Hemdem BOTAN: Gandhi’den Güven’e sivil itaatsizlik eylemleri

Tarihin derinliklerine baktığımızda toplumsal hakikat savaşçıları öncelikle, kendilerini toplumsal ihtiyaçın temelinde ideolojik olarak eğitmiş ve sonrasında da toplumu yozlaştıran despotik güçlere karşı çetin bir biçimde mücadele ederek büyük zaferler elde etmişlerdir. Toplumun maneviyat değerine dönüşerek bugünkü toplumun mirası ve zihniyet öncülerimiz haline gelmişlerdir. Hakikat arayışçıları, bilge insanlar en derin felsefik yaşam biçimine ulaşmanın yegane yolu, önce kendilerine karşı verdikleri büyük iç mücadeleden geçtiğine inanarak başta kendilerine karşı kazanılmayan bir savaşta despotik güçlere karşı verilen savaşın sonucsuz kalacağını bilincinde toplumsal olarak kendilerini öncü olarak sorumlu görmüşlerdir. Bu temelde her türlü zaaflarından, toplum dışı ve ahlaki politik olmayan kişi anlayışlarından arınarak ve özgürlük meşalesini ellerine alarak mücadelelerini sürdürmüşlerdir.
Bu temelde mücadele geleneğini daha çok Çin, Hindistan ve Uzak Doğu ülkelerinde inziva diye bilinen yöntemle bunu yaparak, içsel yoğunlaşma içerisinde nefsini terbiye ederek, insanın kendisini aşma kültürünü yaratmışlardır. Bu geleneğin bilinen düşüncesinden biri Zerdüştçülüktür. Medya ülkesinde yaşayan Zerdüşt yirmi yaşındayken on yıllık bir inziva yaşamı içerisine girerek bir yoğunlaşma yaşamış. Bu yoğunlaşma neticesinde felsefik bir ideoloji inşa ederek halkı da ahlaki ve politik bir değişimi kavuşturarak, dönemin zalim Asur İmparatorluğuna karşı devrimci savaşan halk gerçekliğini açığa çıkararak büyük bir zafer elde etmiştir.
Tarihin ilk vejetaryeni olarakta bilenen Zerdüşt, toplumsal yozlaşmaya ve toplum kırıma karşı verdiği mücadeleyi diğer canlılar içinde vererek hayvan haklarını da en ileri dereceye götürerek hayvan haklarını savunmak toplumsal bir ahlaka kavuşturmuştur. Günümüzde de hala bütün hakikat savaşçıları için rehber niteliğini taşıyan doğru düşün, güzel söyle, iyi yap' özdeyişi de ne kadar derin bir toplumsal hassasiyet içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Zerdüştlükten kalma aydınlık -karanlık düalizm ilerici zihniyeti de hep gencel kalmış ve bütün tek tanrılı dinlere de ilham olmuştur. Zerdüştlükte de gördüğümüz gibi bütün bilge insanlar felsefik ve duygusal olarak bağını doğa ve her türlü canlı ile güçlü kıldıklarında büyük zaferler elde edebildiklerini görebiliyoruz.
Taoizm felsefik görüşü da günümüzün sorunlarına ışık tutmaktadır. Taşta uyur, Çiçek’te rüya görür, hayvanda uyanır ve insanda uyandığının farkına varır teorik ve ideolojik yaşam biçimi doğa ile canlıların ne kadar bir ahenk içinde yaşadığını ve bir birinin özgürlük alanlarını ihmal ve inkar etmemeleri gerektiğini bize göstermektedir. Doğadaki her şeyi özne-nesne ayrımına tabi tutmadan ve tahakküme dayalı olmayan hiyararşik sistemi red ederek. Demokratik, ekolojik ve eşitlikçi olduğunu görmekteyiz.
