Hayri KIZILER*: Şengal’in acısında yeşeren umut

Şengal: 450 bin Êzîdî Kürt köklerinden edildi. Binlerce Êzîdî Kürt genç kızı pazarlarda satıldı. En az yüz Êzîdî Kürt çocuğu açlık ve susuzluktan yaşamını yitirdi.
En az yüz Êzîdî Kürt yaşlı susuzluk ve soğuktan yaşamını yitirdi.
En az on bin Êzîdî Kürt DAİŞ çetelerinin elinde.
En az üç bin Êzîdî Kürt öldürüldü.
Tüm bunların sorumlusu kim?
DAİŞ mi? Vahşidirler biliniyorlar.
Yoksa, Êzîdîleri, ben gidiyorum bile demeden, arkasına bile bakmadan bırakıp gidenler mi?
Tarih böyle bir ihanete tanık olmamıştır, kimsenin mezhebi de, böyle bir ihaneti gerçekleştirecek kadar geniş değil...
Gözlerimden ilk yaşı akıtan da işte tam bu oldu. Kelimelerle ifade edemeyince; ikinci Harpagos olayı demiştim, başka tarifi de yoktu zaten.
DAİŞ çetelerinin Şengal’e ilk saldırısı şehrin güneydoğusundaki Tilbenat Köyü’ne yönelik havan atışlarıyla başladı. Ardından Guhbel ve Girzerik köyleri ile birikte 7 farklı bölgeye yönelik saldırılar gerçekleşti. Peşmerge güçleri saldırıda bulunan çetelerle kısa süreli çatışsalar da ardından geri çekilip, Şengal merkezine döndü. Her iki taraftan da kayıplar yaşanmadı. Şengal’in savunulması için bunun yetersiz olduğunu hisseden halk, katliamın yaklaştığının bilincindeydi. Adım adım kapılarına gelen tehlikeye karşı imkanı olanlar silah kuşandı. Tüm köylerde mevziler kazıldı. Katliam tehlikesine karşı bir grup YPG’li Şengal’e gitse de, 3’ü KDP tarafından tutuklandı. Bu gelişmeler yaşanırken, KCK’nin, gerillanın Şengal’i savunabilmesi için KDP’ye alan açması yönünde yaptığı çağrı, halkta moral ve umut yarattı. Halk, tüm Kürdistan güçlerinin Şengal’in savunmasında yer almasını istiyordu.
Katliam geliyorum dedi
Ve katliamın ayak sesleri duyuldu: İlk olarak Şengal’in güneybatısındaki Sünni Arab yerleşim yeri Bilêc kasabasını ele geçiren DAİŞ çeteleri, birkaç gün sonra Sünni Arab yerleşim yeri Baac kasabasını aldı. Batıda Telafer ile Şengal-Suriye sınırını denetime alan çeteler, böylece Şengal’in güneyini tamamen ele geçirdi. Şengal için önemli bir bölge olan Rabia’nın doğusu YPG’nin elideyken, batısı DAİŞ’ın elindeydi. DAİŞ Şengal’e saldırmadan önce bir kuşatma hattı oluşturmayı planlıyordu. Ancak YPG güçleri Rabia ile sınır olan Til Koçer’den sonra Cezaa Kasabası’nı da eline geçirerek, çetelerin kuşatma planını bozdu. DAİŞ’in Şengal’e yönelik işgal girişimi ise 3 Ağustos sabahı, saat 3 sıralarında Girzerik Köyü’ne yönelik top atışlarıyla başladı, sonrasında Rambosî, Tilkasab, Koço, Tilbenad köylerine yayıldı. Bunu ağır silahlı saldırılar izledi. İlk saldırıya halk karşılık verdi. Çatışmaların başlamasıyla, peşmergeler konvoy halinde, ağır silahlarla donatılmış arabalarıyla Şengal’i terk etti. Saldırıyla birlikte Şengal’den ilk göç de başladı. Herkes çeteler kente ulaşmadan, Şengal’den çıkmanın, canını kurtarmanın arayışı içindeydi. Çıkış ancak araçla mümkündü, araç bulmak ise zordu. Arabası olanlar panik halinde Şengal’i terkederken, arabası olmayanlar katliamdan kurtulmak için can havliyle kendilerini Şengal Dağı’na vurdu. Peşmergelerin Şengal’i savunmaması nedeniyle şaşkınlık yaşayan halk ‘’satıldık’’ diyordu.
