HÜSEYİN AKYOL: 1 Mayıs 1977’de Taksim’deydim

Haberleri —

Türkiye 12 Mart darbesinin yaralarını sardığı bir dönemi yaşıyordu. Muhtıra sonrası yapılan ilk genel seçimlerde CHP yüzde 33 oy alarak birinci parti olmuştu. Erbakan’ın MSP ile yapılan koalisyon hükümeti bir genel af çıkarmış ve Anayasa Mahkemesi’nin yasanın ilgili bölümünü değiştirmesiyle MSP’nin arzusu hilafına solcular da hapishaneden çıkmıştı.

Başka cezaevlerinden çıkanlar olmak üzere solcu kesimler kendi sosyalist partilerini kurmaya başlarken, CHP’yi asıl sırtlayanlar solculardı. Devrimci gençler, dağı taşı “Halkçı Ecevit”, “Umudumuz Ecevit” sloganlarıyla süslüyordu. Halkın sola açılımı başta sendikalar olmak üzere tüm kesimi etkiliyordu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), grevler yapıyor ve bulunduğu işyerlerinde çok iyi toplu sözleşmeler imzalıyordu. DİSK’in bu halinden Türk-İş de etkileniyordu.
Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç ile Genel Sekreteri İbrahim Denizcier, sosyal demokrat kökenliydi. Nitekim 5 Haziran 1977’de yapılan genel seçimlerde CHP’nin oyu daha da yükselecekti. Bülent Ecevit’in liderliğindeki CHP, bu kez yüzde 41’i aşan bir oy alarak 213 milletvekilliği kazandı. İşte böylesi bir ortamda 1 Mayıs’ı kutlamıştık. O gün Taksim Meydanı’nı dolduran 500 bin kişi aslında sürpriz sayılmazdı. Çünkü 1 Mayıs’tan 35 gün sonra yapılan genel seçimlerde de bu ortam, kendisine rakamlara dökmüştü.

Taksim, 1 Mayıs Meydanı oldu
Bu yıllarda sol bir yandan büyüyor; diğer yandan da hem sağcılarla hem de kendi arasında çatışıyordu. Nitekim 1 Mayıs öncesinde böylesi bir gerilim vardı. Fabrika ve okullarda yaşanan sol içi çatışmanın Taksim’de çıkması olasılığından söz ediliyordu. Başta DİSK ve Türk-İş olmak üzere 1 Mayıs Tertip Komitesi, alanda atılacak sloganları ilan etti. Ancak bazı gruplar, bu sloganları değil kendi sloganlarını her koşulda atacaklarını söylediler. DİSK, miting için binlerce kişiyi görevlendirdiklerini ve sayılan örgütler dışında hiç kimsenin alana alınmayacağını ilan etti.
Ancak listede adı olmayan Aydınlık gibi kimi Maocu grupların alana mutlaka gireceği de belirtiliyordu. Bu gerginliği sağcı kesimler, solun aleyhine kullanmaya dahası yazdıkları yazılarla, insanların 1 Mayıs’a katılımını engellemeye çalışıyordu. Nitekim Tercüman gazetesinde Rauf Tamer, “arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama kanlar akacak” diye yazdı. Sanki yapılacak saldırıdan haberi vardı!
Biz o dönem içinde bulunduğumuz bir yayınevinin çalışanları olarak yaklaşık 15 kişilik bir ekiple Ankara’dan İstanbul’a gelerek 1 Mayıs mitingine katıldık. Bir sendikanın Ankara’dan kaldırdığı otobüslerden biriyle İstanbul’a gittik ve geri döndük ama kortejde kendi pankartımız ardında yürüdük ve alanda bulunduk. İstanbul’a geldiğimizde bizim geri döneceğimiz otobüsler Kadıköy yakasında bir yerde kaldı. Biz oradan karşıya geçtik. Bizim yürüyüş başlangıç yerimiz Beşiktaş’tı. Sabah 09:00 civarında Beşiktaş’ta mahşeri bir kalabalık toplanmıştı.
Yürüyüşe başlanmış ancak saatler geçmesine rağmen, doğru dürüst ilerlenemiyordu. Milim milim ilerleyen yürüyüş kolumuz Taksim Meydanı’na ulaştığında saat neredeyse 17:00’ye geliyordu. Saatlerce ayakta kalmış ve sürekli slogan atmaktan çok yorulmuştuk. Kimimiz boş bulduğu çimenlerin üzerine kendini bıraktı. Meydanda zaten tam bir piknik havası vardı. Çoğu aile çoluk çocuk hep birlikte gelmişti. İnsanlar bir yandan kürsüdeki konuşmaları dinliyor; zaman zaman söylenen marşlara katılıyor ve yanlarında getirdikleri ya da seyyar satıcılardan aldıkları şeyleri yiyor, içiyorlardı.
Meydana 4 koldan gelen yürüyüş kollarının ardı ise kesilmiyordu. Kürsüden, Taksim Meydanı’nın adını değiştirdiklerini ve bundan sonra bu meydanın adının “1 Mayıs Meydanı” olduğu ilan ediliyordu. Ancak Tarlabaşı’ndan gelen Maocu bir grup, hem kendi sloganlarını atıyor, hem de alana girmek için yükleniyordu. Oradaki gerginlik daha sonra saldırganlara kendi provokasyonlarını yapmakta herhalde biraz daha cesaret vermiştir.

