İnandığı gibi yaşamak insan olmaktır

Haberleri —

İnsan kendi kutsalıyla kendini tanımlar. Kapitalist modernitenin şekillendirdiği insanın kutsalı, tabusu özel olma adına tüm özellerin genelleşmesinden doğan bir benzeşme durumudur. Mahremiyet adına yapılanların sistemin mikroskobu altında nasıl da planlanarak aşama aşama yaşama sunulduğu ve bunu da özel olan adına insanların yaşamak için tüm ömürlerini verebilmeleri, özel hayatın kutsallık mertebesinde algılandığını gösterir. Oysa günümüz sisteminde özel hayat diye bir şey yoktur. Toplum doğasında özel hayat, toplumun özelliğiyle oluşur. Kapitalist modernitenin liberalizmi bu algıyı salt kişiselleştirerek özünde parçalamıştır. Tabi ki sistemin uygulamalarına tabi olan bu parçalanarak oluşan kişileşmenin özel olduğunu, mahremiyet olduğunu savunmak da mümkün olmasa gerek. Özgür toplum ve özgür bireyin ölümü, özel olma kılıfıyla sunulmakta, sahte kutsallıklar yaratılarak toplum maniple edilmektedir.

Yüreği vuran kapitalist modernite sistemi karşısında demokratik moderniteyi inşa etmenin temel yollarından birinin Ortadoğu maneviyatının doğru temellerde yeniden canlandırması ihtiyacı bizleri inanç ve inancın yaşanma biçimi üzerine yoğunlaştırmıştır. İnsanlar inançsızlaştırılmıştır. Yüreğin susadığı inanç pınarını kapitalist modernitenin yönsüzlüklerinde aramak zorunda kalmamak için inanç konusu üzerinde durmak gerekmektedir.
Ortadoğu bilgelik tarihinin bizlere söylediği önemli bir yürek ve beyin birikimi vardır. İnancın yaşandığı dergahlar, manastırlar ya da benzer din-inanç akademileri salt din eğitiminin verildiği yerler değildir. Evrene bir yerden bakıştır. Aynı yerden bakanların bir araya gelerek ortaklaşan bir ruhla bakmalarıdır. Bakışlarını gözden geçirmeleri, daha güzel, iyi ve doğru bakmaya çalışmalarıdır. Bunu yaptıkları oranda insanlarla, toplumun diğer bireyleriyle de aynı şeyi yapmaya dair izler oluşturma çabasıdır.