7 YPG’li yüz binlere kalkan oldu
Çetelerin Şengal’e girmesi çok sürmedi. 09:45 gibi halkla birlikte dağa yöneldik, saat 10 sularında ise çeteler kente girdi. Çetelerin ilk icraatlarından biri Şiilerin kutsal mekanı Sitî Zeyneb türbesini havaya uçarmak oldu. Dağa, gittikçe yaklaşan silah ve patlama seslerini duyarak yol aldık. Yüz binler dağa yürüyordu. Çocuk, yaşlı, genç, hasta tüm kent dağ yolundaydı. Şengal Dağ yolu insan seliydi; dağ, taş insandı. Kent merkezi ve köyleriyle nüfusu yaklaşık 450 bin olan Şengallilerden 200 binin üzerinde insan dağlara sığındı. Sayıları az da olsa aralarında Şii Türkmen, Şii Kürt ve Şii Arablar da vardı.
Bu trajedi içinde en büyük olay, dağa ulaşılabilen iki yolun YPG’liler tarafından savunmaya alınmış olmasıydı. Çetelerin iki yoldan birine dahi ulaşmaları, 200 bini aşkın insanın yok edilmesi, daha büyük katliamların yaşanması demekti. Bunu söylemek bazıları için inandırıcı olmayabilir, ama katliamı önceden öngörerek, Şengal Dağı‘nda konumlanan çok değil, 7 YPG savaşçısı tarihin tanık olmadığı, olası bir katliamın gerçekleşmesine engel oldu. Her iki yoldan dağa yönelmek isteyen isteyen çetelerin katliam planlarını YPG savaşçıları önledi. 7 savaşçı, onlarca çete üyesiyle saatlerce girdikleri çatışmalarla halka kalkan oldu.
Susuzluğun katliamı
Dağa yönelenler, duydukları silah seslerinden birkaç dakika önce ayrıldıkları sokakların kana bulandığının farkındaydı. Herkesin bildiği bu gerçeği, sessizce, bakışlarıyla konuşarak fısıldıyorlardı. Şehir merkezinde olanlar dağa yakın oldukları için daha şanslıydı. En hızlı adımlarla 8 saatte çıkılabilen dağ yolunu, 12 saatte adımladık. Çetelerin çemberindeki Şengal, susuz da olsa yüzbinlere sığınak olmuştu. Ama ne zamana kadar? Ölüm korkusuyla çıkılan bu yolculukta susuzlukla gelebilecek ölüm riski de vardı. İlk etapta düşünememiş olsak da bunu hissetmemiz uzun sürmedi. Ağustos sıcağında çıkmak zorunda kaldığımız yolculukta acının, şokun getirdiği sessizliğe, susuzluğun sessizliği de eklendi. Susuzluktan ağızları kuruyan, boğazları yara olan insanlar artık konuşamıyordu. Bu duruma seslice isyan eden bir tek çocuklardı. Sessizliği, çocukların ağlamaları, yaşlıların son güçleriyle ağızlarından dökülen ağıtları bozuyordu. Çok geçmeden bir annenin ‘’çocuğumu taşın altına gömdüm’’ sözleriyle susuzluğun ilk kurbanlarının çocuklar olduğunu öğrendik. Susuzluğun yolaçabileceği daha büyük bir katliamı ise zor koşullarda halka el uzatan TEV-DA önledi. Şengal’in bir ucundaki Kersê köyünden diğer ucundaki Çilmêra’ya tankerle su taşınmaya başlandı. Bu iş için seferber olan gençler ise bulabildikleri bidon ve mataralarla sırtlarında su taşıyarak, susuz kalan halka ulaştırıyordu.
En zor soru; ‘Buradan nasıl çıkacacağız?’
İnsanlar dağa ulaşması, YPG’nin yolları tutarak güvenliği sağlamasıyla biraz da olsa kaygılarını bertaraf eden insanlar, bu kez ‘’Buradan nasıl çıkacağız’’ sorusunu sormaya başladı. Gazeteci olduğum için bu soruları en çok yönelttikleri kişiydim. Onlar bunun cevabını bilebileceğimi düşünürken, benim de kendime ‘’Bu halk buradan nasıl çıkacak’’ diye sorduğum çok oldu. Acılar dayanılmazdı, yürek kaldırmıyordu. KCK Yürütme konseyi Üyesi Sayın Murat Karayılan’ın ‘’Güçlerimiz yolda’’ mesajını radyolardan dinlemiştik. Çaresiz, ‘’Sabır’’ diyorduk, ‘’HPG yolda…’’
Ve sorularımızın ilk cevabını YPG verdi! Şengal’e siper olan YPG birimi ardından, müdahaleye gelen YPG gücü çetelerle çatışa çatışa Şengal Dağı’na ulaştı. Karayılan’ın açıklaması ardından şiddetli çatışmalarla Şengal’e ulaşan HPG/YJA STAR gerillaları da Şengal Dağı’na sığınanlar için nefes, kurtuluş umudu oldu. Gerillalar öncülüğünde ilk milis güçleri örgütlendirildi. 5 Ağustos’ta kuruluşu ilan edilen Şengal Direniş Birlikleri güvenlik için harekete geçti. Ağır silahları yoktu ama bunun eksikliğini inançları, umutları ve öfkeleri ile tamamladılar. Şengal’e ilk konumlanan 7 kişilik YPG gücü, kısa sürede 2 bin kişilik bir orduya ulaştı. Ordunun nitel büyümesi, katliamla kırılan halkın güvenini de büyüttü. En büyük umut kaynağı ise kendilerine siper olan YPG/YPJ ve Kandil’den Şengal’e koşan gerillalardı.
