İmralı’dan haber bekleniyor

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevi’nde önceki gün çıkan yangınla birlikte oluşan haklı kaygıları gidermek için yapılan görüşme başvurularına dün akşama kadar yanıt verilmedi.
Türk devletinin daha önceki uygulamaları ve yasa dışı olarak sürdürdüğü tecrit bilindiği için kaygılarında ısrar eden Kürt halkı ve kurumları, hem açıklama ve çağrılarla hem de eylemlerle İmralı kapılarının görüşmeye açılmasını istiyor.
İmralı Adası’ndaki yangın, 21 yıldır orada tutulan Öcalan’a yönelik geçmiş uygulamaları hatırlattı. Mutlak tecrit altında zehirlemeden saç kazımaya kadar birçok baskıya maruz kalan Öcalan, yetkililerin “150 metre ötendeyiz” sözlerini “imha tehdidi” olarak değerlendirmişti. Bunlar bilindiği için önceki günden itibaren görüşme başvuruları ve çağrılar yapılıyor. KCK, KJK ve PAJK da dün yaptıkları yazılı açıklamalarla halkın görüşme sağlanana kadar eylemde olmasını istedi. Önceki gün Kuzey-Doğu Suriye’nin hemen hemen tüm kentlerinde yapılan eylemlerin dün de devam etmesi kararı alındı.
Öcalan’ın esaret altında tutulduğu cezaevinin bulunduğu İmralı Adası’nda dün sabaha karşı orman yangını çıktı. Lodosun etkisiyle yangın büyüdü. Bunun üzerine Asrın Hukuk Bürosu ”Tecrit koşullarında her habere ciddiyetle yaklaşılmalı. Derhal İmralı’ya gitmeliyiz” açıklaması yaptı. HDP de durumun ciddiye dikkat çekerek, hem hükümetten kaygıları gidermesini hem de görüşmenin yaptırılmasını istedi. Türk İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, katıldığı bir programda lakayt ifadelerle yangının cezaevinin ötesinde olduğunu söyledi. Bir süre sonra ise Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, yangının kontrol altına alındığını ileri sürdü. Bu açıklamalar tatmin edici bulunmadı. Asrın Hukuk Bürosu yeniden bir açıklama yaparak, çağrısı yineledi, aynı zamanda Adalet Bakanlığı’na İmralı’ya gitmek için acil başvuruda bulundu. Kürt kurumları ise hükümeti uyararak bu duruma son vermesini istedi. Kürdistan bazı kentlerinde de halk protesto gösterileri yaptı. Yangınla ilgili ilk açıklamayı yapan Bursa Valiliği, ikinci açıklamasını da yerel saatle 15.30’da yaptı. Yangının kontrol altına alındığını ve soğutma çalışmalarının sürdüğünü öne sürdü. Dün öğleden sonraya kadar Öcalan’ın avukatlarına cevap verilmediği gibi ikna edici bir açıklama da yapılmadı.
21 yıldır her türlü baskı
İmralı Adası’ndaki yangın, 21 yıldır orada tutulan Öcalan’ın maruz kaldığı baskı ve tehditleri gündeme getirdi. Uluslararası bir operasyonla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edildikten sonra İmralı Adası’na götürülen Öcalan, 21 yıldır birçok kez fiziki ve psikolojik baskıya maruz kaldı. Teslim edildiği tarihten bugüne İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde mutlak tecrit altında tutulan Öcalan, yıllarca aile ve avukat görüşlerini dahi gerçekleştiremedi. Sistematik bir uygulama olarak devam ettirilen tecrit, ‘diyalog süreci’nin bitirilmesiyle en ağır halini aldı. 3 Ocak 2013’te başlayan İmralı görüşmeleri 5 Nisan 2015’e kadar sürdü. İmralı Heyeti ile yaptığı görüşmeler kesilen Öcalan üzerindeki mutlak tecrit, 7 Kasım 2018’de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde başlayıp tüm cezaevlerine yayılan ve 200 gün süren açlık grevleri sonucu kısmen kırıldı. 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs 2019’da avukatlarıyla görüşme gerçekleştiren Öcalan’ın, üç aile, dört de avukat görüşmesinden sonra görüşme hakkı yeniden askıya alındı.
