşma çabaları ne düzeyde? Kadınlar olarak ne kadar büyüttünüz kendinizi?
Türkiye’de vicdani ret mücadelesi ilk kez filizlendiği 90’lı yılların başından bu yana çok yol kat etti. Özellikle 2009 yılında kurulan Barış İçin Vicdani Ret Platformu, vicdani reddin toplumsallaşması kaygısı açısından çok değerli bir birliktelikti. Kürt Vicdani Ret Hareketi, Vicdani Retçi Kadınlar.. Bugünlere gelindiğinde ise aslında yıllardır taşıdığımız bu toplumsallaşma kaygısının bir meyvesini almış bulunuyoruz. Bu yıl 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde kuruluşunu resmen gerçekleştirdiğimiz Vicdani Ret Derneği belki de bu toplumsallaşma kaygısıyla sürdürülen mücadelenin gidişatını büyük ölçüde etkileyecek bir oluşum. Artık yasal bir alanda da yürütülmeye başlanacak vicdani ret mücadelesi, bu toprakların militarizmle olan ilişkisinde de belirleyici olacak.
Kadınların bu mücadeledeki konumuna gelecek olursak... İlk kez 2004 yılında bir kadının vicdani reddini açıklamasından bu yana, birçok kadın arkadaşımız vicdani retlerini açıkladı. Ve bu sayı gün geçtikçe de artıyor. Son olarak Vicdani Ret Derneği’nin 18 Mayıs’ta düzenlediği Vicdani Ret Buluşması’nda 8 kadın arkadaşımız daha vicdani reddini açıkladı. Ve bu sayı neredeyse 80’e yaklaştı.

Türkiye’de 30 yıllık çatışmalı bir süreçten sonra demokratikleşme adı verilen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

30 yıldır sürmekte olan bir savaşın sonlanıyor olması, artık Kürt halkına yönelik baskının (en azından savaş ortamının) sonlanıyor olması, bu topraklarda yürütülen özgürlük mücadeleleri açısından değerli. Ancak Kürt halkına yönelik silahların susması, devletin şiddetinin sonlanacağını göstermiyor ne yazık ki. Devlet bir yandan “barış” vurgusunu yükseltirken, bir yandan Reyhanlı gibi coğrafyalarda yeni katliamlar yaşanıyor. Her ne kadar TSK ve PKK arasındaki silahlı çatışma dönemi son bulmuş olsa dahi, dediğim gibi devletin şiddeti sonlanmıyor. Zaten varoluşunu kan ve şiddetten alan devlet, ne kadar “barış” istediğini söylese de, onun yaşamlarımız üzerindeki gaspı son bulmuyor. Bu noktada hem savaş karşıtı mücadelenin hem de vicdani ret mücadelesinin ısrarlı bir şekilde devam etmesi, yaşamlarımızın dönüşmesi konusunda önem taşıyor.

Barışa giden yolda Vicdani Ret Hareketi’ne düşen görevler nelerdir? Özellikle kadınlara çağrınız var mı?

Barışa gidecek yolda, vicdani ret mücadelesine çok fazla sorumluluk düşüyor tabii ki. Yalnızca bu coğrafyada değil, tüm dünyada savaşların sonlandırılması, artık daha fazla kan dökülmemesi, gencecik insanların kışlalarda katledilmemesi noktasında açıklanacak her yeni vicdani ret, çok önemli. Savaşsız bir dünya tahayyülünün gerçekleşmesi için, vicdani retçiler mücadelelerini ısrarlıca sürdürmeli. Bu noktada ben de özellikle kadın arkadaşlarıma vicdani retlerini açıklamaları konusunda çağrıda bulunuyorum. Bizler her yeni vicdani ret açıklamamızda “Hayatlarımız çalınmadan, hayallerimiz buluşmalı” diyorduk. Çünkü bizler biliyoruz ki her yeni reddediş, özgür bir yaşama atılmış yeni bir adımdır. Ve kadınların yeni bir dünyayı yaratmadaki rolü azımsanamayacak kadar değerlidir.


SOZDAR DERSİM

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.