İMC’nin kapanması, büyük boşluk yarattı


FİLİZ ARGAL / FRANKFURT
Milyonlarca insana ulaşan yayınlarıyla Türkiye demokrasi güçlerinin sesine dönüşen İMC TV’nin 1 Mayıs 2011’de başlayan yolculuğu, OHAL’in ilk Kanun Hükmüne Kararnamelerinden biriyle, 29 Eylül 2016’da “sona erdi.” Kanal çalışanları, bunu bir “son” olarak görmüyor gerçi ve mutlaka geri döneceklerini belirtiyorlar. Fakat hiç değilse şimdilik, “dünya çapında bir markaya dönüşen” İMC TV, televizyon kumandalarında bulunmuyor.
Türk devletinin “milli güvenliği tehdit eden yapı, oluşum ve gruplar ile terör örgütlerine aidiyeti” gerekçesiyle kapattığı İMC TV’nin Yayın Koordinatörü Eyüp Burç, şu sıralar başka birçok meslektaşı gibi “tedbiren” Avrupa’da bulunuyor. Zira memlekette -uluslararası kuruluşların da sıklıkla ifade ettiği gibi- hiçbir gazeteci güvende değil. Gerçeği yazanlar ve söyleyenler, birer birer hapsediliyor.
Burç’la İMC’nin kapatılması sürecini, sonrasını ve hedeflerini konuştuk.
İMC kapandıktan sonra neler yapıldı? Son durum nedir?
Aslında hukuken yapılması gerekenler yapıldı. İMC’nin hukuk danışmanları, eş zamanlı başvuru stratejisi izledi. Hem Anayasa Mahkemesi’ne hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne eş zamanlı başvuru yaptılar. Fakat şu ana kadar bir gelişme olmadı. Bu gibi davalarda hukuksal prosedürler uzun zaman alıyor. Davaları takip ediyor ve bekliyoruz.
İMC’nin kapanması, halkın haber alma hakkının engellenmesi anlamına da geliyor. Ayrıca oraya emek veren gazetecilerin işsiz kalması... Kaç kişi işsiz kaldı bu süreçte?
Haklısınız. Bir yayın kurumunun kapatılması sadece basın, ifade ve fikir hürriyetinin engellenmesi değil; aynı zamanda halkın haber alma hürriyetinin de gasp edilmesi anlamına geliyor. Bu meselenin bir tarafı ve en önemli tarafı. Bir de dediğiniz gibi çalışanların işsiz kalması, maddi ve manevi mağduriyet ve zararların yaşanması var. İMC’nin kapanmasıyla yaklaşık 150 arkadaşımız işsiz kaldı. 150 insan, aile fertleriyle birlikte mağdur edildi. Yanı sıra 10 milyon Dolar ile ifade edebileceğimiz maddi zarar var.
En önemlisi, Türkiye’de ve uluslararası alanda tanınan, bilinen ve marka haline gelen bir kurumdan bahsediyoruz. Bunun manevi değerini de artık siz düşünün. Çalışan arkadaşlarımız hem Türkiye mahkemeleri ve hem de AHİM nezdinde hak arayışlarını sürdürüyor. Bu nedenle de bir hukuk mücadelesi veriliyor.
Peki gerek ülkeden gerekse de uluslararası alandan bu süreçte destek gördünüz mü?
İMC TV, Türkiye’de her alanda hak mücadelelerinin ana akım kanalı haline gelmişti adeta. Ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, mağdur edilenlerin kanalıydı. Bu özelliği ve etkin, objektif yayıncılığı sayesinde haber kanalları içerisinde hep ilk beş içinde yer aldı. Reyting ölçümlerinde de kimi zaman birinci ve ikinci sıraya kadar çıkabiliyordu. Durum bu olunca haliyle hem iç kamuoyunun hem de dış kamuoyunun dikkatlerini üstüne çekti.
İMC, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün önemli ayaklarından biri olmayı başarabildi. İMC’nin kapatılmasıyla hem Türkiye’den ama daha çok da uluslararası alandan yoğun bir dayanışma gördük. Ancak söylemek lazım: Kendi haber alma hakkı engellenen ve milyonlarla ifade edilen İMC izleyicisinin görünür tepkisi büyük olmadı.
Neden?
