İMRALI ADASI

İmralı ada cezaevi, bir hapsedilme yeri olmaktan öte, baskı uygulamalarının sistematik olarak merkezi olarak belirlenip uygulandığı, bu anlamda NATO’nun ve diğer ülkelerin şimdiye kadarki baskı deneyimlerinden süzdükleri yöntemlerin emir komuta zinciri içinde hayata geçirildiği bir işkence sistemidir.
Zülküf KURT
Dünya siyasi tarihinde ada cezaevleri, ayrı bir yer kaplar. Devletlerin ya da egemen güçlerin en güçlü muhaliflerini sürgün ettikleri, izole ettikleri yerlerdir ada cezaevleri. Geçmişten bugüne gelene kadar ada cezaevlerinin tercih edilmesinin belli başlı nedeni ulaşılması zor olan yerler olmasıdır. Günlük hayattan, toplumdan, mevcut ilişkilerden koparma, ona ulaşmak isteyenlerin kolaylıkla gidemeyecekleri, kaçış olanaklarının olmadığı yerler olması nedeniyle ada cezaevleri kullanılmıştır.
Ada cezaevi olan Yassıada ve ada cezaevine haiz özellikler taşıyan Sinop cezaevi şu an müzeye dönüştürülmüş durumda. Türkiye’deki aktif olan tek ada cezaevi olan İmralı adası da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için özel olarak dizayn edilmiş ve yüksek güvenlikli cezaevi olarak kullanılmaktadır.
Kilise duvarlarından cezaevi
İmralı adası, Bursa’nın Mudanya ilçesine bağlı bir ada. Marmara denizindeki ada Mudanya’ya 22 mil uzaklıkta. Ada tarihteki izlerinin ne denli eski olduğu bilinmemekle birlikte 7. yüzyıldan itibaren varlığından söz edilmeye başlanıyor. ’Kalolimnos’ olarak ilk adını alan ada Roma ve Bizans dönemini ve sonrasında Osmanlı dönemini yaşadı. Ancak sürekli olarak tarih boyunca farklı halkları ağırlayan bir yer oldu. Uzun yıllar Arnavutlara ev sahipliği yapan ada, sonrasında Rumlara ev sahipliği yaptı. 1913 kayıtlarına göre adada 250 hane, bir okul, üç manastır ve tamamı Rumlardan oluşan 1200 kişi yaşıyordu.
Uzun yıllar adada yaşayan tarihçi Theophanes Metamorphosis bir manastır inşa ederek, adaya ilk manastırı yapan kişi oldu. Daha sonra bu manastırın yerine 16.yüzyılda başka bir manastır ve sonrasında da 3 ayrı manastır yapıldı. 1923-1924 mübadelesiyle kalan son Rumlar Yunanistan’a gönderilince ada tamamen boşaltıldı ve 1935 yılında yarı açık cezaevine dönüştürüldü. İmralı cezaevi, harabe halindeki bir kilisenin duvarlarının tamamlanarak koğuşa çevrilmesiyle 1 Ağustos 1935’te faaliyete geçti.
İmralı’dan birçok isim geçti
Yassıada yargılamalarından sonra Demokrat Parti Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın cezaları burada infaz edildi. Naaşları 29 yıl İmralı adasında kaldı ve 1990 yılında İstanbul Topkapı’daki anıt mezarlara nakledildi. 1990-1999 yılları arasında adada bulunan yarı açık cezaevindeki mahkumlar tarımla, sabun yapımı ile konserve üretimi gibi işlerde çalışıyorlardı. 1999 yılında ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın adaya getirilmesi sonrasında ada tamamen boşaltıldı.
Adadan birçok ünlü isim de geçti. Yılmaz Güney, Rıfat Ilgaz gibi isimlerin de İmralı cezaevinde kaldı. 1935’ten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın adaya gelişine kadar İmralı adasında kalan toplam mahkum sayısı ise 247’dir.
1999 yılından 2009 yılına kadar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan adada yalnız kaldı. 2009 yılında adaya 5 mahkum sevk edildi. Şeyhmus Poyraz, Cumali Karasu, Bayram Kaymaz, Hasbi Aydemir ve Hakkı Altan. 2015 yılına kadar adada kalan 5 tutsak 2015 yılında başka cezaevlerine sevk edildiler. 2015 yılında da başka cezaevlerinden İmralı ada cezaevine Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş, Nasrullah Kuran ve Çetin Arkaş gönderildiler. 15 Mart 2015’te İmralı adasına giden mahkumlardan Nasrullah Kuran ve Çetin Arkaş’ın, 26 Aralık 2015’te Silivri cezaevine sevk edildiğini avukatları tesadüfen öğrenecekti. Diğer üç tutsak Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş hala İmralı cezaevinde bulunmaktadır.