İnanç akademileri nasıl olmalı?
Bu anlamıyla inanç ve din merkezlerinin aslında salt ritüelin gerçekleştirildiği yerler değil de inancı oluşturan zihniyeti yeniden güçlü bir şekilde yaşamsallaştırmanın mekanları haline getirmek gerekiyor ki bu da din ve inanç akademileridir. Din ve inanç akademileri yenilerinin kurulması kadar mevcut din ve inanç merkezlerinin ahlaki ve politik toplum doğrultusunda işlevselleştirilmesiyle de gerçekleştirilebilecek bir zihniyet yaratım yeridir. İnanç akademileri nedir ve nasıl olmalıdır sorusuna verilecek cevaplar aslında Ortadoğu insanlarının her üç tek tanrılı din kadar bu dinler dışındaki mezhep, tarikat ve inanç mensuplarının nasıl yaşacağının çerçevesini oluşturmaktadır.
Din ya da inançlar, ister tektanrılı dinler olsun ister çoktanrılı ya da doğaya dayalı inançlar olsun inançlarını oluşturan diyalektiği ve bu algıyı yaşama biçimlerini tartışabilmelidir. En büyük kaybı, tartışma yollarını kapatarak yaşayan İslam dünyası bunu en iyi bilen inanç dünyası olmaktadır. Bir şey tartışılmaz kılınıyorsa o şeyin insanın akışkanlığının dışına çıktığı kesindir. Gizlenip yasaklandığı için tartışılmayanlar kadar kendi muhafazakarlığından dolayı tartışılmayan inançlar da büyük kayıplar yaşamışlardır. En büyük kayıp zaman kaybıdır. Tartışmamak akışın yanında durup akmamakta diretmektir. Ki bu durum da akana bakarak kendi çürümüşlüğünün seyircisi olmayı da getirir.
İnanç akademileri inancı yaşamanın ve yaşadığı kadarıyla tartışmayı geliştirmenin yeri olmalıdır. Nasıl yaşamalı sorusuna inanç akademisinin vereceği cevap bir bütün olarak özgür birey ve özgür toplumun tanımını oluşturmada önemli bir yer tutmalıdır. Resmin bir kısmını oluşturmalıdır. Bir renk olmalı ve yaşamın içine bu yönüyle de sinmelidir. Ahlaki ve politik toplumun özgür insanın yaşayabileceği tek yaşam alanı olduğuna inanan, yüreğinde tüm insanlık için sevgi, anlam ve değer taşıyan ve bunu varolmanın temel koşulu olarak inançla yaşayan her insanın olduğu yer inanç akademisi olabilir.
Düşünceler, akışkanlığın içindeki bir anlık durmadır. Peygamber çıkışları, durmadan akan hayatın herkes gibi bir yerinde yaşarlar. Tabi ki akış farkları vardır. Esas fark akışın içinden bir anlığına çıkıp durmayı başarmaktır. Peygamberler bunu başaranlardır. Onlar topluma dışarıdan bakıyor, üstten bakıyor, kenardan yamuktan bakıyor vs. filozoflar ve ozanlar da böyledir. Zerdüşt’ün, Musa’nın ya da Muhammed’in peygambersel çıkışlarını dağ doruklarında gerçekleştirmeleri bu akıştan kendini sıyırma anlarını bir mekanla bütünleşerek yeni bir ilke yarattıkları gerçeğini ortaya koyar, ki anlaşılmaya değerdir. Din ve inanç merkezleri kırmızı başlıklı kıza ders veren hayat okulları gibi statik düşünceyi aşılayan yerler değildir.
İnançların kökeninde varolanlar tabi ki önemlidir ama güncel yaşanan durumun ne olduğu, nasıl yaşandığı sorusu da sorulmak zorundadır. Bugüne göre belirlenmeyen durumlara karşı geliştirilecek tutumlar bugünü karşılamaz. Köken itibariyle doğaya, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü yaklaşıma daha yakın olan, onları barındıran kimi inançlar vardır. Tabi ki köken itibarıyla önemlidirler. Ama güncelde bunu yaşayıp yaşamadıkları tartışma konusudur. Bu kapitalist modernitenin tüm inançlar, insanlar, dinler, görüşler ve kesimler üzerinde kurduğu iktidarlardan kaynaklıdır.

