İki karga bir burun ve Türk’ün kılavuzu

Bu akıl almaz ölçülerde garip, garip olduğu kadar yakışıksız, yakışıksızlıktan öte gerçek dışı ve hatta yaptığı teşbihlerdeki kabalık bakımından edep dışı sözler Türkiye Cumhuriyeti’nin Köşk’teki “koltuğuna oturmak” isteyen Erdoğan’a ait.
İlk önce, “gerçek dışı” garabetten söz edelim. Başbakan, rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “Türkiye Musul’daki Türkmenlere yardım etmiyor” mealindeki eleştirisi karşısında, “Adana’daki TIR’lardaki silahların” Türkmenlere gittiğini iddia ediyor. Bu çok kaba bir yalan. Siz şimdiye kadar bu Türkmenlerin Musul’u işgal eden IŞİD’e karşı, Erdoğan’ın “MİT TIR’larındaki” silahları kullandığını duydunuz mu? Duymadınız. Çünkü bu silahlar Türkmenlere değil, Türkmenlerin de vatanı olan Musul’da işgalci IŞİD çetelerine gitti.
Foyası meydana çıkan bütün hükümetlerin ve devletlerin böyle yalanlar söylediğini biliyoruz. Ama Başbakan’ın aşağıda ele alacağımız anlayışı ve kabalığı, eşine pek rastlanmayan cinstendir ve aynı zamanda onun zihni yapısını da bir kere daha ele vermektedir.
Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı adaylarından Ekmeleddin İhsanoğlu, vaktiyle AKP Hükümetinin öneri ve desteğiyle 2004-2013 yılları arasında İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliğinde bulundu. Başbakan, eğer medyadaki gibi konuştuysa, İhsanoğlu’nu “tayin ettiği” teşkilatın adını bilmiyor; “İslam Örgütü Teşkilatı“ diyor. Yani “İslam teşkilat teşkilatı” gibi bir gariplik.
Ama gariplik şu cümlede: “Sayemizde bir makama geldin, sayemizde orada oturdun. Şimdi sıkılmadan kalkıp medya mensuplarının karşısında bu yalanları söyleyebiliyorsun.”
İhsanoğlu yalan söylemiyor. Başbakan yalan söylüyor. Ama daha beteri, o İhsanoğlu’nun “liyakati” nedeniyle değil, Erdoğan’ın “sayesinde” İİT Genel Sekreteri olduğunu söylüyor. Zaten o nedenle de, “madem benim sayemde o makama geldin, o halde bana biat etmelisin, beni eleştirmemelisin” demeye getiriyor. Bu, çok tehlikeli bir zihniyeti işaret ediyor. Erdoğan, “tayin edilen” kişileri birer “kapıkulu” gibi görüyor. “Devlete değil millete hizmetten” söz eden Başbakan, “sayesinde bir makama oturan”ın kendisine kul köle olması gerektiğine inanıyor. Erdoğan’ın “devlete tapınan” padişahvari zihniyetini bu “sayemde oturduğun makam” kibirlenmesi mükemmel şekilde ortaya koyuyor.
Ve bir de şu, hem Kılıçdaroğlu’nu, hem de Bahçeli’yi “karga”ya benzeten ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “burnunun kaderi” ile ilgili “kılvuzluk” cümlesi garabete tüy dikiyor. Türk “atasözleri” sözlüğüne göre, “klavuzu karga” olma hali aynen şöyle dillendiriliyor: “Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz.” Edep ya hu!
Soralım: Birincisi, sen AKP İstanbul İl Başkanlığına ve İstanbul Belediye Başkanlığına “kendi liyakatin” sayesinde mi, yoksa Erbakan’ın “sayesinde” mi oturdun? Neden onu arkadan vurdun? İkincisi, Başbakanlığa “kendi liyakatin” sayesinde mi, yoksa 2002’de “yasaklıyken” gittiğin Washington’dan aldığın “destek” ve Baykal’ın bu “işaret üzerine”, “yasağını kaldırması sayesinde” mi yerleştin? Şimdi neden “Ey ABD” filan diyorsun?
Ya onlar da sana, “bu makamlara bizim sayemizde oturdun, ne atıp tutuyorsun?” derlerse? Ve şu anda Türkiye’nin burnu niye bölgesel “necaset bataklığından” kurtulamıyor; onun “klavuzu” kim?
Bizden bu kadar. Şimdi İhsanoğlu’nun “IŞİD’e giden silahlar ve Kobanê hakkında” konuşmasını bekliyoruz. Bakalım “oturduğu makamlara” ve “adaylıklara” kendi “liyakati sayesinde” mi, yoksa dün “Erdoğan’ın, bugün Gülen’in sayesinde” mi gelmiş?