Adada jet hızında yargılama
Öcalan’ın İmralı ada cezaevine konulur konulmaz idam edilip edilmemesi tartışmaları temel gündem maddesi oldu. Ama asıl kararı, hukuk ve yasalara dayanmayan MİT, Genelkurmay, MGK, Dışişleri, Başbakanlık, Emniyet ve Jandarma yetkililerinden oluşan gizli bir komisyon vermekteydi.
16 Şubat 1999 Saat:03.00’te İmralı adasına getirilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yargılanmasına 31 Mayıs 1999’dan 29 Haziran 1999’a kadar devam edildi ve toplam yargılama (1 ay) sürdü. Bu 1 ay içerisinde 8 duruşma yapıldı. İmralı adasında kurulan özel bir salonda başlayan yargılamaları gerçekleştiren Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı idam cezasına mahkum etti. 3 Ekim 2002 AB uyum yasaları çerçevesinde Anayasa’nın 38. ve Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerinde yapılan değişiklik ile idam cezası, Ankara DGM tarafından ağırlaştırılmış hapis cezasına dönüştürüldü.
Öcalan, “Bir adada tek kişilik bir hücrede dış dünya ile bağı koparılmış halde yaşamak bir tabuta canlı konulmak gibi bir şeydir, buna tabutlukta yaşam dedim. Zaten bu tabutluk gibi hücremde nefes almakta bile zorlanıyorum. Nasıl bir idam mahkûmu asılma sırasında son nefesini vermeden önce çırpınır, üç dakika sonra ölürse, burada bana uygulanan yöntemle bu üç dakikalık ölümü zamana yayarak gerçekleştirmek istiyorlar” diyerek, ağırlaştırılmış hapis cezasını ve İmralı’daki koşullarını anlatacaktı.
Cezaevinin dizayn ve idaresi
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesi öncesinde CIA ekibiyle MİT’in imzaladığı bir protokol vardır. Bu protokolün içeriğine dair bilgi bulunmasa da geçen 20 yıllık süreçte yaşanan tüm uygulamaların bu esaslara dayandığını söylemek güç olmayacaktır. Öcalan’ın dış dünya ile tamamen iletişiminin koparılması, kimyasal saldırılar, zehirleme girişimleri, psikolojik savaş uygulamaları, hücresinin daraltılması, sese duyarsızlaştırılması gibi birçok uygulamayı İmralı cezaevinde görebilmekteyiz. Öcalan’ın İmralı cezaevine getirilmesi öncesinde ve sonrasında cezaevinin ve Öcalan’ın o cezaevinde hangi koşullarda kalacağı konusundaki husus, Norveçli bir kadın tarafından düzenlenmiş ve cezaevi o şekilde dizayn edilmiştir. AB ve NATO, İmralı işkence sisteminin oluşmasındaki rolü, uluslararası komplonun devamı şeklindedir. İmralı’daki sistemin esas yürütücü gücü ise MGK’dır. İmralı’da ne yapılacağı, neyin nasıl olacağı, dönemsel politikaların ne olacağı hususuna kadar her ayrıntı, MGK düzeyinde planlanıp, adada hayata geçirilmektedir.
İmralı cezaevinde Öcalan’a uygulanan politikalar tamamıyla NATO konseptli uygulamalardır. Bu da uluslararası komplonun devamı niteliğindedir.
1 Haziran 2005
İmralı’da uygulanan politikalar, 1 Haziran 200’te gerçekleşen yasal değişiklikler ile ağırlaştırılarak ‘Ölünceye Kadar Ağırlaştırılmış Müebbet İnfaz Rejimi’ adı altında “yasa” kılıfına büründürülerek devam ettirilmiştir.
1 Haziran 2005 yasaları ile birlikte aile görüşmelerini yarım saate düşürme, sınırlı da olsa gerçekleşen avukat görüşmelerini kayda alma, avukatlıktan men etme uygulamasına geçilmiştir. Yine bu tarihten itibaren düşüncelerinden dolayı hücre cezaları uygulama, kötü muamele, fiziki müdahale ve ölüm tehdidine varan parça parça öldürme politikasını daha da derinleştirme yoluna gidilmiştir. En önemlisi de sağlık sorunlarının tedavi edilmemesi ve yıllara yayılarak ağırlaşan cezaevi koşullarıyla paralel olarak sağlık sorunlarında artma ve ağırlaşmanın ortaya çıkmasıydı. Bu duruma 2009 yılı sonlarında içinde tutulduğu “tabuttan” dar ve havasız bir başka “tabuta” nakliyle zamana yayılı öldürme sürecine biraz daha hız kazandırılacaktı. Öcalan, 17 Kasım darbesi dediği cezaevi mimarisinde yapılan bu değişikliklerle koşulları ve hareket alanını daha da daraltılacak, yerleştirildiği odası daha da havasız hale getirilecekti. Bu durum Öcalan’ın havasızlıktan kaynaklanan sağlık sorunlarını daha da ağırlaştıracaktı. Yine kamuoyuna bir “iyileştirme” olarak yansıtılan bulunduğu cezaevine beş mahpusun nakli de bir “iyileştirme” değil, bu mahpusların da Öcalan ile aynı rejime tabi tutulması ve grup izolasyonuyla sonuçlanacaktı. Nitekim Nisan 2015’ten günümüze gelirken uygulanan politikalar, grup izolasyonunun ve mutlak tecridin en somut örneğidir.