Zehirlenmeye çalışıldı
Geçen süre zarfında Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için başat rol oynayan Öcalan’a yönelik mutlak tecrit, sürdürülüyor. Bugüne kadar Öcalan’a karşı fiziki saldırılar, saç kazıtma, zehirleme, 15 Temmuz sonra uçakların taraması ve son olarak önceki gün gerçekleşen yangın periyodik olarak süre geldi. Öcalan, AKP iktidarı döneminde üç kez kritik ve tehlikeli uygulamalara maruz kaldı. İlki 1 Mart 2007’de avukatları saç telleri üzerinde yaptıkları inceleme sonucunda Öcalan’ın İmralı’da zehirlendiğini açıkladı. Bu haber Kürt kentlerinde günlerce süren protestolara dönüştü, hükümet iddiaları yalanladı.
Saçları zorla kazıtıldı
Tecrit ve görüştürülmeme gibi rutinleşen yönelimlerin dışında Öcalan’ın saçları Temmuz 2008’de iradesi dışında cezaevi yönetimi tarafından zorla kazıtıldı. Öcalan’ın saçının kazılması 4 Temmuz 2008 günü avukatlarıyla yaptığı görüşmede ortaya çıktı. Görüşmede Öcalan, cezaevinin bu uygulamasına karşı, ”Saçlarımı kazıttılar. Devlet, bunu ‘Biz istediğimiz zaman seni kontrolde tutarız, istediğimizi yaparız. Sen bizim elimizdesin, 24 saat kontrolümüzdesin’ mesajını veriyor” diyerek açıkladı. Öcalan’ın Eylül 2007’de de zorla saçları kazıtılmaya çalışılmıştı.
Tecrit içinde tecrit
İmralı Cezaevi’nde tecrit ve hava koşullarından dolayı çeşitlenerek artan hastalıklarla boğuşan Öcalan’a, Temmuz 2008’de bu kez de fiziki yönelimde bulunuldu. Saçları kendi isteği dışında kazıtılarak fiziksel baskıya maruz kalan Öcalan, Ekim 2008’de ”tabutluk” olarak nitelendirdiği hücresinde arama yapılmak bahanesiyle yere yatırıldı ve hücresi arandı. Cezaevi yönetimi bu uygulamalardan sonra Öcalan’ın odasını değiştirerek, küçük olan odayı daha da küçülttü. Bu da “tecrit içinde tecrit” olarak tanımlandı.
İmha etme tehdidi
Öcalan, kendisine dönük olarak geliştirilen bu uygulamalara ilişkin sık sık ciddi uyarılarda bulundu. Ocak 2005’te 20 günlük hücre cezasının dışında fiili 7 günlük hücre cezası daha uygulanmasının ardından 18 Ocak’ta avukatlarıyla görüşen Öcalan, “Başbakan Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal arasında bu konuda bir stratejik uzlaşma var. Beni susturmak istiyorlar. Bunu anlamıyorum. Çünkü 7 yıldır yapmaya çalıştıkları açık. Hücre koşullarında 7 yıldır yaşamaya çalıştım, direndim, barış için yaşamaya çalıştım. Buna rağmen son cezalarla susturulmak ve belki de imha edilmek isteniyorum” diyerek, kendisine dönük sistematik olarak devreye konulan uygulamaların amacına işaret etti.
‘Beni burada öldürebilirler’
Birçok görüşmesinde bu yönelimlerin asıl amacına vurgu yapan Öcalan, tam da 15 Temmuz 2016’da ‘darbe girişimi’nde bulunanların kendisine de yönelebileceğini daha diyalog süreci devam ederken, HDP heyetiyle yaptığı bir görüşmede söyledi. 7 Haziran 2013’teki görüşmede heyette yer alan Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan’ın öldürülmesini olayını hatırlatan Öcalan, “Ben politik bir insanım. Beni burada her an öldürebilirler. Bu ülkeyi darbeler ülkesi yapabilirler” diyerek, kendi durumuna dikkat çekti.