Tepkiler üzerine düşünmek gerekiyor. Beklentimiz ve olması gereken farklıydı. Bunun nedenlerini ayrıca konuşabilir ve tartışabiliriz ancak bize zamanla gelen tepkilerden anlıyoruz ki İMC, izleyicisinin günlük hayatında yeri doldurulamayan bir boşluk yaratmış. Bu boşluk her geçen gün kendini daha yakıcı bir biçimde hissettiriyor.
İMC yönetici ve çalışanlarından tutuklanan ya da yargılanan var mı? Ya da gördüğü baskı yüzünden Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan...
Kapatıldıktan sonra ne yönetici ne de çalışanlardan tutuklanan oldu. Yine de tedbir amaçlı bazı arkadaşlarımız Türkiye dışına çıktı. Temel beklenti, kapatılan gazete, radyo ve TV kanallarının yönetici ve çalışanları hakkında gözaltı ve tutuklama dalgasının başlayacağı yönünde. Zaten İMC hakkında Ankara Cumhuriyet Savcısı’nın gizli bir soruşturma yürüttüğünden haberimiz var. Yazılan ve söylenenlere bakılırsa bir operasyonun eli kulağında. Yapılanlar da zaten ortada, dolayısıyla tedbiri elden bırakmamak gerek...
Avrupa’ya çıkmış yönetici ve çalışanlar olarak önünüzde ne gibi hedefler var? Mesela İMC yeniden izleyecileriyle bulaşacak mı?
OHAL devam ettiği sürece İMC ve hatta İMC gibi bir kanalın yayın yapmasına izin vermezler. Bazı arkadaşlarımız Türkiye’de internet medyası alanında yaratıcı çözümler üretti. WEBİZ, HaberSizsiniz, BirHaberVar gibi platformlar oluşturuldu. Bu tür çözümler şimdilik akmıyor ama damlıyor. Bu da iyi. Kötü durum, çözümsüz kalmak. Editoryal merkezi Avrupa’da olan, Türkiye’den de muhabir ağıyla desteklenen, bu kez Türkçe’nin yanı sıra İngilizce de yayın yapan İMC haber portalını yeniden canlandırmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi İMC Haber’in en son 1 milyon takipçisi vardı. Bu insanların haber alma hakkını bu zorlu süreçte kısmen de olsa karşılamayı hedefliyoruz.
İMC’nin kapatılmasıyla, Kürt sorununda yeniden çatışmalı sürece dönülmesi, barış görüşmelerinin ortadan kalkması arasında bir bağlantı var mı sizce?
İMC, Türkiye’nin temel yapısal sorunlarının, barışçıl demokratik çözüm yollarının tartışıldığı bir kanal olma amacıyla yayına başladı. Çatışma süreçlerinde de çatışma çözümlerine daha çok zaman ayıran yayınlar yaptı. Söylemek lazım: İMC bir tarafıyla Türkiye’de adına “çözüm süreci” denilen sürecin tek kanalı oldu. Bu anlamda süreci bitirmek isteyen devlet, önce İMC’ye, neredeyse eş zamanlı olarak da HDP’ye yöneldi. Bilindiği gibi bizi OHAL’den çok önce TÜRKSAT’tan keyfi bir biçimde çıkardılar. Ne de olsa İMC’nin varlığı mevcut politikanın uygulanmasını zora sokuyordu.
Peki ya gelecek? Ne öngörüyorsunuz?
Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı, yüzyıl öncesinden gelen statükoların sarsıldığı, özelde ise Rojava Devrimi’nin ortaya çıkardığı yeni durum, Türk devletini yeni bir yol ayrımına getirdi. Ya Kürtlerle anlaşıp Ortadoğu’da demokratikleşmenin öncüsü olacaktı ya da Kürt inkarı ve Kürt düşmanlığı temelinde zaten kurucu öğesi olan otoriter rejimi totaliter düzeyde inşa edecekti. Maalesef totaliter rejim inşasını seçti. AKP gibi seçmen desteği yüzde 40-50 bandında olan bir parti ve onun popülist ve demagog “Führer”i olan Erdoğan’la birlikte ise faşizmi seçti devlet. Anlaşılan o ki, geleceğe dair iyimser olmak çok zor. Devlet bu tercihinden ciddi zorlayıcı faktörler olmadıkça vazgeçmeyecektir. Yani kısacası ya rejim değişecektir ya da sınırlar.