Meydanda büyük bir panik
Halen gelişlerin devam etmesine rağmen, akşam karanlığı geliyor diye son konuşmacı yani DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler kürsüye çıktı. Saat akşam 19:00 civarında olsa gerek silah sesleri duyuldu. Müthiş bir uğultu halinde insanlar kaçışmaya başladı. Silah sesleri üzerine Kemal Türkler ya kendisi ya da yanındakilerin ikazıyla konuşmasını kesti. Meydanda büyük bir panik yaşanıyordu. Herkes bir yerlere kaçmaya çalışıyordu. Bunun üzerine paniği yatıştırmak üzere kürsüye Fehmi Işıklar geldi. (Sanıyorum o zamanlar DİSK Genel Sekreteri’ydi) Onun kürsüden yaptığı konuşmalar üzerine kitlenin bir kısmı kaçışmaktan vazgeçti.
Ancak bu durum da belli bir karmaşaya neden oldu. İnsanlar silah seslerinin –şimdiki ismi The Marmara olan– Intercontinental Oteli’nden geldiğini düşünüp, ya oranın aksine doğru kaçmaya çalışıyor ya da oraya hücum etmek istiyordu. Oysa otelden silah ateşi olsa da esas saldırının Sular İdaresi’nin çatısından geldiği daha sonra anlaşılacaktı. Dahası Pamuk Eczanesi’nden ateş edilmiş olmalıydı. Çünkü orada da daha sonra silah ve mermiler bulunacaktı. Meydan birkaç dakika içinde neredeyse boşalırken, ben biraz kürsüden gelen uyarılar biraz çevremdeki insanlarla birlikte bize silah sıkanlarla kavga etmek adına yerde bulabildiğimiz pankartların sopalarından birini kaparak otele doğru koşmaya başladık.
Ancak ortalıkta sopalarla dövebileceğimiz birileri olmadığı gibi, kurşunlara karşı sopalarla ne yapabileceğimizin biraz sonra ayırdına vararak sakinleşmeye çalıştım. Artık meydan tamamen boşalmıştı. O yüz binlerce insan (500 bin kişi olduğunu tahmin ediyorduk) nasıl bu kadar kısa bir sürede meydanı boşaltabilmişti; asla aklım almadı. Yerler pankartlar, afişler ve en önemlisi de ayakkabı denizi halindeydi. O kaçışmada pek çok insan ayakkabısının tekini ya da çiftini orada bırakmıştı. Yerde yatan yaralılar –belki de ölüler– ambulanslarla toplanıyordu. Ben daha önceden belirlediğimiz buluşma noktasına gittiğimde sadece birkaç arkadaşımı bulabildim. Onlarla birlikte karşıya geçip, bizi Ankara’ya geri götürecek otobüse gittik. Nitekim umduğumuz gibi oraya gelenler de oldu. Ancak 15 kişilik ekibimizden halen eksikler vardı. Otobüs kalkmadan ve yolculuk esnasında radyodan dinlediğimiz haberlerle yaşanan facianın boyutu belirmeye başladı. Önce 3 kişi, sonra 5 kişi derken, 36 kişinin öldüğü; yüzden fazla kişinin yaralandığı ortaya çıktı. Ölenlerin çoğu izdihamdan ezilenlerdi.

1977 katliamı halen aydınlatılmadı
Ertesi gün çıkan gazeteler, olayı miting alanına girmek isteyen ama DİSK’lilerce engellenen kesimin başlattığı ve buradan başlayan panikle insanların ezilerek öldüğü şeklinde verdi. Böylece saldırının yönü saptırılmaya çalışılıyordu. Ancak birkaç gün içinde olayın tertipçileriyle ilgili ipuçları ortaya çıkmaya başladı. Örneğin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan, gördüğü bir polis amirine “şuradan bize ateş açıldı; bunlar polis mi?” diye sorunca coplanmıştı. Ateş açılan noktalardan bir diğeri olan Pamuk Eczanesi’nin üst katında ise tabancalar ve mermi kovanları bulunacaktı. İnsanlar her yerden olduğu gibi, Kazancı Yokuşu’ndan da sel halinde kaçmaya çalışmıştı. İşte bu sırada yokuşun biraz aşağısındaki garajdan çıkan beyaz renkli bir Renault uzun menzilli silahlarla kitleyi tarayacaktı.
Arabadaki polis Necati Tınaz, daha sonra bu durumu “üstümüze geldiler havaya ateş ettik” diye açıklamaya kalkacaktı. Intercontinental Oteli’nin beşinci ve altında katının camlarında da kurşun delikleri görüldü. Bu konuda Necati Doğru’nun Günaydın gazetesinde yazdığı şu ifade şoke ediciydi: “5. katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça sert bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, ‘polisler’ yanıtını aldım...”
Sonuçta 28 kişi ezilerek ya da boğularak, 5 kişi kurşun yarasıyla ve 1 kişi de panzer altında kalarak yaşamını yitirdi. Yüzden fazla insan da yaralandı. Miting dağılırken 470 kişi gözaltına alındı, ancak aylarca süren yargılanmalarına rağmen hiçbirinin olayla ilgisi kurulamadı. Ateşi kimin açtığı tam olarak belirlenemedi, olay halen aydınlatılamadı. Ancak 1978’de yine aynı meydanda toplandık. Belki bir yıl önceki kadar kalabalık değildik, ama bu kez çoluk çocuk piknik yapmaya, bayram kutlamaya değil; icabında ölmeye gelmiştik! Daha sonraki yıllar ise olağanüstü haller; sıkıyönetimlerle önce il il, sonra tüm yurtta 1 Mayıs yasaklandı.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.