HAYRİ K. YETİK: Kürtçe verimlerin talihsizliği

Haberleri —

Bunun dışında bu imlemeye neden gerek duyulduğu sorusuna çeşitli yorumlar getirilebilir: ‘Ben değilim, yalnızca anam, benim anam da veya ben de sizdenim’ çıkarımları bağlamına göre özel anlamlara da olanak verir. Zamanına göre de Nizâmî’nin bunu söylemiş olmasının sosyolojik, kültürel, siyasi ve tarihsel kanıt olarak bir değeri olabilir; hatta ulusçu/ulusal bir argüman olarak da kullanılabilir; ama, sözkonusu olan edebiyatsa, onun gereci dildir ve ürün üreteninin genetik kodlarından - ki bu ulusallığı göstermez - siyasi aidiyetinden bağımsız olarak varsa bir değer taşır. Yani, Nûruddîn Abdurrahman-i Câmî (Mele Nûredîn Evdilrehman Ehmed Camî, 1414-1492)’nin - Pûribahâ-yi Câmî (Ö. XIV. YY.) ile karıştırılmamalı - ya da Ahmed Arif’in kürt olmalarının bir kıymeti harbiyesi yoktur orda; Selim Berakat’ın, Elî Eşref Dervişyan’ın da... Bilindiği gibi ulusun varoluşu ve inşası için aslolan anadilde edebiyattır.
Burdan bu yazının yazılmasına soyunmama yol açan İkram Balekanî’nin birçok kürtçe yapıtın yok edildiğine ilişkin savına gelecek olursam, bana kalırsa bunu, ulusal aşağılık kompleksinin, yabancı yılgısının ve ulusal ötekileştirme yanılsamalarının dışında iyice sorgulamak gerek. Şair ve yazarların kürt kökenlilikleri ya da kökenlerini belirtmiş olmaları modern dönemin, ulusçu söylemlerin ‘kürt yok’ propagandasına bir yanıt olarak işlevseldir; ama modernizm öncesinde ötelenen bir kimlik olsa bile kendileri de kimlik olarak ulusal kimlik yerine dinsel kimliği yeğlerler ve yazılıp üretilenlerin içlemi de çoğunlukla dinseldir. Mezhepsel ya da din karşıtı vb olmadıkça bir yapıtın dışlanması, yasaklanması ve yok edilmesine genellikle gerek duyulmaz. Tarih boyunca yakılan kütüphaneler dinsel olarak düşman metinler içerdiği düşünülerek yakılmıştır. Bir istisnai durum yoksa.
Baba Tahirê Hemedanî, yarsanî ve kakeyî inançlarının öncüsü olduğu halde farsça ve türkçe metinleri şiî ve sünnî inançların egemenliğine karşın korunmuşsa, taşınmışsa kürtçelerinin olmayışını, azlığını ve mezhepsel gerekçeyi ortadan kaldırır. Bu zatın ‘kürtçe şiirlerinin kitaplaşmasına iranlı egemenlerin engeli’ savı da tarihsel gerçeklerle çürütülebilir; çünkü ortaçağda da yeni çağda da bu anlamda bir denetim sözkonusu değil; bunu, kürtlerin kitaplaştırmamasına bağlayarak değerlendirmek daha doğru görünüyor. Ama şu olguyu da göz önüne almak gerek Tahirê Hemedanî aynı zamanda efsaneleşmiş bir kişidir; bölgenin öteki dillerinde de arapça, farsça, türkçe ve kürtçe şiirlerinin hangisinin orijinal dilde yazıldığı, hangisinin çeviri olduğu ya da yeniden yazım olduğu tartışmalıdır.
O yüzyıllardan kalan az sayıdaki kürtçe metinler arasında önemli olduğu kesin ama, bu metinlerin yeniden yazım, hatta şairinin keyfi veya Hemedanî’ye saygısı dolayısıyla ya da dikkate alınmak için yazmış, şiiri onun adıyla/mahlasıyla sunmuş olma olasılığı da var. Özellikle sufî geleneğinde mürit/softa şeyhiyle özdeşlik duygusuna sahiptir, hatta birçokları hulûl/enkarnasyon tasarımı - ki ehl-i hak tasarımında ana izlektir - içinde bedeninde Hemedanî’nin ruhunun bulunduğunu ve o nedenle şiirlerini de onun yazmış olduğunu düşünmüş olabilir. Yunus Emre’ye nispet edilen pek çok şiirin başkalarınca yazıldığı saptanmıştır; aynı nedenle on altı Pir Sultan Abdal’dan söz edilmekte… Bu, bir tür ters-intihaldir; klasik dönemdeki masumlaştırıcı terimiyle nispet edilmişlerdir. Daha çarpıcı bir örnek vermek gerekirse Aşık İzzet, araştırmacılara derledim diyerek şiirler verir ve bunların Karacaoğlan’a ve benzerlerine ait olduğunu söyler; yapılan incelemeler sonucunda gerçek ortaya çıkınca şiirleri kendisinin yazdığını itiraf eder.