Anne-kız aynı KHK ile işsiz kaldı
Leyla Abay, 14 yıldır Özgür Radyo’da çalışıyordu. Kızı Denizcan Abay ise, annesinin izini takip edip gazeteci olmuş, üniversitenin ardından İMC TV’de editörlük ve spikerlik yapmaya başlamıştı. İkisinin çalıştığı kurumlar da, KHK’lerle kapatıldı. Anne-kız, bir ağızdan, “Susmayacağız, gerçekleri ulaştırmaya devam edeceğiz” diyor şimdi.

ÖZCAN BOZOÐLU / STUTTGART
Leyla Abay, Özgür Radyo’nun 14 yıllık emekçisi. Radyo, OHAL ardından çıkarılan KHK ile kapatıldı ve Abay onlarca gazeteci gibi işini kaybetti.
Denizcan Abay ise, annesi Leyla Abay’ın izinden giderek gazeteciliğe merak salan, Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon, Sinema Bölümü mezunu bir İMC TV editörü ve spikeriydi. Onun çalıştığı basın organının akıbeti de, annesininkiyle aynı oldu.
Gazeteci anne-kız ile çalıştıkları kurumların kapatılmasını ve bundan sonra yapacaklarını konuştuk.
15 Temmuz darbesi ardından KHK’yle kapatılan Özgür Radyo’nun emekçilerindensiniz. Ne oldu, nasıl gelişti olaylar?
Leyla Abay: 14 yıldır Özgür Radyo’da çalışıyorum. Orada emekli oldum ama çalışmaya devam ettim. 15 Temmuz darbe girişimini Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir fırsata çevirdi. Zaten “Allah’ın bir lütfudur” demişti. Ben 80 darbesini de yaşadım, işkence gördüm, cezaevinde yattım. Bugün de bu girişimin ilerici, aydın ve demokratlara yöneleceğini biliyorduk. Hatta biz radyonun kapanacağını konuşuyorduk ve bekliyorduk. Fethullah Gülen Cemaati’nin yayın organları kapatıldıktan sonra sıranın biz muhaliflere geleceğini biliyorduk. Gerçekleri yazan ve gerçekleri gören tüm yayın organlarına saldırdılar. Biz darbelere karşıyız. O dönem de darbelere karşı olduğumuzu belirten bir yayın yaptık.
Denizcan Abay: 15 Temmuz sonrası gelişen süreçte, ilk olarak Gülen Cemaati’ne yönelik yapılan operasyonlar ve onlara ait tüm basının kapatılması ve çalışanlarına medya piyasasında ambargo uygulanması yaşanırken, “Bizi de unutmazlar galiba” diye düşünüyorduk. Zaten devlet geleneği böyledir. 80 darbesini yaşayanlar da, 90’ları da yaşayanlar da gördü. Ezilenin sesini duyuran ve geniş kesimlere ulaştıran özgür basını maalesef devlet geleneği yaşatmadı. Darbe bahanesiyle İMC TV gibi, Dicle Haber Ajansı gibi, Özgür Radyo gibi kuruluşları kapattı.
Özgür Radyo, darbe öncesinde de birçok kez baskıya maruz kaldı…
Leyla A.: Özgür Radyo’nun 21 yıllık yayın hayatı var ve bunun 4 yılı kapatılarak geçti. RTÜK, yasalar üstü. Çıkan bir albüme Kültür Bakanlığı izin veriyor ama RTÜK müdahale ediyor. Bu nedenle biz 1 yıl kapatma cezası aldık. Yayın yaparken mecburen otosansür kullanıyoruz. Çünkü bir daha kapanırsa lisans hakkımız elden gidiyor. Örneğin NTV “Kürdistan” diyor ama biz radyoda “Kürdistan“ diyemiyorduk. 2013 Newrozu’nda o dönem BDP Milletvekili olan Sebahat Tuncel yayınımıza bağlanmak istemedi. “Ben Kürdistan demedikten sonra bir anlam ifade etmez. Biz çok bedel ödedik Kürdistan diyebilmek için” dedi. Otosansür uyguluyorduk; çünkü bir daha kapanırsa lisansımız gidecekti. Bazı cümlelere dikkat ediyorduk mecburen.
İMC TV neden hedef alındı peki?