Hz.Muhammed’in Nur Dağı’nda bulunan Hira mağarasında 40 gün inzivaya çekilerek bir incir ile nefsini terbiye ederek ve çağında ki yaşanan sorunları çözmek için ilk önce kendisinden başlayarak ve daha sonra toplumda var olan kışkırtılmış güdüleri ve kirli zihniyetleri terbiye ederek cehalet ve ahlaki çürümüşlüğe karşı savaşmıştır. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değil” söylemi sosyalist bir bakış açısını göstermektedir. Cihadı-Ekber’i (büyük nefs savaşı) bütün sahabeler ve müminler için eğitim niteliğini taşımaktadır ve bütün sahabelere de ayna olmuştur.
Fiziksel ve iradi olarak kendini güçlendiren her birey atom kadar etkili olduğu ve egemen güçlere karşı savaşımında her zaman tarihsel başarılar kazandığını görmekteyiz.
Ezilen halklar egemenlerin ne kadar vicdansız olduklarını ortaya koymak için toplumsal ve diplomatik olarak zorlama amaclı açlık güdüsünü bir silaha dönüştürmüşlerdir. Çünkü egemen güçler halkları üç yöntemle kendi kontrollarında tutarak sömürmüşlerdir. Birincisi; çıplak zoru kullanarak yani fiziki şiddet uygulayıp yada katlederek İkincisi ise; kültürel soykırım ve asimilasyon politikalarını devreye koyarak gerçekleştirmek isterler. Üçüncüsünde; açlıkla terbiye etme politikalarıdır. Ya istediğim gibi yaşarsın ya da açlıktan ölürsün demektedirler. Bundan kaynaklı devletlerin şiddet, soykırım ve açlık politikalarını iyi anlamak gerekmektedir.
Hz.İsa’nın eğer düşmanın sana bir tokat atarsa sen diğer yanağını de çevir sözü aslında pasif bir direniş yöntemi olarak da anlamak mümkündür. Çünkü bu tarz bir davranış bireyin özsavunmasını tamamen elinden almaktadır. Eğer düşmanın sana bir tokat atığında sen ona on tokat atmasan yerinde oturmayacağı ve hep seni tasfiye etmeye çalışacağı kesindir. Tarihe baktığımızda politik açlık grevi eylemileri daha çok kültürel izler taşımaktadır. İrlanda ve Hindistan’da yaşanan örnekler toplumsal hafızada yüzyıllardan beri yer edinmiştir.
Gandhi Hindistan’da açlık grevi 20’inci yüzyılda siyasal-barışçıl bir direniş yöntemi olarak ortaya çıkmış ve ironik bir şekilde İrlanda’da olduğu gibi hedefi yine İngiliz emperyalizmi olmuştur. Sivil itaatsizlik eylemleri olarak da tanımlanan Gandhi eylemleri hep başarıyla sonuçlanmıştır.
Hindistan’da açlık grevi kültürel olarak çok büyük bir etkiye sahip olduğu için Hindistan’da politik amaçlı açlık grevi eylemleri sonuç alıcı olmaktadır. Tutuklanan Mahatma Gandhi defalarca açlık grevine girmiş ve İngiliz idaresi açlık grevlerinin her birinin sonucunda siyasal olarak daha da zayıflamıştır. Gandhi öncelikle derin bir nefs savaşımının içine girerek kendisini sınamış ve bu yoğunlaşmalar neticesinde vejeteryan de olmuştur. Yaptığı her sivil itaatsizlik eylemine de ölümüne inanarak girmiş ve geri adım atmamıştır. Hümanizm ile var olan şiddete son vereceğine inanmaktadır. Egemenlerin diktikleri elbiseleri giymeyerek boykot etmiş, büyük demokrasi yürüyüşünü gerçekleştirmiş, tuz fabrikasının eylemine öncülük etmiş, adli kontrol şartıyla tahliye olmayı red etmiş ve para karşılığında serbest kalmayı kabul etmeyerek var olan sistemi, anayasal olarak kilitleyerek her seferinde amacına ulaşmıştır. Gandhi eylem stilini birçok kesim tarafından pasif bir eylem biçimi olarak görünmüş olsa da özünde planlı ve örgütlü ölümüne girilen her eylem biçimini radikal olarak değerlendirmek mümkündür.