Kültürün damıtılmış hali

İnanç merkezleri ekonomiden bağımsız değildir. Bugün hala birçok inanç biçimi Kürdistan’da ibadetin temsili de olsa bir parçası olarak gıdalarını, ellerinden geldiği oranda katarak ortaklaştırmakta ve bu yolla kutsallaştırmakta, birlikte okudukları niyet duası ardından paylaşmaktadır. İnanç akademilerinde insan ihtiyaçlarının ortak bir ruhla karşılaşması ve farklılıkların eşitliğinin yaşamsallaştırılması açısından önemli bir rolü vardır.
Mevcut cemevleri ve diğer Alevi inancına bağlı kurumlar bu anlamda kendi kutsallıklarını simgeleştirerek küçültmekten kurtarmalı ve özüne yakışır bir tarzda toplumsallaştırmalıdır. Yine “kültür merkezi değiliz” takıntısı da aşılmak zorunda olunan bir konudur. İnanç, kültürün damıtılmış halidir. Kültürün zihniyete yansıması, evrenin imbiği olan insan yüreği ve beyninden süzülerek gelmiş olanı inançtır. Kültürün tamamını kapsar. Kültürü salt çalıp oynamak olarak algılamak yanlıştır. Bu egemenlerin tanımlamasıdır. Böyle savunma refleksi içeren tavırlar Alevi topluluğunun kendi inancına, kültürüne ve yaşam algısına da terstir. Varlığın birliği algısına terstir. Bir dil nasıl kültürse, düşünme biçimi, giyim, oyunlar, yemek türleri nasıl kültürse, bu maddi formların zihniyet yansıması olan manevi alan da kültürün temel çatısını oluşturur.
Kültür kavramını en iyi, hakim dinsel baskı altında yüzlerce yıl yaşamalarına rağmen kendi kültürlerini, inançlarını korumayı başaran Aleviler bilmektedirler. Bu anlamıyla kültür kavramı sıradanlaştırılmamalı, basite alınmamalıdır. Tam tersine kavramın anlamının yüceliğine ve kutsallığına denk yaklaşımlarla inanç merkezlerine yaklaşılmalıdır. Bu olmazsa bir yandan camilerin yobazlığından bahsederken cemevlerini yobazlaştırmaya çalışanlara karşı da insan-ı kamil olmaya çalışan her alevi tavır almalıdır. Bizler islamiyet için olduğu kadar her din ve inanç için de kültürel temelli yaklaşımı esas alıyoruz. Ve inancın da manevi kültür anlamında özgür toplumsallaşmadaki yerini alması gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda Aleviler de inançlarını yaşama biçimi konusunda alacakları tavırlar ve verecekleri mücadelelerle demokratik modernitenin öncü aydınlanma güçlerinden olabileceklerini göstereceklerdir.
Camiler demokratik meclis rolü oynayacak kadar demokrasiyi, birlik ruhunu, farklılıkların ortaklığı ruhunu yaratabilmeli ve yaşayabilmelidir. Bu gerçekleştiği oranda kuzey Kürdistan’da gelişen sivil Cuma namazlarına da gerek kalmayacaktır. Mevcut haldeki camilerin bu rolü oynadığı söylenemez. Ve bu şekilde olduğu sürece camiler ya da Cemevleri din-inanç akademileri olamaz. Zaten kelime anlamı da toplanmak olan bu kavramlar insanların tanrıya ibadet için belirledikleri yerlerdir ve bugün tanrının evi-mala xwede olarak adlandırılmasının ne kadar yerinde olduğu da tartışma götürür. Bu adlandırma uhrevi olanı dünyevileştirmenin basit bir yansıması değil midir?   