Denizcan A.: İMC TV, Mor Bülten’i olan bir televizyondu. Kadınların sesini duyuran, ekoloji mücadelesi veren ve Kürtlerin, Alevilerin, ezilenlerin, LGBT bireylerin sesini duyuran bir TV’ydi. Ana akım medyada yer bulamayan konulara yer veriyorduk. Toplumun tüm kesimlerinin sesiydik. Bu nedenle çok önemliydi.
Bugün Türkiye’de eğer internetiniz yoksa hiçbir şeyden haberdar değilsiniz. Kürdistan’da yaşayanlar da internet sorunu yaşadıkları için dünyada, Türkiye’de ve Kürdistan’da olan bitenden haberdar olamıyor. Bir başkaldırı olmasın diye gerçekleri halktan saklamaya çalışıyorlar. Bilgi verilmeyen bir toplum, şu an Türkiye’de mevcut. Hiç kimsenin bir şeyden haberi olmuyor.
Yapılan her şey biraz kılıfına uyduruldu, diyorsunuz…
Denizcan A.: Evet öyle. Ancak gazetecilerin içeri alınması, kurum ve kuruluşların kapatılması bir başarı değildir. Çünkü halkın bir iradesi var. Koskocaman direniş kültürü olan bir toplumdan bahsediyoruz. Sadece sesini kısmaya çabalıyorlar. Bu zaten her zaman yapmak istedikleri bir durumdu. 80’lerde, 90’larda da çabaladılar ve şimdi de aynı şeyi yapıyorlar.
Meslek hayatımın 6. yılında böyle bir darbe ile karşılaştım. Bundan sonra da meslek hayatımda nelerle karşılaşabileceğimi tahmin edebiliyorum. Ama şunu da görebiliyorum: Umudu yeşeren bir toplum var karşılarında, direniş kültürü olan bir halk var. Bunun karşısında başarabileceklerini düşünemiyorum.
Özgür Radyo’nun ne kadar dinleyici kitlesi ve çalışanı vardı?
Leyla A. RTÜK’ün yaptığı bir araştırmaya göre dinlenme oranları açısından bin 50 radyo içerisinde 26’ncı sıradaydık. Gönüllü çalışanlarımızla birlikte toplam 50 civarında çalışan vardı. Tabii ki bunlar içinde farklı kimliklerden insanlar vardı.
Basına yönelik darbeyle ne hedefleniyordu?
Leyla A.: Basın yayın organları kapatılınca yaşanan durumu kitlelere duyuramıyorsun, kitlenin haber alma özgürlüğü kesiliyor. Bizler bu alanda çalışanlar olarak belki sosyal medya üzerinden takip edebiliyoruz ama toplumun büyük bir kesimi gelişmelerden habersiz. Aslında yapılan tüm bunlar bir sivil darbedir.
Siz peki bu süreçte neler yapabildiniz?
Leyla A.: Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) kapatılan basın yayın organı çalışanlarının başka bir işe alınmaması kararı var ve yasak getirildi. Ankara’da alternatif basın olarak ortak bir platform oluşturuldu, çalışmalar devam ediyor. Türkiye’de hukuki bir hakkımız yok; bize herhangi bir tebligat da gelmiş değil radyonun hangi nedenden kapatıldığına dair. Ama hukuki olarak yine hakkımızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) arayacağız. Yayınımız ise internet üzerinden “Özgür Radyo 2” olarak devam ediyor.
Ülkede 130’u aşkın gazeteci mesleklerinden dolayı rehin alınmış durumda... Ne düşünüyorsunuz?
Denizcan A.: Bu yeni bir durum değil. Devlet geleneğinde olan bir şey, gerçekleri örtbas edebileceklerini, gazetecileri hapsederek üstünü kapabileceklerini sanıyorlar. Hayır, yaptıkları hiçbir şeyin üstü kapanmaz. Bir gün ortaya çıkar, hesabı sorulur. Bizim gibi gazetecilerin yaptığı şey, Cizre’de, Kobanê’de, Sur’da, Gezi’de olanların hepsini olduğu gibi halka aktarmaktı. Polisi muhabir yapan ana akım medyanın elemanları gibi değil. Biz gerçekten orada neler yaşandığını aktarmak için vardık. Zannediyorlar ki bizi kapatarak, hapse atarak üstünü kapatacaklar. Hayır, bunların hiçbirinin üstü kapanmayacak, gerçekleri söylemeye devam edeceğiz.