’150 metre ötendeyiz’
Tarihi Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklandığı 28 Şubat 2015’ten bir gün önce İmralı’da gerçekleşen görüşmede Öcalan, İmralı’da yaşadığı bir olayı da aktararak, kendisine yönelmek isteyenlerin yanı başında olduğunu söyledi. Öcalan, o görüşmede yaşadığı olayı şöyle anlattı: “Burada geçmişte de özel harp uzmanları vardı. E… Bey en son gelmeden önce biri geldi. Benim mektuplarım vardı. İple bağlamıştım. Böyle bir yüzüme bakıyorlar, bir zarflara bakıyorlardı. Sonra mektupların iplerini koparıp mektupları dağıttılar. Mektuplarımı darmadağın ettiler. Ben de onları öylece izledim. Bir tepki göstermedim. Tam giderken birisi dönüp bana ‘Unutma, 150 metre ötendeyiz’ dedi. Hiç unutmam, şimdi bile burada olabilirler. Beni öldürebilirler ya da ben ölebilirim. Bunun korkunç sonuçları ortaya çıkar.”
Havadan cezaevi tarandı
Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda sürekli ön açıcı siyaset izleyen Öcalan, 15 Temmuz’da da hedef oldu. Havadan Öcalan’ın kaldığı cezaevinin tarandığı ortaya çıktı. Önceki gün adada yangın çıktığı açıklanınca tüm bu arka plandan dolayı kaygılar arttı. Öcalan’ın avukatlığını üslenen Asrın Hukuk Bürosu adaya gitmek için başvuruda bulundu. DTK, TJA, HDP ve DBP açıklama yaparak, İmralı’nın kapılarının açılmasını istedi. Avrupa Konseyi’ne bağlı CPT’ye de “İmralı’ya heyet gönderme” çağrısı yapıldı. Ancak hükümet yetkilileri, bu taleplere yanıt vermedi.
KCK: Ayakta olun
Bunun üzerine dün yazılı bir açıklama yapan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, avukatlar İmralı’ya gidene kadar halkın ayakta olmasını istedi.
Eşbaşkanlık, açıklamasında şunları ifade etti: ”Türkiye’de ve bölgede çok kritik gelişmelerin yaşandığı, Kürt halkı üzerinde soykırım politikalarının katmerleşerek sürdüğü, AKP-MHP faşist iktidarının çöküş sürecine girdiği bir süreçte, İmralı’da yaşanan yangın olayına herkesin derin bir kuşku ve ciddiyetle yaklaşması gerekir. Türkiye’yi ve bölgeyi alt üst eden gelişmelerin yaşandığı böyle önemli bir süreçte, yüksek güvenlikli bir sistemle yönetilen bir adada ve bir kış gününde orman yangını bilgisi son derece düşündürücü ve kaygı vericidir.
Siyasi bir anlamı var
Önder Apo’nun rehin olarak tutulduğu bir yerde yaşanan her olayın ve her türden yaklaşımın siyasi bir anlamı vardır. İmralı’da yaşanan ve yaşanacak her şeyden Türk devleti ve uluslararası sistem sorumludur. Özellikle Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi ve Avrupa Konseyi’ne bağlı CPT’nin sorumluluğu büyüktür.
Açıklamaların anlamsız
Kürt halkına soykırım uygulayan, 21 yıldır Önder Apo’yu mutlak tecrit altında tutan faşist Türk devlet yetkililerinin yaptığı açıklamaların bir anlamı ve değeri yok. Hareketimiz ve halkımız Kürt düşmanı bu faşist iktidarın açıklamalarına inanmıyor. Bu açıdan Önder Apo’nun avukatları derhal İmralı’ya gitmeli, gerçekleri halkımıza ve kamuoyuna açıklamalıdır. Avukatlar ve aileler, İmralı’ya gitmeden ve gelip açıklama yapmadan halkımız, dostlarımız, kadınlar ve gençler meydanları terk etmemelidir. Halkımız dört parça Kürdistan’da ve ülke dışında tepkisini en güçlü bir biçimde ortaya koymalı, meydanları doldurmalıdır. Halkımız her yerde seferber olmalı, avukatlardan gerçekleri öğrenmeyene kadar meydanları bırakmamalıdır.”
KJK Koordinasyonu ve PAJK Koordinasyonu da yaptıkları yazılı açıklamalarda benzer kaygı ve beklentileri dile getirerek, meydanları terk etmeme çağrısını yineledi.