Gizlenmek, yasaklamaktır
Gerçek anlamında insanların toplandıklarında ibadetin gereği ritüeller kadar birbirlerini tanıyacakları, bir arada-toplu yaşamanın gerekliliklerini, ihtiyaçlarını ya da ödevlerini sorgulayacakları bir mekan olmalıdır. Ortak sorunlar dile gelmiyorsa, ortak çözümler aranmıyorsa, ortaklıkların yarattığı anlam gizlenmeden, üzeri örtülmeden, ayıplanmadan ve hor görülmeden dile gelebiliyorsa ve yaşanmasından utanılmıyor, korkulmuyorsa toplanmanın anlamı vardır. Yoksa yoktur. Camiler devlet denetiminde oldukları sürece dinin kültürel yanı gölgede kalmakta ve zihniyet yapılanmasında akademi düzeyinde bir rol üstlenememektedir. Cemevleri de kültür evi olarak adlandırılıp devlet tarafından çalıp oynama, cümbüş evi olarak lanse edildiklerinden yapamamaktadırlar. İnancın kökeni gönül imanına ağırlık verdiğinden de rol üstlenemiyor. Bunun çözümü inanç akademileridir. Alevi inancının özünde her ev toplanma evidir. Her yürek secde edilecek bir tanrısallıktadır. Müridin mürşitlerinin yaşadıkları yerlerin tamamı toplanma yeridir. Alevi inancında çocuklara mahsumpak denir. Her mahsumpak bir tanrı yansımasıdır, ki ona secde edilebilir.  
İnanç merkezleri salt yakarışın gerçekleştiği yerler değildir. Örneğin kiliseler Hıristiyanlar için içini döküp rahatlamanın, yalnızlığına karşı bir birliktelik yaratmanın ve ruhsal-toplumsal paylaşmanın da mekanıdır. Günah çıkarmak yaşanan yanlışların insana hayatı zehir etmesini önlemeye yönelik bir yaşam tedbiridir ve doğru değerlendirildiği takdirde anlamı büyük bir ritüeldir. Çünkü insanlar hata yapar ve yaptıkları hataları çözmeyi başardıkça, hatanın onun yaşamını bir bütün yönlendirmesine izin vermeden anlamlı bir yaşam akışına katılabilirler.
Yine birçok dinde tapınının temsilcisine yönelik kimi edimler vardır. El öptürme, bir mevki, post ya da başka bir temsiliyet aracını öptürme ya da yüz sürme gibi edimler tüm inanç biçimlerinde görülen edimlerdir. Hakimiyet anlayışı geliştikçe toplumsallığından sıyrılan bu edimlerin kökeninde toplumun kimliğini temsil edecek kadar kendini gerçekleştirmiş olan kişiye ya da makama duyulan saygı vardır. Bugün bunun ne kadar kimler tarafından temsil edildiği ortadadır. Bundan dolayı salt iskeleti kalmış, zihniyet olarak sistemiçileşmiş ya da inancın kimliksel ifadesinin uzağına düşmüş olan kişi ve kurumlar karşısında aynı tutumlara girmenin inancı ve toplumu yüceltmeyeceği ortadadır.
Ortadoğu’da hakim gizemcilik anlayışının çıkış kaynaklarının yasaklamalarla oluştuğundan hareketle, inanç akademileri şeffaf topluma ulaşma çabasında olmalıdır. Gizlenmek, yasaklanmanın kabullenilmiş biçimidir. Gizlemenin aşırı simgeselliği de beraberinde getirdiği, yine hakikati bir bütün yaşamak yerine yansısı ile yaşamak şeklinde sınırlandırdığı bir gerçektir. Bu da bütünlüğü bozan, dolayısıyla parçalayan bir durumdur. İnanç akademileri her tür inancın kendini gizlemesine yer bırakmayacak bir özgür ifade ve algı düzeyi yaratmakla görevlidir. Bu anlamda tarihteki katliamlarla oluşan korkuları yıkarak şeffaf toplum olabilmenin karşılıklı anlayışını yaratma görevi kesinlikle devrimsel bir görevdir ve inanç akademileri bunu başarmak zorundadır. Bütünlüğü sağlayacak olan bu görev, doğal olarak hakikati yaratma görevi olmaktadır.

Yöntem gönülden geçiyor
Ortadoğu’da tarikat-yol adıyla temel bir yeri olan oluşumlar, alimlerin kendilerini İslam ordularının kılıcından kurtarmaları kadar bilgi ve anlam düzeylerini de kurtarmanın adı olmuştur. Görünürün ardında gizli bir gerçeğin olduğuna inanan ve arayanlar öğretilerini korumak ve sınırlı sayıda insana vermek için mekanlar inşa ettiler. Batıni denilen, bu kesimler dar gruplar kurdular. Bunun örnekleri çoktur. Örneğin İsmailliye inancından olanlar yandaşlarını insanı kamil yapmak için olgunlaştırmak ve mükemmel insan yapmak için çeşitli aşamalardan geçirirler. Birçok inanç ya da öğreti kendini maddeleştirirken insanlarını yaşamın tamamına hazırlayan eğitimlerden geçirir. Kapitalist moderniteye kadar bunda bütünlük vardır, ama sonradan bu bütünlük bozulmaya başlamıştır.
Tekke, dergah ya da benzer mekanlar hem inanca göre yaşamın gerçekleştiği hem de inanca göre yaşamayı gerçekleştirecek olan kişilerin eğitildiği yerlerdir. Herkesin kabul edilmediği, gençler içinden seçilen kimi insanların yetiştirildiği bu kurumlar, toplumun kutsallığı yaşamaya önem verdiğini, bu konuda seçici yaklaştığını ve anlamın korunmasını esas aldığını göstermektedir. Bu mekanlarda eğitimler tekke, dergah ya da diğer mekanlarda bilgiyi, evrene ulaşmayı inanç vesilesiyle gerçekleştirir. Yöntem gönülden geçiyor. Doğu bilgeliğinde iman akıldan üstündür. Çünkü iman ne salt duygu, ne salt akıldır. İman, yürek ve beynin buluşması olarak ele alınmaktadır. İmanda birleşen insanların, maneviyatta birleşenlerin yaşamın diğer tüm alanlarında birbirlerini koruyup kolladıkları, destekledikleri ve yalnız bırakmadıkları görülür. Yalnızlık duygusu yaşamak yok olmakla eşdeğerdir. Bu klanından kopmakla aynı algıyı yaratır.