Rojava lokmasını kardeşiyle paylaştı
Susuzluk ve açıktan bitap düşmüş halka ilk erzak yardımı riskli yollardan Rojava’dan kamyonlarla ve hemen aynı günlerde helikopterle gönderildi. 200 bin kişi için bir helikopterin getirdiği yardımlar ceviz kabuğunu dolduracak kadar değildi. Buna rağmen, duyarsızlığın yolaçtığı acıları içlerine gömerek, teşekkür etmeyi bildiler.
Ulaştırılan yardımların yetersizliği üzerine, YPG henüz koridorun güvenliği tam sağlanmamış olsa da büyük risk alarak, dağa sığınanlara kamyonlarla erzak taşımaya devam etti. Yoğun ambargo nedeniyle açlıkla karşı karşıya olan Rojava, lokmasını kardeşiyle paylaşıyordu. Kamyonlarla temel gıda maddeleri taşınırken, helikopterlerle su, ilaç, süt gibi ihtiyaçlar taşındı.
Saldırının ilk günleri ile diğer günler arasındaki ruh hali bambaşkadı. Kısmen açılan güvenlik koridorunun 8. günde tamamen açılması ardından, Şengal Dağı’ndan sivillerin tahliyesine başlandı. Rojava halkı kamyonlar, özel arabalar, minibüsleriyle, tam bir seferberlik halinde insanları taşıdılar. Bu işe dört elle sarıldılar ve sadece iki gün içinde dağdaki yüzbinlerce Êzîdî Kürdün yüzde 80’ini tahliye ettiler.
Direnişin doğuşunu gördük
Şengal’e ulaşan kamyonlar sadece erzak değil, bu trajediyi birlikte dünyaya duyurmamızı sağlayan, Ronahi TV muhabiri gazeteci arkadaşım Botan Gulan’ı da Şengal’e ulaştırdı. İlk etapta telefonla TV kanallarına bağlanarak aktardığımız trajediyi, çektiğimiz görüntülerle de duyurabildik. Kameralara konuşanların acıları gibi sözleri de benzerdi. İlk cümlede dile getirdikleri ihanetin şoku “Bizi sattılar” sözü ardından, diğer kelimeleri ‘’Kızlarımız kaçırıldı, yakınlarımızı katlettiler, köyümüzü bastılar, yüzlerce kişiyi katlettiler…’’ oluyordu. Ulaştırılan her fotoğraf karesi, kameradan yansıyan görüntünün her saniyesi Şengal’in içine akıttığı gözyaşının, çığlığının sesi oldu. Şengal’deki Êzîdî Kürt anaların ağıtları, sokaklarda eyleme, serhildana dönüştü… Şengal’deki acı kadar, umudun boy vermesine de tanıklık ettik. YPG/YPJ, HPG/YJA STAR gerillarının direnişi, gün geçtikçe yüzlerdeki acının çizgilerine umudun çizgilerini de ekledi. Göz bebeklerinde henüz tam olarak telafuz edemedikleri ‘’PPK’’ harfleriyle yeşeren umudu gördük. ‘’73’üncü ferman’’ dedikleri katliamın feryadını, ağıtlarını dinledik. Şengal’de direnişin doğuşuna tanık olduk ve ne mutlu ki bu kez belgeleyebildik… Bu trajedinin duyulması kadar, yalan haberlerle bu gerçeği çarpıtan, sahte kahramanlıklarla bunu sahiplenmek isteyenlere de en büyük yanıt, onlarla birlikte yaşarken, kameraya çekerken gözyaşlarımızı tutamadığımız bu belgeler. O gün netleşmemiş gerçekleri en iyi aydınlatan ise bir katliam girişiminden dirilişi yaratan Şengal ve Kobanê direnişi...
*Gazeteci