Tecridin gittikçe ağırlaştırılması
Zamana yayılı öldürme politikası, 2011 yılının ortalarından itibaren tecridin adım adım ağırlaştırılması yoluyla daha da hızlandırılacaktı. Tecridin daha da ağırlaştırılmasının ilk adımı, 27 Temmuz 2011 tarihi itibariyle avukat görüşmelerinin tamamen kesilmesi ve 22 Kasım 2011’de Oslo sürecinde görüşmelere giden tüm avukatlarının gözaltına alınması ve tutuklanması olacaktı. İkinci adımı 6 Ekim 2014 tarihinden itibaren aile ve vasi görüşmelerinin de kesilmesi olacaktı.
Üçüncü adımı Nisan 2015 tarihi itibariyle heyet görüşmelerinin de kesilmesiyle birlikte Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamamaktadır. 15 Temmuz 2016 darbesi sonrası Bursa 1. İnfaz hâkimliği 20 Temmuz 2016 tarihli kararıyla avukat, vasi, heyet görüşmelerinin kesilmesine bir de haberleşme ve yazışmalarının da kesilmesi eklenecekti. Böylece Öcalan’ın dış dünya ile iletişim-haberleşme dahil tüm bağının koparılmasıyla ağırlaştırılmış tecrit yeni bir aşamaya ulaşmış bulunuyor. Hiçbir şekilde avukat, aile, vasi ve ziyaretçi görüşü yapılamamasının yanında hiçbir şekilde telefon, mektup, faks, telgraf, hatta yazışmaya izin verilmemektedir. Yani iletişim olanağı da dâhil dış dünya ile tüm bağın koparılmasıdır. Öcalan ve yanında bulunan diğer üç mahpustan aile, avukat görüşmeleri ile mektup, faks, telgraf yoluyla herhangi bir haber alınamamaktadır.
İki dal ağaca bile tahammülsüzlük!
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritte şimdiye kadar egemen devletli uygarlığın edindiği bütün hileleri kullanılmıştır, kullanılmaya devam etmektedir. Öcalan’ın her adımı 24 saat kameralarla izlenmesine rağmen sürekli olarak güvenlik adı altında birilerinin gelip dikkat dağıttığını Öcalan’ın anlatısından öğreniyoruz. Buradaki amaç yoğunlaşmayı bölmek ve zamanı katlanılmaz kılma amacı taşımaktadır.
2006 yılında oda değişikliği bahanesiyle öldürücü kimyasallarla Öcalan’ın kaldığı odanın boyanması sonrasında zehirlenme girişimlerinin de yaşandığı bir süreç oldu geçen 20 yıllık süreç. Odasına girip mektuplarının dağıtılması, saçının zorla kesilmesi, hücre cezaları, yaşanan ağırlaştırılmış tecrit içerisinde uygulanan politikalardan bazılarıdır. Öcalan’ın havalandırmasında görünen iki dal ağaca konan bir kuş olduğunu kendi anlatımlarında öğreniyoruz. Öcalan kuşa zaman zaman ekmek verdiğini de anlatıyor. Bu farkedilince de görünen iki ağaç dalı kesiliyor. Bu durum, İmralı işkence sistemini anlatan en çarpıcı örnektir. Burada amaç sese, doğaya, zamana, temiz havaya, renge karşı tamamen duyarsızlaştırılma hedefiyle uygulanan politikaların bütünüdür İmralı cezaevi sistemi.
O nedenle İmralı ada cezaevi, bir hapsedilme yeri olmaktan öte, baskı uygulamalarının sistematik olarak merkezi olarak belirlenip uygulandığı, bu anlamda NATO’nun ve diğer ülkelerin şimdiye kadarki baskı deneyimlerinden süzdükleri yöntemlerin emir komuta zinciri içinde uygulandığı bir işkence sistemidir.