Özgür akışı duyumsamak

Demokratik modernitenin yapılanma sorunlarının temelinde yer alan bir diğer sorun da öncülük sorunlarıdır. İnanç akademisi inanç eğitimi verecek öğretmenler yetiştirme yeri değildir. Bir yaşam yeridir. İnandığı gibi yaşamayı sağlamanın yeridir. Özgür akışkanlığı yaratma yeridir. Kadro yetiştirme yeri değildir. İnsan gerçeğinin her an kendini var ettiği, her anın bir varoluş anı olduğunu bilmekteyiz. Bundan dolayı diyebiliriz ki inanç akademileri nasıl yaşamalı sorusuna verilecek cevabın anlamın ve hissin yaşattığı insan olabilmeyi mümkün kıldığı mekanlar olmalıdır.
Her dinsel çıkışta bir yerde tohumun toprağı delerek çıkması ve etrafının çiçeklenmesi gibi oluşum silsilesi göze çarpmaktadır. İslamda Ehlibeyt, İsa’da havariler sonra aziz ve azizeler, kırklar, kardeşler, yol ehilleri vardır. Bu ilk çiçekleniş mecrasıdır. Buradan da giderek yayılma gerçekleşmektedir. İlk oluşumdaki anlam genişleyerek yayılmaktadır. İnanç akademileri geniş halkayı temsil etmektedir. Bu anlamıyla insan-ı kamil olma, evren algısını derinleştirerek kendi somutunda toplumsal bir kutsalın öncülüğünü yaratabilme iddiasında olmak, yol gösterici olabilecek insanlar yaratma değerinde anlam yüceliğine ulaşmak önemlidir. Ki insanlar inanç akademilerine geldiklerinde özgür akışı duyumsamak kadar akışın her anının yeni bir evren anına tanıklık olduğunu da duyumsayabilmelidir.
Tevrat’ta Davud peygamberden aktarılan kutsal söz şöyledir:
“-Ya Rabbi! Mahlûkatı niçin yarattın?
-Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murad ettim.”
Biz insanlar Tevrat’ta belirtildiği üzere gizli hazinenin bilinme arzusuysak kesinlikle bizde toplanan anlamı ve kutsallığı gizli ya da potansiyel olmaktan kurtarmalı, tanrının de beklentilerine cevap verecek bir anlamlı yaşamı yaratmalıyız. Farklı inançların oluşturacağı inanç akademilerinin sentezleşmesi, birbirine karışması beklenemez. Ama tüm inananların ortak özelliği özgürlüğe, insan yaşamının anlamlı olması gerektiğine inanmaktır. Bu ortaklık toplumsallığın vazgeçilmezidir. Anlamın ve hissin yaşattığı güçlü insan olmanın tek şartı bu ortak inancı yaşamanın adımlarını atmak ve yaşam karşısında sorumlu davranmaktır.


DILZAR DÎLOK

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.