HABER MERKEZİ
İmralı’daki her gelişme siyasidir
Öcalan avukatlarından İbrahim Bilmez, İmralı’da çıkan yangının geçiştirilemeyeceğini belirterek, taleplerine cevap verilmesini istedi.
Avukat Bilmez, İmralı Ada Cezaevi’nin 15 Şubat 1999’dan beri özel bir statü ve yönetim merkezi tarafından yönetildiğini hatırlatarak, “Cezaevi 24 saat boyunca karadan, denizden ve havadan çok yüksek bir güvenlikle korunmaktadır. Kendine has özellikleri ile CPT ve AİHM denetiminde olması sebebiyle Avrupa hukukuna tabi cezaevleri arasında en ağır koşulların uygulandığı bir cezaevidir” dedi.
15 Şubat vesilesiyle Türkiye’yi ziyaret eden Uluslararası İmralı Heyeti’nin; ‘İmralı baskının da demokrasinin de laboratuvarıdır’ tanımını anımsatan Av. Bilmez, 21 yıllık sürecin tamamında yaşanan gelişmelerin bu tanımı net olarak doğruladığını aktardı.
Herhangi bir haber alamıyoruz
Av. Bilmez, İmralı’da yaşanan her gelişmenin, ‘sebepten bağımsız olarak’ ortaya çıkacak sonuçların birçok durumu etkileyecek siyasal nitelik taşıdığının bilindiğini dile getirerek, şöyle devam etti: “Yaşanan bu gelişme ile ilgili olarak nedeni konusunda henüz kesinleşmiş veya müvekkilimiz tarafından teyit edilmiş bir bilgiye vakıf değiliz. Ancak hali hazırda AİHM tarafından da işkence koşullarında infaz rejimine tabi tutulduğu tespit edilmiş İmralı Ada Cezaevindeki bu gelişmenin kaygı oluşturması kadar doğal bir durum yoktur. Zira kendisi ve diğer müvekkillerimiz ile ilgili 12 Ağustos’tan itibaren herhangi bir haber alamamaktayız. En temel aile ve avukat görüşme hakkının hukuksuz bir şekilde engellendiği bir dönemde bu haberlerin ortaya çıkması doğal olarak hepimizi kaygılandırmaktadır.”
Sağlığı, halkın sağlıdır
Kürt halkının, Öcalan’ın sağlığının kendi toplumsal sağlığı anlamına geldiğini bizatihi yıllar içerisinde yaşayarak deneyimlediğini kaydeden Av. Bilmez, Öcalan’ın da ‘Benim sağlığım halkımın sağlığıdır. Ben sağlığımı kişisel değil toplumsal ele alıyorum’ diyerek halkı ile kurduğu bağı ifade etttiğine dikkat çekti.
İmralı’ya gidişin engellenmesini, uygulanan hukuksuzluk ve keyfiyetin en yalın ifadesi olarak değerlendiren Bilmez, “Türkiye’de bir genel hukuk vardır bir de ‘İmralı Hukuku’ vardır. Bu durum daha önce sadece ilgili ve dikkatli çevrelerce fark edilirken; Türkiye’nin tamamı İmralı hukuku ile yönetildikçe daha çok görülmektedir. Yaşanan gelişmeler de bu durumu teyit etmektedir” dedi.
Devlet yasalarını çiğniyor
ÖHD Eşbaşkanı Ayşe Acinikli, Öcalan söz konusu olduğunda hem Türkiye’de hem de Avrupa’da hukuk kurumlarının siyasi saiklerle hareket ettiğini söyledi.