Kürt kökenliliği yüksek olan Hemedanî’nin kürtçe şiirlerini dönemin kürtçesiyle karşılaştırmak ve kendi dili içinde şiir tekniğini ne denli başarılı uyguladığına bakmak, aynı yöntemle farsça ve türkçelerinin irdelenmesi ve de karşılaştırma, gerçeği ortaya çıkarabilir. Bu, Ortadoğu edebiyatları tarihi açısından da ufuk açıcı olabilir.
Ancak ehl-i hak inancına karşı girişilmiş katliam ve ötekileştirme sırasında ürünlerinin yok edilmesi olasıdır. Hatta kürtlerin ötekileştirilmesinin de nedenlerinden biri bu dinsel meşrep denebilir. Ama Seîdê Kurdî’nin matematik üzerine yazdığı kitabın Van Valisi’nin evinde yakıldığı savı, eğer olay kişisellikten kaynaklanmıyor da içeriğe muhalefetten ileri geliyorsa, kürtlüğün dışında matematik ve evren tasarımına ilişkin egemen algı ve tasarımı yerinden edecek önemli bilgiler içermesi olasılığının ardına düşülebilir.
Tarih bugün ve yarın için önemlidir ve doğru okunup, doğru değerlendirilmedikçe, özellikle yakınmanın, başkalarını suçlamanın bir yararı olmaz. Siyasal güç olmadan kurumların, kurumlar olmadan değerlerin üretilmesi ve korunması pek olanaklı değil. Bu dayanakları inşa etmek siyasal yapıların işi; özellikle yetmişli yılların zihniyetinde belirginleşen önce siyasal özgürlük sonra sanat yanılgısına kapılmadan ne kadar olabilirse o kadar sanat yapmanın koşullarını kullanmak gerek. Uluslaşma ve ulusal devlet olmadan romanın olamayacağı paradigmasını geçersizleştirircesine son çeyrek yüzyılda romanlar yazmış olan kürtler bu alanda çalışacak olanları yüreklendirebilir. Tarihsel toplumsal olumsuzluklara karşın dillerini yaşatmış, onunla varola gelmişlikleri bile mucizevi bir olaydır ve sosyolojik olarak incelenmesi gerekir.
Şimdi kürt edebiyatının derlenip toparlanmaya başlandığı bu süreçte Mushaf-a Reş ve Şêx Adî’nin, Melayê Cizîrî’nin ve Hecî Qadirê Koyî’nin kaybolan divanlarını değilse bile ona göndermede bulunan ya da onu gönderme alan kitapları, metinleri saptamak, bir araştırma alanı olabilir. Bir başka iz, kaybolmuş/kaybedilmiş yapıtlara olasılıkla nazireler - nazire ve benzeri klasik edebiyatın nazım türleri - yazılmıştır; en azından onlar bulunabilir ki kayboldukları söyleniyorsa nedenlerden biri olasılıkla budur.
Kürtlerin ortak bilinçaltı, sınıfsal konumları ve politik muhalif karakterleri de yazınsal verimlerini riske sokan bir diğer etmen olarak göz önüne alınmalıdır. Feqiyê Teyran „ben yoksulların, garibanların dengbêjiyim“,  Ehmedê Xanî’nin „ben beylerin huzuruna çıkmam, onlara tutsak olmam“ demiş olmalarının en azından bu gurura alışık olmayan beylerin/egemenlerin görmezden gelmesi gibi bir sonucu olmuştur. Bu mağrur konuşlanışın kürtlere özgü bir ulusal duyguya dayandığı, ama öte yandan bir hamiye/himayeye, bir memduha yaslanmadan şairlerin varolmadığı gerçeği göz önüne alınınca verimlerinin az oluşunun çok önemli ikincil bir nedeninin bu olduğu söylenebilir.
Özet olarak kürtlerin yazılı yazınsal verimlerinin azlığının bir nedeni de az üretmişlikleri; diğeri ürettiklerini koruyamamaları, hepsinin de nedeni aristokrasiden ve kurumlardan yoksun olmalarıdır.
Kürtler için çok önemli olması yazınsal verimlerine karşı modern dönemde, özellikle Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında paranoya derecesinde kültürel bir soykırım uygulanmış olmasına bakılarak bütün zamanlarda egemen ve yaygın bir yok etme kültürüne maruz kaldıkları biçiminde genelleştirilemez. Böyle bir yorum belki mazlumiyet ve masumiyet karinesini işletip kürtlerin kendilerine kapanarak değer üretmelerine yardım edebilir; ama öte yandan kurtuluşu da kötülük gibi başkalarına yüklemeye, o da kendi yaratıcılığına inanıp onu geliştirmek yerine, egemen söylemi berkiten sonuçsuz bir mistisizme, kurtuluş teolojisine, kurtarıcıya, Mesih beklentisine yol açar ki bu, yalnız kürtlerin değil; her ulustan üyesi bulunan ortak bir şeyleri olmayanların ortaklığını ve insanlığın ufkunu bulandırır.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.