Açlık grevi eylemi genel olarak savaşlarda fiziksel koşular savaşmak için el vermediğinde bir özsavuma biçiminde düşmanına ağır darbeler vurmak için yapılan bir eylem tarzıdır. ve kitleleri etkileyerek harekete geçirme amaçlıdır. İrlanda’da 1981 yılında gerçekleştirilen ve on İrlandalı bağımsızlık yanlısının hayatını kaybettiği açlık grevleri dünyada en çok yankı bulan eylemlerden biri olmuştur. Eylemcilerin arasında yer alan ve iki kez milletvekilliği yapmış olan Bobby Sands eylemin 66’ıncı gününde hayatını kaybetmiştir
Amerikalı kadın hakları savunucusu Alice Paul, kadınlara oy verme haklarının sağlanması için açlık grevine girmiştir. Bu eylem de siyasal bir taleple bir kadın eylemci grubu tarafından gerçekleştirilen ilk açlık grevi eylemi olmuştur.
Türkiye ve Kürdistan’da da benzer eylemler gerçekleşmiş ve özelikle Kürt halkını ayağa kaldıran ve büyümesine vesile olan temel nedenlerden birisi de buna öncülük eden Amed zindanındaki Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş ve arkadaşlarının ölüm oruçu eylemi olmuştur. Her şart altında “Berxwedan Jiyane” şiarını kendisine esas alan bir hareketin yok olması veya tasfiye edilmesinin mümkün olmadığını tarih bize göstermektedir. Faşist TC devleti Kürt halkına ve demokrasi güçlerine her yöneldiğinde ve saldırların en çok yoğunlaştığı zamanlar da, her dönem halkın içinden doğal halk önderi çıkmıştır.
Şeyh Saitler, Seyit Rızalar, Dr. Şivanlar, Qazi Muhammedler, Mehmet Tunç ve Asya Yükseller’e kadar ki bu gelenek yurtseverliğin ölçüsünü ortaya koymuşlardır. Bu çerçeve de Hakkari milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in tarihi bir sorumluluğu omuzuna alarak zindandaki yoldaşlarıyla beraber Rêber Apo’nun üzerindeki ağırlaştırılmış insanlık dışı tecridi kırmak için, fedai bir şekilde açlık grevi eylemine girmişlerdir ve 200 gün sonra olumlu bir sonuça ulaştırarak, İmralı zindanının kapısını aralamış ve faşizan devlete geri atım attırmasını sağlamışlardır. Faşist TC devleti bu durumu hazmetmeyerek altan alta kin gütmüş ve intikam alma arayışına girmiştir.
Su uyur düşman uyumaz gerçekliği bir kez daha kendisini kanıtlamıştır. Çünkü iyi bilinmektedir ki faşizm iradeli Kürt kadınlarından ve bireylerinden korkmaktadır. Her gün bin defa korkudan ölen bir faşizmi görmekteyiz. Bunun için vekilliği düşürerek siyasetin dışına atılmak istenmektedir. Böylece kendi militarist duygularını okşamayı esas alan gerici bir zihniyetle karşı karşıyayız. Lakin şunu iyi biliyoruz ki Rêber Apo’nun ‘hakikat aşktır aşk özgür yaşamdır’ felsefik ve ideolojik yaşam biçimini esas alanlar hiç bir zaman yenilmemişlerdir ve zaferden zafere koşarak özgürlük bayrağını daha da güçlü dalgalandırarak her gün biraz daha kurtuluşa yakınlaşmışlardır. Direnenler hep tarih yazmışlardır. Bizler direndikçe bu tarihi yazmaya devam ederek AKP-MHP faşizan zihniyetini çöp sepetine atacağımıza olan inancla her zamankinden daha çok zaferler bizleri beklemektedir.