Asrın Hukuk Bürosu, 2019 Yılı İmralı Cezaevi Hak İhlalleri, Gelişmeler ve Mevcut Duruma İlişkin Tespit Raporu’nu geçen hafta kamuoyu ile paylaşmıştı. 12 sayfalık tespit raporunda, 2019’un İmralı tecrit sisteminin Türkiye’de hukuk ve siyaset alanındaki etkisinin çok daha net görüldüğü bir yıl olduğuna vurgu yapılarak, 2016’ya kadar hukuk sınırları dışında geliştirilen İmralı tecrit uygulamalarının, yasal kılıfına büründürülerek, tüm ülke için normatif uygulamalar haline getirildiğine dikkat çekilmişti.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Eşbaşkanı Ayşe Acinikli, 1999’dan beri aile ve avukatlarıyla görüştürülmesinin önünde ciddi engellerin olduğunu; 2015’te oraya götürülen diğer üç kişi açısından ciddi anlamda sıkıntıların yaşandığını hatırlattı. Görüşmelerin yaptırılmamasının önünde hiçbir hukuki engel bulunmadığını ifade eden Av. Acinikli, “Ceza İnfaz Kanunu’nda bir tutuklunun kendi ailesi dışında dahi üç görüşçü hakkı vardır. Ben bugüne kadar İmralı’da böyle bir hak kullandırılmadı. Bunu geçtik şu anda ailenin görüşünde ciddi sıkıntılar var. Mesela telefon hakkı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar için 15 günde birdir ama telefon görüşme hakkına da izin verilmiyor. Normalde bir tutuklu ya da hükümlünün hakları hiçbir şekilde İmralı’da kullanılmıyor” dedi.
Av. Acinikli, bu noktada Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in başlattığı açlık grevleri döneminde, “Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüş yapmasını engelleyen düzenlemeler kaldırıldı” şeklindeki sözlerini hatırlatıyor. “Gerçekten de baktığımızda görüşmeyi engelleyen yasal bir engel yok. Burada hukuka aykırılık durumu var” diyen Av. Acinikli, şunları ekledi: “Normalde bir avukat hafta sonu dışında müvekkilleri ile her gün görüşme hakkına sahiptir ama İmralı’da hem aile bazında hem de hukuki yardım konusunda avukat görüşlerinde çok ciddi bir kısıtlama var. Bu çok ciddi bir hak ihlalinin ötesinde işkence ve kötü muamele yasası kapsamında da değerlendirilebilir. Çünkü bir kişiyi o şekilde tecride mahkum etmenin ciddi sonuçları vardır. Bu anlamda hukuka aykırılığın ötesinde bir durumun olduğunu söyleyebiliriz.”
Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi’nin Türkiye’ye ziyareti ve yaptıkları açıklamaları hatırlatan Av. Acinikli, “Onların burada yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi. Aslında burada hükümetin cevabıyla yetinmek, hükümetin söylediklerine bağlı kalmanın tarafsızlıkla bir ilgisi yok. Bu açıklama hukukla ve gerçeklikle olan bağından ziyade daha çok siyasi ve politik, yani Türkiye’nin gönlünü almak bağlamında yapılmış açıklamalardır” şeklinde konuştu.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis verilen bir kişinin dosyasını uzun süre mahkemelerde bekletmenin hukuka aykırı olduğunu vurgulayan Av. Acinikli, şöyle devam etti: “AYM ve AİHM’e yapılan başvurularda son dönemde çok sık karşılaştığımız bir durum var. Belli dosyalar uzun süre bekletiliyor ya da popülaritesine göre bazı dosyalar öne alınıyor. Bunu, Yargıtay ve İstinaf aşamalarında da görebiliyoruz. İvedilikle beklediğimiz dosyalar aylarca hatta yıllarca karara çıkmazken, bir günde kesinleşen dosyalar görüyoruz. Burada siyasetin yargı üzerinde etkisi çok büyük. Yani siyasetin talimatlarıyla işleyen bir yargı mevcut. Türkiye’den çıkıp Avrupa’ya gittiğimizde de Türkiye’nin hak ihlallerine uzunca bir süre ses çıkarılmadığını görüyoruz ya da AİHM’den bir olumlu karar çıkmışsa bir sonra çıkacak kararın olumsuz olduğunu görüyoruz. Yani her yerde politik dengeleri gözeterek karar veriliyor. Bu noktada hukuka, adalete, hakkaniyete uygun olanın değil, politik dengeler neyi gerektiriyorsa ona göre hareket etme eğilimi var. Bu Öcalan nezdinde de çok öne çıkan bir durum.”
Av. Acinikli, hukuk bağlamında düşünüldüğünde AİHM’in ve diğer kurumların güvenilirliği konusunda ciddi sıkıntıları olduğunu söyledi.
