İktidar bu yıkımı politik olarak tercih etti
Arzu DEMİR yazdı —
- Kamu kurumlarını yağmalayıp, savaş politikası ve kişisel servetleri için harcayarak devletin kimi mekanizmalarını kullanılmaz hale getirdiler. Bu işin bir gerçeği. Ancak bizim günlerdir yaşadığımız şey, devletin bir felaket karşısında yapamadıklarının değil, tercihlerinin sonucu.
Deprem geride büyük bir yıkım, kayıp, acı ve yas bıraktı. Elbette öfke de biriktirdi, biriktiriyor.
Günlerdir acıların biraz olsun sağaltılması için ezilenler arasında büyük bir dayanışma örülüyor. İstanbul’dan, İzmir’den ya da dünyanın herhangi bir yerinden gönderilen kışlık bir ayakkabı ile ya da maddi katkı ile acının yükü hafifletilmek, halkın mahkum edilmek istendiği çaresizlik duygusu giderilmek isteniyor. Kapitalist devletin, tıpkı Soma işçi katliamında, Karadeniz sel felaketinde ya da Covid-19 salgınında olduğu gibi acısı ve çaresizliği ile baş başa bırakarak terbiye etmeye çalıştığı halk, kendi yarasını sarıyor.
Çok geniş bir alanda etkili olan depremin şiddeti büyüktü. Ancak sonuçlarını bu kadar ağır hale getiren ise sadece deprem olmadı, faşist şeflik rejiminin, Türk burjuva devletinin politik ve ideolojik tercihleri oldu. Başka bir ifadeyle bu kadar insan bir devlet politikası olarak enkazların altında ölüme terk edildi. O enkazlardan sağ çıkanlar da açlık, evsizlik, işsizlik, göç ve şiddet ile teslim alınmak istenecek.
Faşist şef Erdoğan’ın, 31 Mart seçimlerinden önce hem de Maraş’ta verdiği imar affı müjdesinin sonuçları ortada. O gün bir seçim politikası olarak getirilen imar affı, bugün on binlerce insan için o binaları birer mezar haline getirdi, kentleri mezarlığa dönüştürdü.
Devletin kayyum yoluyla el koyduğu belediyelerin yağmalanması sonucu, deprem sonrasında hayatta kalanlara bir yudum su bile verecek bir kurumun ortada olmaması. HDP’nin el konulmayan 6 belediyesinden 5’i (biri deprem bölgesinde olduğu için çalışmalara dahil olamadı), o yoksunluk ve yoksulluk içinde Kürt halkının büyük özverisiyle elden ele depremzedelerin ihtiyaçlarını karşıladı. Sömürgeci bir devlet politikası olan kayyum, depremin sonuçlarını ağırlaştırdı.
Faşist iktidar, bir devlet politikası olarak enkazlara zamanında müdahale etmedi. Günlerdir AFAD’a yönelik eleştiriler ortada. Zamanında insanları kurtarmak için enkazlara gitmedikleri gibi, gittiklerinde de ne yeterli malzemeleri ne de ekipleri vardı.
Ordunun elinde bulunan teknik ve insan gücünün devreye sokulmaması da politik bir tercihti. Faşist şef Erdoğan, Antakya’ya gidip, dayanışma için gelenleri, depremin yıkımından iktidarın sorumlu olduğunu söyleyenleri tehdit ettikten sonra kente asker gönderildi. Elbette ki bu askerler, halka yardım için değil, ellerinde silahlarla gövde gösterisi yaparak kentte yardım çalışmalarını yürüten devrimcilere gözdağı vermek için konuşlandırılmıştı.
Bu ağır yıkım ortamında bile Türk devleti, işgal saldırılarından vazgeçmedi. Gerilla güçleri, halkın yaralarının sarılmasına katkıda bulunmak için, askeri eylemlerini durdurdu. “Bize saldırmadıkları sürece eylem yapmayacağız” diye kamuoyuna bu kararlarını deklere ettiler. Ancak Türk devleti ne yaptı? Hem Güney Kürdistan’da hem de Rojava’da işgal saldırılarını sürdürdü. Oysa, devlet, İHA’larından hava alanlarına, helikopterlerine kadar tüm teknik imkan ve insan gücünü, savaşarak öldürmek yerine yaşatmak için kullanabilirdi. Ancak bunu bir devlet politikası olarak tercih etmedi.
“Devlet enkaz altında kaldı” değerlendirmesi bir yönüyle doğru olsa da, eksik. Çünkü bu cümle, söyleyenlerin niyetlerinden bağımsız olarak devletin sorumluluğunu örten bir ifade de taşıyor. Kamu kurumlarını yağmalayıp, savaş politikası ve kişisel servetleri için harcayarak devletin kimi mekanizmalarını kullanılmaz hale getirdiler. Bu işin bir gerçeği. Ancak bizim günlerdir yaşadığımız şey, devletin bir felaket karşısında yapamadıklarının değil, tercihlerinin sonucu.
Her türlü kararname çıkarma yetkisi elinde olan Erdoğan, örneğin, “Bir hafta özel sektör dahil tüm maden ocakları kapatılacak ve maden işçileri, arama kurtarma çalışmalarına katılacak” şeklinde bir genelge yayınlayamaz mıydı? Depremin ilk günü Soma’da binlerce maden işçisinin arama kurtarma çalışmaları için gönüllü oldukları ancak patronlar izin vermediği için bölgeye çok azının gidebildiği ortaya çıkmıştı. Devlet politik tercihini, deprem mağdurlarını yaşatmak yönünde kullansaydı elbette böyle bir kararnameyi yayınlayıp, arama kurtarma çalışmalarında deneyimli maden işçilerini kitleler halinde bölgeye sevk edebilirdi. Ama yapmadı. Yapmaz da!
Çünkü, bu devletin genetik kodlarında yaşatmak yok. Öldürmek var. Hayatta kalanları da açlık, şiddet ve sürgün ile “terbiye etmek” var. Kürtler’in, Ermeniler’in, Aleviler’in soykırımı üzerine inşa edilmiş hem faşist hem de kapitalist bir devletten ne beklenir ki!